24 Haziran 2010 Perşembe

Bu Oyunun İçinde Yokuz …



Bu Oyunun İçinde Yokuz …


Uzun yıllardır Fenerbahçe tribününde renktaş olarak yan yana duran Vamos Bien üyeleri olarak beş yıl önce "Hasretinden Yandı Gönlüm" pankartıyla grup olarak davranmaya başlamaya karar verdiğimizde, tek amacımız, Fenerbahçe sevgisine ve tribün kültürünün zenginliğine katkıda bulunmaktı.

O günden beri, beş yıl boyunca, hedefleri doğrultusunda yoğun emek harcayan grubumuz, geçtiğimiz yıl ebedi dostlarımız Grup CK ve ÜNİFEB'le omuz omuza vermek amacıyla Maraton tribününden okul tarafı kale arkası tribününe geçti.

Okul tarafı kale arkasında üç grubumuzun üyeleri arasında kurulan samimi ilişki sonucunda, "endüstriyel futbol" tarafından unutturulmaya çalışılan dostluk,paylaşım, fedakarlık ve dayanışma gibi temel değerler hayata geçirildi ve sezon boyunca bütün Fenerbahçelilerin haklı olarak gurur duyduğu önemli işlere imza atıldı. Bütün rakiplerimizi kıskandıran bir tribün zenginliği yaratıldı.

Bunca yıldır yaratılan onlarca güzelliğe rağmen, üzülerek de olsa, Vamos Bien grubu olarak bugünden itibaren tribün faaliyetlerimizi süresiz olarak askıya aldığımızı bütün renktaşlarımız, kardeşlerimiz ve dostlarımız ile paylaşmak istiyoruz.

Öncelikle,
Geçtiğimiz sezondaki Kayserispor maçı sonrasında çıkan ve aslında yasa uygulayıcılarının gereksiz ve anlamsız müdahalesi sonrasında büyüyen olaylar sonucunda içlerinde grup üyelerimizin de bulunduğu, her üç gruptan, 14 renktaşımız altı ay spor müsabakalarından men ve toplam 24 bin 38 TL para cezası aldılar. Bu cezalar grup üyelerimizin bugüne kadar aldığı ilk ceza değil. Daha öncede bu tür cezalar her üç grubun üyelerine de farklı zamanlarda uygulandı. Kayserispor maçı sonrasında verilen cezaların da tek maçlık bir yanlış anlama ve emniyetin hatalı müdahalesi sonucu gelen cezalar olarak görseydik, daha önceki haksız cezalarla hukuk yoluyla nasıl mücadele ettiysek bu cezalarla da aynı şekilde mücadele eder, gerektiğinde bütün maddi-manevi ağırlığına rağmen cezaları yüklenmekten gocunmazdık. Ancak sezon sonunda yasa uygulayıcılarının yaklaşımlarını ve kulüp yönetimimizin söz konusu yaklaşımlara karşı duyarsızlığını gördüğümüzde bunun artık bir maçlık hata değil tribünlere yönelik genel bir stratejinin parçası olduğunu açık olarak gördük.

Bugün yürürlükte olan ve çeşitli maddeleri daha da ağırlaştırılmaya çalışılan 5149 sayılı “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesi Yasası” futbol dünyasının gerçeklerinden uzak, tribün kültürünü ortadan kaldırmak isteyen, tek taraflı hazırlanmış bir yasadır. Öznel kriterlerle, canın istediğinin suçlandığı, suçlanan kişinin savunma bile yapamadan cezalandırılmasının zeminini oluşturan bu yasa, en basit hukuk ilkelerini bile ayaklar altına alarak taraftarlara yönelik bir tehdit unsuru olarak rahatlıkla kullanılmaktadır.

Ne gariptir ki, çıkış manifestosunda sporun her tür şiddete alet edilmesine karşı çıkan ve bu konudaki hassasiyetini defalarca ispatlamış olan grubumuzun üyeleri, aleyhlerinde hiçbir delil olmadığı halde, bütün kamera görüntülerinde ve binlerce seyircinin gözünün önünde onlarca emniyet görevlisi tarafından şiddete maruz bırakıldıkları görüldükleri halde bir spor müsabakasında “şiddet uyguladıkları” iddiasıyla ceza alabilmektedir.


