30 Haziran 2009 Salı
Yönetimin konsantrasyon sorunu
26 Haziran 2009 Cuma
Tanjeviç erezyonu
24 Haziran 2009 Çarşamba
Rakocevic transferi ve transferin çıtası
19 Haziran 2009 Cuma
Toz duman ortadan kalkınca ortada tek suçlu ayağı çıplaklar kalırmış
Bir de buraya yazmak istemiyorum.
2 gündür bir dolu platformda dile getirdik, yazdık, çizdik, tartıştık, konuştuk.
Tek kelimeyle; ben utanmadım yaşananlardan.
Şampiyonluğun kaybedilmesi sonrası yaşanan olaylarda utandığım tek şey, tribünden polise adam teslim edenlerdi.
Ortada yaşanan olaylar varsa, bu olayları doğuran öfkenin günden güne mayalanması sürecinde payı olan sorumsuzların hepsini pas geçip iğrenilecek insanlar kategorisindeki ayağı çıplakları tek suçlu ilan eden, kendisini onlardan ayırıp olan bitene lanet ederek elitist bir duruş sergileme çabasında olanlarla aramda hep kalın bir çizgi olmuştur.
Kazanırken, başarı ve zenginlik dönemlerinde coşarken Fenerbahçe'liliğini gururla ifade eden ama taraftar salonu basarken elitist duruşuna zarar verecek imajdan kaçınma çabasıyla bir anda Fenerbahçe'liliğinden utananları ise bildiğim, tedrisatından geçtiğim taraftarlık anlayışına hiç sığdıramam.
Fenerbahçe'liliğimden utandığım gün benliğimden iğrendiğim, hayatımın anlamının kalmadığı, aldığım nefesin gereksiz olduğu gündür bu bir yana ortada utanılacak bir eylem varsa bile taraftarlık önce ''biz'' olabilmektir.
Ortada bir pislik kalmışsa temizlemek için ortaya çıkabilmektir.
Daha düne kadar ortamı geren, pislik çıkaran, her türlü terbiyesizliği, ayak oyunlarını yapan Ergin Ataman ve Kaya Peker başarının kötüyü aziz haline getirmesi sayesinde geçen gece yaşananlardan utanan Fenerbahçe'liler için bile ak hale geldiler. Çizgimi burada çekerim, başarı kimseyi temizlemez.
Federasyon başkanı olan zaat bugün çıkıp basketboldaki çeteden bahsediyor. Gerçekliği herkes tarafından bilinse de açıklayan Federasyon başkanı olunca komik oluyor.
Aman Federasyon, Fenerbahçe yönetimi, ortak koç Tanjeviç angajmanı yine ortalara dökülmesin kaygısıyla sahada takım dilim dilim doğranırken sesi çıkmayan, taraftar isyan ederken halen Topuz transferi peşinde koşup, endüstriyel bu memleketteki sporun piri olduklarını kanıtlayan tanıtım toplantılarında boy gösterirken taraftarın içinde biriken öfkenin nerelerde nasıl patlayacağını hesap edemeyen, öfke patladığında ortadan kaybolan Fenerbahçe yönetimine gık çıkarmayıp taraftardan utanmak garip oluyor biraz. Çizgiyi burada da çekmek lazım.
25 yıldır spor salonlarındayım, spor sergi yıllarında memleketteki basketbol sevdasının balkan şampiyonluğu ve beyaz gölge dalgasıyla yükselişe çıktığı günleri, spor sergide onbinlerin akın ettiği derbileri yaşadım, gördüm. Sayısız kereler yarı finallerde, finallerde kaybedilen şampiyonlukla yarattığı derin yıkımların Fenerbahçe basketbol sevdalılarının ortak hafızasını yarattığını iyi bilirim. Geçen geceki olayların basketbol salonlarında ilk kez yaşandığı cehaletine bu yüzden güler geçerim. Google'dan öğrenebildiklerinizden çok daha fazlası vardır bu memleketin basketbol tarihinde.
Şimdi bu internet aleminde bir çok Fenerbahçe'li blogda olaylara tarafsız gözle bakma telaşı yaşanıyor. Asıl derdim budur. Galatasaray'lısının, Beşiktaş'lısının bir anda Efes aşığı kesilmeleriyle zerre ilgilenmiyorum.
Kimsenin Fenerbahçe'lilik mührüde başkasının elinde olamaz. Kimseyi yargılayamazsınız ama şu internet aleminde hürriyet gazetesinde köşe yazarmışcasına tarafsız gözle olaylara bakma gayretiyle bir şeyler karalamaya çabalamayı hiç anlamadım.