Buna karşılık,
Üç grubun yaptığı her güzel işi sahiplenip, kulübün resmi organlarında övünerek paylaşan, stadımızın duvarlarına yapılan güzel işlerin resimlerini asan Fenerbahçe yönetimi ise, ne yazık ki, temel hukuk kurallarına ve ilkelerine aykırı biçimde, savunma hakkı bile tanınmayan renktaşlarımızın yanında olmak yerine, sessizliğini koruma hatta haksızlığı yapanlara "teşekkür etme" yolunu seçmiştir.

Yönetimimize çok iyi bildikleri bir gerçeği tekrar hatırlatmak isteriz: Futbolun gerçek ruhunu oluşturan sayısı arttırılmış seyirci kalabalığı ya da "bindirilmiş kıtalar" değil, coşkulu tribünlerdir. Tribünler taraftarın sadece maç seyretmek için oturduğu alanlar değildir. Taraftar için tribünler, coşkunun, şenliğin, şamatanın, mizahın, yaratıcılığın, hüznün, hayal kırıklarının beraberce yaşandığı toplumsal alanlardır. Taraftarın duygusallığa dayalı bu sevgisi bugün “endüstriyel futbol” sisteminin sözcüleri tarafından “fanatizm” adı altında “suç biliminin” kavramlarıyla değerlendirilmekte, cezalandırılması gereken bir suç gibi gösterilmektedir. Parayla ölçülemeyen bu değerler, hakim piyasa sistemi tarafından "suçlanarak" dışlanmak istenmektedir. Gündelik yaşantımızın başka alanlarında da gözlemlediğimiz bir yöntemle, futbolun tümüyle bir piyasa, paranın konuştuğu alana dönüştürülmesi projesi ile sert polisiye güvenlik önlemleri beraberce geliştirilmektedir.

Fenerbahçe tribünleri bugün endüstriyel futbolun savunucuları ve sporda şiddeti önleme yasasının uygulayıcıları tarafından bir laboratuar olarak kullanılmaktadır. “Fanatizm” damgası altında, “karşılıksız sevgi”sini yaşayanlara yönelik açık bir savaş yürütülmektedir. Bu savaş ister farkında olsun ister olmasın, tribünlerimizdeki bütün taraftar gruplarını hedef almıştır. Bu tek taraflı savaşın temel amacı tribünlerin çok sesliliğini, çok renkliliğini ortadan kaldırıp; “endüstriyel futbol”ca makbul görülen, tüketmekten başka bir özelliği olmayan, piyasa kurallarına göre hareket eden, tek tip, sevgisiz, "sadece harcadığı paranın hesabını soran", bir seyirci profilini oluşturmaktır. Taraftar grupları ise anti-demokratik, hukukun en temel ilkelerine bile aykırı olan yasayla pasifize edilip, "havuç-sopa" yöntemleriyle, yönetim ve yasa uygulayıcıların sözlerinin dışına çıkmayan "uslu çocuklara" dönüştürülmek istenmektedir.
Fenerbahçe tribünlerinde başlatılan bu deneyim başarılı olursa dalga dalga diğer tribünlere de yayılacaktır. Bugünden hangi renge sevdalı olursa olsun bütün tribün emekçilerine söyleyecek tek lafımız var: " Anlatılan senin gelecekteki hikayendir!"

Ve son olarak,
Fenerbahçe tribünleri olarak dayanışmadan yoksun ve grup çıkarlarını genel tribün çıkarlarının önüne koyan bir yaklaşımla hikayenin sonunu getirmek mümkün görünmemektedir. Her geçen gün kendi içini yiyerek parça parça bir yok oluşa doğru gidilmektedir. Geçmiş deneyimlerin ışığında yaşananlar sanki tarihin tekerrürü gibidir. Birlikte davranabilme yeteneğinin gelişmesi gereken yerde ve anda tam tersi refleksler devreye girmektedir. Bu gidişin sonu bizim gideceğimiz yol değildir.

Aldığımız karar mücadeleden kaçma anlamına gelmemektedir. Sadece taşların yerlerinin sürekli değiştiği böyle bir oyunda yer almayacağımızı ifade ediyoruz. Biz böyle bir oyunda kimsenin oynayacağı bir piyon değiliz. Karşılıksız sevenler için, eğer birlik ve dayanışma yoksa, böyle bir oyunda galip gelmenin imkanı olmadığını biliyoruz.

Bu kararı alırken geride bıraktığımız süre içinde Fenerbahçe tribünleri adına olumlu, güzel ve önemli işlere imza atmanın vicdan rahatlığını yaşıyoruz.

Evlatlarına en büyük miras olarak Fenerbahçe sevgisini bırakacak olan grup üyelerimiz, bağlayıcı karar olmaksızın bundan sonra da, bireysel olarak Fenerbahçe’mizin yanında olacaklardır.

Faaliyet gösterdiğimiz sürece her zaman yanımızda olan bütün tribün gruplarımıza ve taraftarlarımıza teşekkür ederiz.

Saygılarımızla,

VAMOS BİEN

24.06.2010

11 Haziran 2010 Cuma

Oyuncularımızın final performansları; Emir Preldziç


Birçoğumuz için hala yetenekleri ve beklentilerimiz paralelinde geliştirebilmiş değil kendisini, final serisinde çok daha dominant bir Emir beklentisi olması doğal zira büyük oyuncu olması beklenen bu çocuğun ''alın bu şampiyonluğu ben kazandırdım'' demesi bekleniyor.
Ama harika yeteneklerine, bir çok pozisyonu oynayabilme becerisine, hücumda çok fazla alternatifleri olmasına karşın belki de en önemli zaafı olan istikrarlı bir şutör olamaması ondan beklenen türden patlamayı yapmasını engelliyor belki de.
Bazen mesela 4. maçtaki gibi çok kritik anlarda kritik şutları sokup maçları çevirevbilir ama hiç kimse o bomboş şuta kalktığında nasılsa sokar rahatlığında olamıyoruz.
Buna karşılık, mesela 2. maçta takım 3. çeyrekteki geri dönüşünü yaşarken yaptığı gibi oyun zekasını öyle bir kullanırki takımınız rakibinize göre üstün olan yanlarını rahatlıkla kullanabilir.
Emir'i Bodiroga'ya benzetenlere hep karşı çıkmışımdır. Zira Bodiroga her zaman ne yapacağı belli olan ve çok istikrarlı performanslar sergileyen bir oyuncuydu Emir aksine sürprizlere açık bir oyuncu.
O hücum ederken sağdan mı soldan mı drive edecek, yoksa driblingi kesip şut mu atacak bilemezsiniz, penetresini kesmek çok güç çünkü klasik bir bitirişi yok, durup rakibinin koltuk altından elini uzatıp topu potaya bırakmak gibi abuk bitirişleri dahi var.
Final serisinin patlayan bombası olamadıysa da, takımın hücumda sıkıştığı dönemlerde önemli katkılar sağladı. Ama onun yetenekleri ölçüsünde katkı verdiğini söylemek güç.
En önemli özelliği olan asistçiliğini en çok kaybedilen iki maçta kullanmış olması ilginç bir not. Belki de işler iyi gittiğinde değilde, hücumda sıkıştığımızda onun eline daha çok bakmış olmanın getirdiği bir sonuçtur bu.
21.56 süre ortalamasıyla oynayıp, 7,5 sayı ortalaması tuturmuş, Toplamda 12 asist yapmışki,2 asist ortalamasının onun için iyi bir rakam olmadığını söylemek lazım. Skora bu kadar az etki etmişken maç başına 2,3 top kaybı yapmış olması da önemli bir handikap.

9 Haziran 2010 Çarşamba

Oyuncularımızın final performansı; Semih Erden


Vidmar'la beraber maçlara ilk beşte başladı. Artık deneyimiyle bu takımın kazanma iradesini sahaya koymasında başrolü oynayan oyunculardan birisi olmasını bekliyoruz. Ama onun hırsı mesela Ömer Onan'ınki gibi takımını ateşliyen, rakibine gözdağı veren cinsten değil çok zaman kendisini de dağıtan bir kazanma isteği var onda. Halen olgunlaşamayan bir yanı var.