Bu, herkesçe kabul gören makul fikirlerin yörüngesine girme telaşı tam da bu karışıklık dönemlerinde artan bir refleks oluyor. Oysa bu mecrada bile bağımsız fikir ve duruş gösteremeyeceksek eğer taraftarlık kültürünün özündeki sokaktan gelen ses olmanın yarattığı çok renklilik ve davranışlarımıza dayatılan ezberciliğe karşı direnmeyi beceremiyorsak gerçekten yazık bize.
Yazmıycam dedim tutamadım bir iki cümle ettik; papazın cayırında tartıştık meseleyi.
17 Haziran 2009 Çarşamba
MHK sağlam geliyor
Bir kez daha, haramilerin saltanatını yıkacağız
Beşiktaş'lısının, Galatasaray'lısının Efes tribünlerinde boy göstermeleri, birden bire memlekette Efes basketbol sevdalılarının sayılarının artması, nerede Fenerbahçe varsa orada cümleten, renk ayrımı gözetmeden kirli ittifakların ortaya çıkması da artık gülünç hale geldi.
Ne büyük camiayız ki karşımıza çıkan milyonlarca destekci kazanıyor, sezon boyunca kendi takımlarıyla ilgilenmeyen Galatasaray, Beşiktaş taraftarları pozisyon pozisyon Efes-Fener serisini takip ediyor, yorumluyorlar. Ergin Ataman ve Kaya Peker'i kahramanlaştırıyorlar.
Bu hasetle doğan ittifağın sebebi ligi son 2 yıldır domine ediyor olmamızda değil, şampiyonluklara hasret geçirdiğimiz yıllar boyunca kah Çukurova, kah Paşabahçe, kah Ülker taraftarı kesilen aslan cimbomluları, vahşi kartalları çok gördük.
Beşiktaş’lıların Efes’e kendilerini ve diğer kulüp takımlarını basketbol salonlarının dışına itmeye çalıştığına dair haykırışları hala kulaklarımızda çınlarken, Galatasaray’lı taraftarların 2 sezon önce ( kendi cafe crownluklarını unutup ) kendilerini lig şampiyonu ilan ederken Efes Pilsen ve ( Fenerbahçe ) Ülker müessese asıl şampiyon biziz diye pankart açıp güya müesseselerin salon sporlarındaki hakimiyetine karşı duruş sergilerken bugünlerde Efes Pilsen’in en büyük destekçileri kesilmeleri bizim için şaşırtıcı değil ama memleketimizdeki taraftarlık kültürü açısından hakikaten düşündürücü.
Bu omurgasızlık, bu renk belirsizliği, bu kendisini sadece Fenerbahçe düşmanlığı ekseninde ifade edebilme hastalığı kronikleşmiş artık.
Ne diyelim, tedavi olmak istemeyen hastayı kendi haline bırakmak lazım.
Öte yanda, gerçekten Efes Pilsen’e gönül vermiş insanlar hiç yok değil tabii. Ama onlarda şu kural kitabından copy-paste yapıp son 13 saniyedeki faule kurallar gereği sportmenlik dışı faul verilmeliydi diye ortalığa atlamayı bırakmalılar artık.
Geçen yıl hatırı sayılır miktarda Euroleague ve Avrupa’daki çeşitli liglerden maçlar seyrettim. Bir kez dahi böyle bir faul çalındığını görmedim, he belki Eskişehir ortaokullar arası basketbol şampiyonasında falan çalınmıştır, ya da ne biliyim Hollanda’da amatör maçlarda falan.
Hakemlerin sevmedikleri, uygulamaya direndikleri bir kuraldır bu. Zira oyunun bugün Avrupa’da geldiği aşamada ruhu sertlik üzerine kurulu, rakibe topu oyuna sokmadan başlayan baskıyı kasti fauller çalarak yumuşatırsanız bugün bildiğimiz Avrupa basketboluna zarar verirsiniz. Bu kuralın uygulanması için ya Thornton’un yapılan fauller sebebiyle topu oyuna sokacağı süreyi kaçırması, ya topu oyun alanına gönderirken faul yapılan oyuncunun temas sebebiyle topu tutamayıp top kaybının yaşanması, ya da oyuncuya sert ve kasti bir faul yapılması gerekir. Yoksa bu faul bu düzeydeki maçlarda ilk kez uygulanan bir kural olarak kayıtlara geçmelidir. Ve eğer bu faul ölçü alınacaksa, final serisi boyunca sadece o maçta bile 10’larca sportmenlik dışı faul çalınmalıydı.
Ama yine de tartışmayı o maça ve o faule indirgemek asıl yapılmak istenendir. İşte Fenerbahçe’liler kuralı bilmeyip kuru gürültü çıkarıyorlar yanılsamasını yaratmaktır.