Pota altında Oğuz gibi yerleşik bir savunmaya karşı, arkasında savunmacısı varken ve arkası dönükken sayı bulabilen bir oyuncu olmadığı için skor üretebilmesi için yardımlaşmalı oyunlarla ve kısaların penetreleriyle rakip savunmanın dengesinin bozulması lazım. Bir başka deyişle onun ne kadar sayı bulup bulamadığı daha çok takımın Semih'i ne kadar oynatıp oynatamadığıyla ilgili oluyor.

Vidmar'la birlikte oynadıklarında, Efes eğer 4 kısalı sistemi tercih etmişse çok etkili oldu. Bun da Vidmar'ın uzundan uzuna paslarla arkasında kısa bir savunmacıyla kalan Semih'i beslemekte ısrarcı olması etkiliydi.

Savunmadaki gayreti, agresifliği önemli detaylardı ama yetenekleri ve hırsı ondan pota altında patlamalar yaratacak performanslar beklememize sebeb oluyor. Misal onun kol uzunluğu 6 maçlık final serisi boyunca 1 bloktan daha fazlasını vaadediyor bize.

Ortalamalar; süre 19,32 sayı 6,8 ribaund 3,7 asist 1

Oyuncularımızın final performansı; Oğuz Savaş


Ertuğrul Erdoğan'ın final serisi boyunca rolleri ve süreleri derli toplu dağıtması sayesinde sahada olduğu süre boyunca nihayet gerçek bir pivot olarak oynayabildi.

Cüssesine göre hayli gelişkin meziyetleri ve oyun zekası sebebiyle gayet tehlikeli bir hücum silahı olmasına rağmen, dayanıklılık, güç ve devamlılık sorunları olduğu aşikar. Çabukluk konusundaki sıkıntılarının ise hücumda değil savunmada yaşandığını düşünüyorum.

Efes Pilsen'in pota altı savunmasının, oyun anlayışları ve kadro yapıları sebebiyle yumuşak ve güçsüz olmasına karşın Oğuz'un seri boyunca 8,3 sayı ortalaması tuturmuş olması onun eksi hanesine yazılmalı. Aldığı süre maç başına 14,7'yle sınırlı ama yine de onun gibi muazzam pota altı yeteneklerine sahip bir uzunun yıllardır örtemediği defolarının; savunmadaki yavaşlığının, sertlik karşısında dağılıyor oluşunun ve devamlılık sorunlarının bu kadar az süreler almasının temel sebebi olduğunu artık anlamalı.

Dikkat çekici bir nokta; seri boyunca koçun onu yüksek postta neredeyse hiç kullanmamış olmasıydı, son iki sezonda maç başına ortalama 1 üç sayılık atış kullanırken final serisinde 6 maç boyunca sadece bir kez (onu da atıp atmamayı uzun süre düşündü) dış şut kullanmış olması, koçun onu tam anlamıyla boyalı alanda kullanmaya hazırlamış olduğunun bir işareti.

Sezonun önemli bir bölümünde, Fenerbahçe'den ayrılacağı dedikoduları ortalıkda dolaştı, Tanjeviç'in rotasyonundan memnun olmadığı sır değil ama final serisi boyunca şampiyonluğpa olan inancı ve takımıyla arasındaki olan aidiyet bağı diğerlerinden farklı değildi.

Final istatistikleri şöyle; ortalama süre 14,7 sayı 8,3 ribaund 2,8 asist 1,2.

Daha iyisi gelmedi


Ölüm yıldönümünü iki günle kaçırdık.

Yeryüzünde şu oyunu oynamış olan en yetenekli adam.

Hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı olsun klişesi gibi bir hayat.

WNBA'de bizim kızlar


Amerikan basketbolunu sevdiğimden değil ama bizim kızlar orada oynadıkları için WNBA'e göz atma ihtiyacı hissediyorum.

Taurasi ve Penny'nin takımı geçen yılın şampiyonu Phoenix Mercury sezona çok kötü başladı. Batı konferansında 3 galibiyet 5 yenilgiyle 3. sıradalar. Son olarak Sparks'a deplasmanda 92-91 yenildiler.

Taurasi ve Penny'nin istatistikleri gayet iyi ama Cappie Pondexter'in gidişinin takımı feci şekilde etkileyeceğini iddia edenler şimdilik haklı çıkmışa benziyor.

Batı konferansında Seatle Storms 8 galibiyet 1 mağlubiyetle lider durumda ki Sue Bird, Lauren Jackson, Camille little, Swin Cash'li kadrolarıyla zaten dudak ısırtıyorlar.

Oyuncularımızın final performansı; Lynn Greer


Greer, Euroleague'de final four oynayacağız lafını duyduğumuzdan bu yana geçen 3 yıllık zaman diliminde Fenerbahçe kadrosuna bir Euroleague takımından yapılan ilk ve tek transfer.
Onun hücum yeteneklerini tartışmak anlamsız, hem şutu var hem de kendi pozisyonunu kendi oyunuyla hazırlayabilecek yetenekte. İçeriye her dalışında müthiş fundementali ve koordinasyon yeteneğiyle faul alsa dahi pozisyonunu kaybetmeyip topu çembere rahatlıkla bırakabiliyor. Oyuna ısındıktan sonra peşpeşe sayılar bulmasını engellemek neredeyse imkansız, atletik olarak çok gelişmiş değil ama dengesi ve fundementali müthiş.
Tabii tüm bu artılarına rağmen onun sertlikten hoşlanmayan tarzı, savunma zaafiyetleri, fizik zayıflıkları ve yavaşlığı takım oyunu açısından önemli handikaplar doğuruyor.
Elbette onun hücum yeteneklerini gözönünde bulundurunca onu sahada tutuğunuz dakikalarda bu handikapları yaşamayı göze alacaksınız. Bu sürelerde diğer kısaları iyi savunmacılardan seçmek zorunda kalıyorsunuz mesela.
Greer müthiş bir skorer olmasına rağmen final serisindeki katkısı üst düzeyde olamadı. Bence bundaki en önemli sebeb takımda gerçek anlamda tek 1 numara bulunuyor olması.
Serinin ilk 2 maçında Greer Ukiç'İn yedeği gibi kullanıldı. Greer'in tipik bir özelliği topu getiren adam olarak oynadığında hem kendi verimi azalıyor hem de takımı hücum ettirmeyi beceremiyor, önde baskıyı yiyince topu çok erken tutması sebebiyle uzunlar yüksek posta çok uzak noktalarda screene gidiyorlar ve bu durumda uzunlarla oynanacak ikili ouyunlarda oynanamıyor.

Oysa onu 2 numara olarak oynatıp, baskı altında top çıkarma görevine hiç bulaştırmadığınız zaman kendi ekmeğini kendi pişiren bir skorer olarak çok tehlikeli olabiliyor.

Yalnız burada dikkat edilmesi gereken mesele de şu; final serisi boyunca kısalardan Kinsey ve Ömer Onan agresif ve istekli savunma yaparken takımın birinci guardı Ukiç'in savunmada yeterli düzeyde olmaması Greer'in savunmada olması gerekenden fazla sırıtmasına yol açtı.

İlk 3 maçta Greer gibi bir skorerden beklenmedik derecede etkisiz bir performans gördük. Büyük atıcılar bazen atar ama sokamazlar, bu gayet doğal ama Greer ilk 3 maçta sadece 4 sayı atarken toplamda 4 şut kullanmış. Bu kadar insiyatif almaktan uzak görüntüsünü açıklamak kolay değil. Buna karşılık 4. ve 5. maçlarda Ukiç sahada yokken daha çok Preldziç guard olarak tercih edilince gerçek pozisyonunda oynayıp kritik sayılar buldu. İlk 3 maçın durgun adamı sonraki 2 maçta 26 sayıyla oynadı.

12,7 dakika ortalamasıyla süre alıp, 5,3 sayı, 1,2 riabunt ve 0,8 asist ortalaması tuturmuş.