Seri boyunca yaşananları gördük, sadece 3. maçta Sinan’ın son 10 saniyede Solomon’dan kaptığı top öncesi yaptığı açık faule bile Efeslilerin bugünlerde ellerinden düşürmedikleri kural kitabında yazanlar uygulansa bugün bunları tartışmıyor olurduk.
Neyse yaşananlar bizim açımızdan sürpriz değil. Ama bu camianın kuruluşundan bu yana haramilerin saltanatına, kendisine karşı kurulan ittifaklara, ayak oyunlarına nasıl cevaplar verdiğini bir kez daha hatırlatmak zamanıdır.
15 Haziran 2009 Pazartesi
Fatih her daim Efes'in hizmetinde
10 Haziran 2009 Çarşamba
Actionman Tanjeviç ve final serisi 3. maç
Dünkü maçı kazandık diye düşünmeye başlamışken, seri boyunca yaşamadığımız bir gevşemeyle rakibe hediye edilmesi sinir bozucu olabilir ama seri boyunca oyuncuların bu çok gergin geçen maçları hem savunma hem de hücum düzenlerine müthiş bir konsantrasyonla sadık kalarak oynadıklarını gözden kaçırarak dünkü maçın son 5 dakikasını ve ekstra süreyi değerlendirmek doğru olmaz.
Dağılma bir kere başlamışken ve rakip seriyi uzatabileceğine inanmışken bu bozulmayı önlemek mümkün olamadı. Seri boyunca Charles Smith gibi çok özel yetenekleri olan bir oyuncuyu kilitlemeyi başarmışken dünkü maçta Schumpert ve Thornton'un şutlarına önlem alınamadı. Schumpert sıradan bir şutör sayılabilir, çok çabuk olmaması bu düzeyde savunmalar karşısında istediği boş şutları bulamamasına sebeb oluyor ama fizik olarak bize ters gelen bir yapıya sahip. 3 ler için uzun 4 ler için çabuk oyuncular her zaman bol bol şut imkanı buluyor bize karşı, Tanjeviç bir ara Rasim'i bile denedi ama durduramadı Schumpert'ı. Thornton'un 30 sayıya yakın atışı ise tam bir Tanjeviç klasiği sebebiyledir. Ömer Onan'ı yine unuttu.
Serinin ikinci maçında olduğu gibi Oğuz'u oyuna alıp sonra yaptığı ilk hatada kenara çekip bir daha da onu hiç düşünmemesi bu oyuncuya şansını başka bir takımda ara demekten başka bir şey değil. Bu tür inatçı, taviz vermez hareketlerin yarattığı yıkımlar kolay kolay tamir edilemiyor.
Yenilginin sorumlularından birisi de bizdik. Bu memlekette basketbol taraftarlığı evet yok ama dünkü kadar kendi dalgasında bir topluluk final serisine hiç yakışmadı. Konsantrasyonun ve mücadelenin bu kadar üst düzeyde olduğu, seyredeni içine alan bir seride maç oynanırken Mehmet Topuz aleyhinde tezahuratlar yapan, rakip farkı eritirken, takım dağılırken dale şovla ciddiyeti elden bırakan takıma ayak uyduran, kendi oyuncuları faul atarken efes taraftarını ıslıklıyacağım diye oyuncusunun konsantrasyonunu bozan garip bir performans sergiledik dün.
Sonuç olarak seriye hareket, heyecan geldi. Ama zannediyorum ki Tanjeviç daha fazla action istemeyecek, vidaları sıkacaktır.
Final serisi 3. maç sonrası Tanjeviç
Tanjeviç'in seriye hareket, bereket getiren hatalarını, Solomon'un tüm sezonu 3-5 maça sığdırma telaşıyla saçmalamalarını, Green'in iflasını, taraftarın yanlış zamanda yanlış işler yaparak maçın kaybedilmesinde pay sahibi oluşunu ve elbette maçın son nefesine girilirken 15 sayı geriye düşen Efes'i hem de beyninin ortasına sezonun en pis bloğunu bu maçta yiyen Sinan Güler'in, oyundan düşmeyip fitili ateşlemesiyle yeniden doğuşunun takdir edilmesi gerektiğini yazacaktım.
Ama şu açıklamalar Tanjeviç'e dün akşam duyduğum öfkeyi yumuşattı. Şöyle diyor maç sonu açıklamasında; "Oyunun sonunda istediğimiz şeyleri yapamadık. Bunda suçlu olan benim çünkü oyunu kontrol edemedim. Onlar maçı eşitleyen üçlüğü atmadan önce faul yaptırabilirdik, ya da mola alabilirdik. Ancak bunları yapmadık. Thornton ve Shumpert etkili olunca Ömer Onan'ı da oyuna almayı düşünebilirdik. Ama bunu da yapmayı unuttum. Diğer maça konsantre olacağız"
Rakibinin hocası ağız ishali olmuşcasına konuşuyor, sürekli saldırı peşinde. Federasyona, hakemlere, Fenerbahçe'li yöneticilere, taraftara, bazen kendi oyuncularına hatta hızını alamayıp Tanjeviç'e de saldırıyor ama o ciddiyetini ve sakinliğini kaybetmiyor. Bu dağılarak kaybedilen maçın faturasını maçın sonunda sorumsuzca hatalar yapan oyuncularına çıkartıp aradan sıyrılmayı, 2. maçtaki garip yönetimlerini dünde sürdüren hakemlere laf atıp ortalığı bulandırmayı değil hatalarını sıralayıp yenilginin sorumluluğunu üstleniyor.
Bu yenilginin ardından takımı toparlayacak akla, deneyime, vizyona ve kararlılığa sahip olduğunu gösteriyor.
9 Haziran 2009 Salı
Oğuz'u kaybediyor olmak - 2 -
8 Haziran 2009 Pazartesi
Tanrılar kazanmamızı istemiş olmalı
Bu çıkışından umduğu faydayı sağlamadı da değil hani.
Hakemler, Fenerbahçe hücumlarında Euroleague, Efes hücumlarında kolej maçı standartlarında maç yönetir gibiydiler. Bereket, takımın aştığı bir eşiktir bu. bu derece sertlik gerektiren bir düzeyde sıradan temaslara çalınan kolay fauller takımın savunma direncini erkenden kırıp yumuşamasına sebeb olmuyor, kaldı ki bu takım olası yenilginin faturasını hakemlere çıkartmayı bir kaçış yolu gibi görüp, oyundan mental anlamda kopacak bir dağınıklığa da kolay kolay düşecek bir acizliğe kapılmadı bugüne dek.
Bu anlamda takımın ve tek tek oyuncuların kafa olarak final serisini kazanmaya ne derece hazırlıklı olduğu gerçeğinin altını çizmek lazım. Bu nokta geride kalan her iki maçın kırılma anlarında ibrenin neden bizden yana döndüğünü ya da Ergin Ataman'ın deyimiyle tanrıların neden bizim yanımızda olduğunu da açıklar. Dileğim Ergin Ataman'ın böyle konuşmaya devam etmesidir. Belki bu açıklamalar Efes'e 2. maçta bir iki hakem kararı kazandırdı ama takımına yansıttığı gerginliğin kırılma anlarında oyuncularının yüzüne yansıyan kazanamama endişesinin temel sebebi olduğu da aşikardı. Aslında normal sezonda Abdi İpekçi'de oynanan maçta da bu gerginlik Efes'in kaybetmesindeki en önemli etkenlerden birisiydi. Aydın Örs, Oktay Mahmudi ekolünden yetişmiş olmak onların tedrisatını bilince çıkartabilmek için yeterli değilmiş anlaşılan. Efes'i zirve takımı yapan tedrisatta bir kırılma yaşandığı çok açık, bir sonraki maça yatırım amaçlı rakip koçu hakeme şikayet etmeler, oyuncu attırmak için oskarlık gözüm çıktı rolleri kesmeler ve şimdi de yenilginin faturasını hiç kimsenin hesap soramayacağı bir güce ''tanrılara'' havale etmeler. Salonun kapısında üzerinde sarı-lacivert herhangi bir şey olmayanlar az kenarda beklesin hepsini içeriye parasız alacağız diyen görevliler kadar komik.Gerçekten de tanrılar kazanmamızı istemiş olabilir.