Greer için hayli kötü rakamlar olarak kabul edilmeli.

Ama 4. maçtaki 14 sayılık katkısı önemliydi.

Oyuncularımızın final performansı; Damir Mrsiç


Son maçta oyunda kaldığı kısa sürede sağ taraftan gönderdiği ve çemberin içinde yarım tur atıp giren top kaptanın veda öpücüğü gibiydi.

Final serisi boyunca Ertuğrul hocanın rotasyonu kullanırken çok fazla denemelere girişmediğini gözledik. Belli ki onun kafasında Damir'i fazlaca kullanmak yoktu. Savunma zaafiyetli kısalardan Greer'i tercih edip Damir'i neredeyse sadece 2. maçta, 16 dakikayla kullandı. Bu maç dışında sadece 2 maçta daha görev aldı. Bu 2 maçtaki toplam süresi ise 12,33.

İlk 2 maçta takımın belki de en güvenilir hücumcusu olan Greer'in Ukiç'in yedeği gibi kullanılıp, topu getirme göreviyle meşgul olurken hücumda hiç bir varlık gösterememesi üzerine 2. maçta Damir adeta kurtarıcı gibi sahaya sürüldü. Bu maçta oyunda kaldığı süre boyunca neredeyse tüm hücum setleri onun üzerine çizilmişti. Zaten o maçta 16 dakika içerisinde 6 üçsayılık atış kullandı.

Şaşırtıcı olan bu maçta ona bu kadar bel bağlanmışken serinin kalanında neredeyse hiç görev almamasıydı. Bunda Greer'ın 4. maçtan itibaren gerçek skorer kimliğini ortaya koyması da olabilir. Zira Ertuğrul Erdoğan daha sert ve özellikle zone presste etkili bir takım yaratma adına Greer'la Damir arasında tercih yapmış olmalı. Zaten Rakoceviç, Smith hatta Ender gibi çok dikkatle savunmanız gereken öldürücü şutlara sahip kısalara sahip bir takım karşısında Greer ve Mrsiç'le savunma yapmak önemli bir handikap.

Bu noktada Mrsiç'in savunma yapma konusundaki gayretlerine lafımız yok, olamaz. Ama sonuç olarak yaşlandıkça yavaşlayan ayakları dert oluyor.

Yine de özellikle iç saha maçlarında kısa sürelide olsa kullanılabilirdi diye düşünüyor insan. Zira onun attığı bir üçlüğün sadece 3 sayı anlamına gelmediği, tribünleri, takımı coşturan, katalizör görevi gören bir etki yarattığı gözden kaçmamalı.

Kaptan seri boyunca 3/8 üçlük, 1/1 ikilik atıp 11 sayı üretebilmiş.

8 Haziran 2010 Salı

Oyuncularımızın final performansı; Tarance Kinsey


Kinsey'in Fenerbahçe kadrosundaki yeri tartışılabilir, onun yerine savunması daha güçlü, daha sağlam ve daha istikrarlı bir Avrupa'lı oyuncuyu tercih edenler olabilir ama onun final serisi boyunca şampiyonluğa verdiği katkı yadsınamaz.

Fenerbahçe'nin Efes Pilsen'e üstünlük kurduğu tempolu oyunda, hızlı hücumlarda hem ribaundlardaki başarısı hem de hızlı hücumlardaki hızı ve çabukluğuyla kilit bir rol oynadı.

Kısa oyuncu pozisyonlarında oynamasına rağmen atletik özellikleri sebebiyle takımın Mirsat'tan sonra en fazla ribaunt alan 2. oyuncusu oldu.

6 maçta toplamda 12 top çalmış ki zaten özellikle son maçta savunma da oldukça gayretliydi.

Halen alan savunmasına karşı hücum etmekte zorlanıyor, halen hücumda top eline geldiğinde çok çabuk hücum kullanıyor ve halen savunmada gayreti ve atletik yetenekleriyle rakiplere ters gelen yapısına rağmen kötü pozisyon alarak aksıyor ama onun agresifliği ve çabukluğu Fenerbahçe açısından önemliydi.