Ender'in girmeyen faulü Charles Smith'in onu potaya itekleyen hamlesine direnip çemberin dibinde yokuştan aşağıya geri geri kayan araba gibi yükseklik kaybederken talihimizde orada dönüveriyordu ama ne o son 20 saniyede yaşananları ne de maç boyunca hücumda bu kadar dağınık ve kötü tercihlerle oynayan Fenerbahçe'nin defalarca 7'li, 8'li farklardan geri gelip, son darbeyi yemeye direnerek hep yeniden dirilişini tanrıların gücüyle açıklayamazsınız.Tanjeviç'le Ergin Ataman'ın arasındaki fark işte burada beliriyor. Birisi özgüvenini ve kararlılığını takımına yansıtıyor, oyuncularının bilincine savaşırsanız hakederseniz, hakederseniz kazanırsınız gerçeğini kazıyor diğeri paniğini, sinirini, gerginliğini yansıttığı takımının kırılma anlarındaki telaşının ilk elden sorumlusu oluyor.Fenerbahçe adına hücumlarda yanlış tercihlerin, şuursuzluğun; yaratıcılığın önüne geçtiği bir maç oldu aslında. Bunda salonun çemberlerine olan güvensizliğinde bir rolü olabilir zira bu salonda dış atışların girebileceğine oyuncularda bizim kadar inanmıyordur herhalde. Hele maçın başında, savunmalar henüz çok sertleşmemişken dahi bom boş atışlar kaçınca ister istemez hücumda opsiyonlarınız daralmış oluyor. Dış şutu fazlaca tercih etmeyeceğinizi bilen rakibin savunmada konsantre olacağı seçenekler daralıyor. Savaşmadan alınan tek bir savunma ribaundu olmayınca üstüne üstlük Efes her hızlı hücuma dönüşebilecek pozisyonda erken fauller yapınca kolay çabuk hücumlarda bulamadık.
İkinci yarıda 4 kez üstüste şut atmayı bırakın potaya bile bakamadan top kaybı yaptığımız, hücumda çok iyi yaptığımız işleri pick'n rolları ve 4 numarayla 5 numara arasında pas trafiklerini çok az deneyebildiğimiz, çemberlerine güvenmeyip dış şut üzerine set yazmayıp sadece zorda kalınırsa dış şut atabildiğimiz bir maçı hemde Efes gibi üst düzey bir takıma karşı kazanabiliyorsak bu takımın genlerine kazanmanın işlediğini söyleyebiliriz.Euroleague'de bulunduğumuz seviyeden daha yuarılara çıkabilmek için illa ki bileğine güvenebileceğiniz çok özel bir skorere sahip olmak zorunda olduğumuz fikrini saklı tutup bu takımın başarılarının sürekliliğini sağlayabilecek potansiyele ve mental hazırlığa sahip olduğunu söylemek lazım.
5 Haziran 2009 Cuma
Final serisi ilk maçın düşündürdükleri
Dünkü maç sonrasında Avrupa basketbolunun seyri ve geldiği nokta hakkında dehşete düşmekle sevinmek arasında gidip geliyorum. Son Eurolegue finalinde de benzeri hislere kapılmıştım, Yunanistan finallerinde PAO-Olimpiakos maçlarının bazılarında da.
Hepimizin malumu, Avrupa basketbolunda son yıllarda müthiş bir gelişim var. Oyunun çok fazla sertleşmesi ve gitgide şut atmanın, penetre etmenin, potaya bakmanın zorlaşması bu gelişimin en belirgin özellikleri. Böyle olunca oyuncular sonuca gitmek için çok özel işler yapmak zorunda kalıyorlar. Basit hücumlar göremiyoruz artık, tek kişinin bire birde savunmacısını geçip, potaya gitmesi eskisi gibi kolay değil.
Avrupa'nın üst düzey basketbolunda tüm oyuncularınız hem çabuk ayaklara sahip olabilmeli, hem de fizik olarak çok güçlü olmalı. Hem savunmada hem hücumda yardımlaşma şart. Tüm oyuncuların dripling, şut ve pas yeteneklerinin yanısıra oyun kurucu özelliklerinin bulunması gerekiyor. Oyun artık 5 oyuncunun rakipleriyle mücadelesi olmaktan çıktı, takımlar tam anlamıyla birbiriyle savaşıyor. Savunma dirençleri o kadar arttı ki eskiden el üstünden atılan şutları ''zor atış'' diye tanımlarken bugün bazı maçlarda artık ''zor atış'' el üstünden olan değil rakip üzerinize abanmışken, potayı bile görmeniz zorken ve ayakta durmaya çabalarken geriye doğru çekilip, topu eskisinden çok daha yukarı çıkartarak attığınız şuta deniyor, el üstü şutlar artık bu tür maçların sıradan şutları hatta kolay sayılabilecekleri. Eskiden şutör 2 numaralar için çabukluk, perdelemelerden dışarı çıkabilecek yolları bulabilme zekası ve keskin nişancılık, yumuşak bilek yeterliydi ama artık değil. Ne kadar çabuk olsanız da savunmalar bom boş dış atış şansı vermiyor. Perdelemede savunmacınız takılıp kalsa da perdeyi koyan uzunun savunmacısı artık sadece pota altı yeteneklerine sahip değil, iyi bir 2 numarayı savunacak çabuklukta oluyorlar aynı zamanda. Şut atabilmeniz için çabukluk yetmiyor çünkü savunmada yardımlaşma üst düzeyde, fizksel temaslara eskisi gibi kolay faul çalınmıyor ve ne kadar çabuk şuta kalksanızda mutlaka çok güçlü bir fizksel engeli üzerinizde hissedip o temasa rağmen dengenizi kaybetmeden ve eskisinden daha fazla sıçrayarak ve topu daha yükseğe kaldırarak şut atmak zorundasınız. Uzunların eskisi gibi şut atılırken tek düşüncesi seken ribaundu almak değil, şuta kalkan oyuncu üzerindeki savunmacının sertliği ve mücadeleyi bırakmaması sebebiyle son anda topu uzunlara da indirebilir. Eskisine göre daha çabuk düşünmek, koordinasyon yeteneklerini daha fazla geliştirmek zorunda uzunlar. Guardlara yapılan baskının çok yakın ve çok sert olması sebebiyle çok kez diğer pozisyonlardaki oyuncular setleri kurmak zorunda kalıyor ve bu yüzden her oyuncunun oyun görüşü, organizasyon yeteneği gelişmiş olmalı ve çok kısa sürede pas verebilmeliler. Bire bir adam geçmeler ancak geniş alanda, fast breaklerde mümkün, setlerde çok zor. Herkes birbirine yardım ediyor ve bu sebeble itiş kakışlardan sonra garip eşleşmeler çıkıyor ortaya. 4 numaralar 5 ler, guardların, guardlar uzunların şutunu, penetresini savunmak zorunda kalıyorlar ve dolayısıyla uzunlar daha çabuk ve akıllı kısalar daha güçlü ve dirençli olmak zorundalar.
Bunları biliyoruz ama dünkü maç artık başka bir boyuttaydı. Euroleague finali de öyleydi. Solomon ve Charles Smith'in etkisiz kaldıklarından bahsediliyor doğru ama bu iki oyuncuda penetre etmenin kitabını yazmışken bir tane bile penetre edememelerinin altında akılara durgunluk verecek derecede disiplinli, konsantre ve güçlü savunma kurgularıydı. Bir tek açık nokta bırakmayan bir yardımlaşma. İki takımın savunmaları da tek bir vücut gibi hareket ediyor, tek bir aaçık nokta bıraksalar bir oyuncu yardımlaşmaya bir kaç salise geç gitse rakibin hızlı hücumcuları o ufacık delikten savunmayı patlatacak bunun bilincindeler.
Kıtlık ve zorluk dönemlerinde bulunan her bir sayıda çok zekice tasarlanmış ve yardımlaşarak hazırlanmış oluyor tabii. Thornton'un kıç üstü yere düşerken üzerindeki ellerini havaya kaldırmış 2.10'luk adamların üzerinden yolladığı şutla bulduğu basket gibi oha dedirten sayılar böyle çıkıyor ortaya.
Şimdi dün oynanan basketbolsa eğer 2 hafta önce Galatasaray-Beşiktaş serisinde oynanan neydi peki. O seride maçların en kritik hücumlarında bile topu getiren guard savunmacısına hiç bir perdeleme yapılmazken bire bir hücum edip boş turnikeyle sayı buluyordu. Dün bırakın maçın kritik anlarını hiç bir hücumunda böyle kolay sayı bulamadı takımlar, bir an konsantrasyon kaybolmadı.
Ben futbol maçı sertliğinde bir mücadele bekliyordum yanılmışım rugby maçı oynandı sanki.
Bir detay; sanırım 3 veya 4 kez hücumda perdeleme yapmaya çalışan oyuncularımıza faul çalındı ve 3 kez de uzunlarımız 3 saniye koridorunda kaldı. Şimdi bizim uzunlarımız bu hataları bir maçta bu kadar çok yapacak kadar mental bir gerilik içinde değiller, maça bu kadar az konsantre olmuş hiç değiller. Ama perdeleme yaptıkları oyuncular o kadar inatla mücadele ediyorlarki o an oraya odaklanan gözler orada güreş müsabakası var zannedebilir.
Artık mücadelenin, sertliğin, oyuncuların pozisyon tanımaksızın pas, dripling, şut yetenekleriyle birlikte hem dirençlerini ve fizik güçlerini geliştirmeleri hem oyun görüşleri ve organizasyon yeteneklerini üst düzeye çıkartmaları sebebiyle bu düzeyde oynanan basketbol başka bir boyuta sıçradı.
Artık Avrupa'da bambaşka bir düzey çıktı ortaya ve biz, Efes'le birlikte o düzeydeyiz. Başka ülkelerde de özellikle Eurolegue takımları ve diğerleri arasında böyle bir açı ortaya çıktı ki kapatılması çok güç artık. Sanki bütün sezon bu final öncesi antrenmanmış gibi, sanki Fenerbahçe ve Efes her maça asılsalar sezonda sadece birbirlerine yenilirlermiş gibi hissettim. Avrupa liglerinde de benzeri tablolar var. Rusya'da CSKA, Yunanistan'da PAO bambaşka boyutlardalar. Partizan'ı Sırbistan'da da, Adriyatik'te de geçmek imkansız. Siena, Benetton gibi güçlü bir rakibiyle antrenman tadında maçlar yapıp finale çıkıyor.
Ergin Ataman'ın geçenlerde bir önerisi vardı. Tam da bu saydığımız sebeblerle artık ligin normal süresindeki maçların formalite maçlara dönüştüğü ve Adriyatik, Baltık ligleri benzeri çevre ülke liglerinin üst düzey takımlarından oluşacak bir üst lige ihtiyaç olduğunu söylüyordu.
İlk bakışta mantıklı ama korkutucu olan şu; makas gitgide açılıyor, yukarıdakiler ve aşağıdakiler arasındaki fark artık sadece aynı oyunu daha iyi ve daha kötü oynayan takımlar arasındaki fark değil.
4 Haziran 2009 Perşembe
1994-95 final serisi, bisküvi, çikolata ve Tuborg altın fıçı
3 Haziran 2009 Çarşamba
Şampiyonlar
Diğer liglere de kısaca değinelim.
Avrupa basketbolunun okullarından birisi olan Litvanya'da ülkenin en önemli basketbol kültürü sayılan ama ekonomik sorunlar içerisinde debelenen Zalgiris Kaunas lider tamamladığı ligde şampiyonluğu Lietuvos Rytas Vilnius'a kaptırdı. Rytas Baltık liginde de yeşilleri geçmiş, Ayrıca Eurocup şampiyonluğunun yanısıra Litvanya kupasınıda almıştı. Son yıllarda arkasında ülkenin en güçlü medya şirketi Lietuvos Rytas'ı alarak Zalgiris'e oranla daha başarılı sonuçlar alan başkent Vilnius'un takımında Litvanya'lı olmayan 2 oyuncudan birisi Amerikalı Chuck Eidson Eurocup'ın en değerli oyuncusu olduktan sonra Avrupa transfer borsasınında en önemli isimlerinden birisi oldu.
Eurocup şampiyonu Lietuvos Rytas'da Chuck Eidson finalin MVP'si olmuştu
Tam 48 kez bu tepsi bu tepsi şeklindeki kupayı kazanmışlar
Bol sıfırlı sözleşmelerle sezonu açan ekiplerin ekonomik krizin patlayıp, petrol ve gaz fiyatlarının dibe vurmasıyla sözleşmeleri çöpe atıp kendi altyapılarından yetişen oyunculara sarıldığı Ukrayna'da Azvomash Mariupul BC Kiev'i yenip şampiyon olmuş. Garibim El-Amin kalsa bir şampiyonluk yaşayacaktı orada. He o kalsa, onun oynadığı takım şampiyon olabilirmiydi o ayrı.
2 Haziran 2009 Salı
Triple Crown 2009
Kabak tadı
Öncesinde Sovyetler Birliği döneminde de ligi domine ederlerdi. 24 şampiyonlukları da orada var. O zamanlar en güçlü rakipleri Litvanya'lı Zalgiris'ti ama S.S.C.B'nin komünist partiyle birlikte en nüfuzlu kurumlarından birisi olan ordunun takımı olmanın avantajıyla Litvanya'nın yetenekli basketbolcularını da orduya alıp CSKA bünyesine katarak gücüne güç katardı. Rusya basketbolunda bir nevi CSKA hegemonyası var.
Final serisi başlıyor
Ne olursa olsun final serisinin iki takım açısından da kolay geçmeyeceği kesin, her ikisi de çok çetin maçlar çıkartarak gelmediler finale ama play-off'larda vites yükselttikleri açıkça belli oluyor.
2 sezon önce yıllar süren şampiyonluk özlemine son verdiğimiz Efes final serisine favori olarak çıkmamış ama takım olmanın, kazanmayı bilmenin, yardımlaşmanın, her koşulda yenilgiyi kabul etmeyip maçları kopartıp alma insiyatifini cüretini gösterebilmenin kendinden daha bütçeli daha derin kadrolara karşı bile üstünlük kurmanızı sağlayabilen etkenler olduğunu kanıtlamış yürekli takım seride büyük üstünlük sağlamıştı Efes'e.
Geride kalan 2 yıl içerisinde bu takım kazanmayı çok daha iyi öğrendi, Euroleage'de hatırı sayılır işler yapıldı, 2. şampiyonluk kazanıldı derken altın oranı bulan kimyacı Aydın Hoca'nın formülüyle oluşturulmuş takım gün geçtikçe daha savaşçı ve kazanan olmayı becerdi. Sezon başında bu takımı topu daha fazla paylaşan ve kişilerin bireysel insiyatifine bırakmayan bir yapıya kavuşturacağız diye yapılan revizyonun bu saydığımız özellikleri ciddi biçimde erezyona uğrattığını hep savundum ama neyse ki henüz yerel lig elden gitmeden müdahale edildi.
Az çok takım eski sertliğine, direncine kavuşmaya başlamış gibi duruyor.
Ama final serisinde son 2 yılki kadar rahat olamayacağımız herkesin ortak fikri. Zira herşeyden önce başarıya daha aç ve artık geriden gelen bir Efes var. Uzun yıllardır hiç olmadıkları kadar kazanmaya motive olmuş biçimde çıkıyorlar Fenerbahçe maçlarına.
Geçen yılki kan değişimiyle dirençleri, kazanma azimleri dibe vurmuş, sıradan bir takıma dönüşmüşken bu yıl adım adım kazanmayı bilen bir takıma dönüştüler.
Gerçi Efes için uzun süredir üst düzeyde maç oynamıyor oluşu bir handikap olabilir, lige verilen arada Rusya'ya gidip CSKA'yla oynayarak bu sorunu aşmaya çalıştılar ama final serisinin zorlu maratonuna zayıf ısınma turlarıyla dalacaklar.
Muhtemelen çok gergin geçecek bir seri yaşanacaktır. Şampiyonluk yaşamadan geçirilen 4 sezon Efes için uzun bir süre sayılır. O 10 maçlık galibiyet serisi yaşadığımız günlerdeki Efes geride kaldı. Kazanan kim olursa olsun kolay olmayacaktır.
Kısa rotasyonumuzda sorunlar yaşayarak giriyoruz final serisine, Griçek'i hiç hesaba katmamak daha doğru olur. Ama Ömer Onan'ın sakatlığı ciddi bir sıkıntı yaratabilir. Her ne kadar sakatlığı geçmiş olsa da Telekom serisinde neredeyse hiç yer almadı ve maç ritmini sağlaması zaman alabilir. Telekom serilerinde Mrsiç onun yerine ilk 5 başlamıştı ve özellikle Serkan'ı durdurabilmek için savunmada muazzam bir güç harcamıştı ama Efes'in kısa rotasyonunun tam kadromuzla bile başa çıkılması zor bir güç olduğunu kabul etmek lazım. Formda ve güçlü bir Ömer Onan Solomon'la birlikte Efes'in iyi penetre eden, şuta çabuk karar verip uygulayan Charles Smith, Ender, Kerem, Bootsy Thornton gibi etkili kısalara baskı kurup onları top kaybına zorlayabilecek olmazsa olmaz ikilidir bu seri için.
Marques Green'in El-Amin gibi akılla değil inatla zorlayarak oynayan bir guardı sahadan silmiş olması yanıltıcı olabilir. Zira Efes'te onun gibi eski model bir oyun kurucu ( yada bozucu mu demeli ? ) yok.
Kısalar konusunda çok fazla seçeneklerinin olması onlar için ciddi bir avantaj ayrıca Ayhan Şahenk kabusunu da hesaba katmak lazım. Bu sebeble ilk maç kilit önemde. Serinin kalanında bu salonda kazanamıyoruz baskısını hissetmemek için ilk maçı kazanmak çok iyi olacaktır.
Uzunlarımız için de asıl mücadelenin şimdi başlayacağını söyleyebiliriz. Sakatlıktan yeni dönmüş Chris Lang, takıma henüz tam olarak oturamamış Bajramoviç, formsuz ve yaşlandıkça iyice tek yönlü oyuncu haline gelmiş Dudley'e karşı içerden oynamayı tercih ettiğiniz anda zaten üstünlük kurabilecek yetenek ve fizik gücüne sahipsiniz ama Efes'in uzunları pota altında işleri zorlaştıracak ve pisleştirecek cinsten. Asıl gümbürtü orada kopacaktır.
Hücumda Oğuz'un üzerinden oyun kurduğumuz zaman bu takımı durdurmak gerçekten zor oluyor zira her noktadan şut kabiliyeti olan 2.10'luk dev bir cüsse oyunu iyi okuyabiliyor ve şutörlerinin pozisyonlarını iyi takip ediyorsa onu tek bir şekilde durdurma şansınız yoktur. Ama Tanjeviç bu üstünlüğü ne kadar kullanmak ister yada tam da bu üstünlüğünü kullanırken Oğuz'u kenara alıp gözünün önünden ayrılmasın ister mi onu bilemeyiz.