Oyuncularımızın final performansı; Mirsad Türkcan


Mirsad'ın seri boyunca en fazla dikkati çeken özelliği beklenenden farklı olarak takımın oyun düzeninin dışına çıkmama konusundaki gayretiydi.

Hiç çıkmadı diyemeyiz zaten onun kadar oynamayı isteyen bir oyuncunun özellikle hücumda iyi atmaya başlamışken gereksiz zorlamalara hiç girmemesini bekleyemezsiniz ama Mirsad alıştığımızdan daha çok düzen içerisinde oynadı.

Öne daha az çıktı, maçın belli anlarını domine etmek için one man showlara bu kez fazla bulaşmadı ama faydalı olduğu su götürmez bir gerçek.

Onun bu görüntüsünde Ertuğrul Erdoğan'ın övgüyle bahsetmemiz gereken hamlelerinin rolü olduğunu düşünmek lazım. Takımın bir bütün olarak onun çizdiği setlere, onun kafasındaki planlara uygun oynamaya çalışması ve bu konuda Mirsad gibi düzen dışına çok çabuk çıkan bir oyuncunun bile azami çaba göstermesi önemliydi.

23,47 süre ortalamasıyla oynayıp 10.2 sayı, 6,5 ribaunt istatistikleri tutturmuş. % 50'yle 3 sayılık isabet bulmuş olması da ilginç bir not.

Oyuncularımızın final performansı; Ömer Onan


Onun performansını anlatırken istatistiklere hiç gerek duymazsınız. Onun sahada ortaya koyduğu şey rakamlarla açıklanamayacak sadece gördüğünüzde tuttuğunuz takıma göre ya sizi ürkten ya da coşturan bir karakter.

O final serisi boyunca yine takımın yüreğiydi, seri boyunca şampiyonluğu daha fazla isteyen taraf olan Fenerbahçe'nin bunu sahada her hareketiyle göstermesini sağlayan kişiydi.

Ateşi o yaktı diğerleri harlandırdı.

Serinin dönüm noktalarından birisi olan 3. maçtaki geriye dönüş sırasında ön alan savunmasında onun çabaları çok önemliydi ayrıca takım gözle görülür biçimde hızlı hücumlarda rakibine üstünlük kurarken onun eşsiz hızı ve bitiriciliği Fenerbahçe'nin hızlı oyundaki başarısını perçinledi.

Takımın en güvenilir savunmacısı olarak zaman zaman Charles Smith zaman zaman Rakoceviç gibi iki muhteşem skor gücüne karşı savaştı hatta son maçta bir önceki maçın penetreleriyle ve asistleriyle kilit oyuncusu olan Ender Arslan'ı savunarak onu da adeta kilitledi.

İstatistiklerinde en ilgi çekici nokta her maçta top çalmış olması, toplamda 8 top kapıp 3 kez top kaybetmiş.

Ortalama 28 dakika sahada kalarak ağır işçilerden birisi olmuş. 8,1 sayı, 1,5 ribaunt ve 1,5 asist ortalamaları tutturmuş.

Oyuncularımızın final performansı; Roko Ukiç


Fenerbahçe kadrosuna sezon ortasında katıldığında takım için elzem bir ihtiyacı gidermiş olduğu için sevinçle karşılamıştık gelişini.

2 hatta 3 numaralardan devşirme guardlarla oynayan ve bu oyunculardan sayı, asist gibi istatistiksel katkılar alabilmesine karşın üst düzey bir guardın soğukkanlı ve takımın ihtiyacı olan tempoyu gerekli olan anda hakim kılacak performanslara aç olan bir takım Ukiç gibi driblingi mükemmel, tempolu oyunda çok etkili ve hücumda penetre yeteneğiyle delici ve potaya rahatlıkla gidebilen ir guarda kavuşunca performansı gözle görülür biçimde arttı.

Hücumda özellikle, refleksleri alışkanlıkları tamamen sette uygun durumda aldıkları paslarla potaya gidecek yolları aramaya yönelik gelişmiş olan Kinsey, Greer gibi oyuncularla topu karşı alana taşımaya çalışınca hem bu oyuncuların skor yapma kapasitelerini etkin biçimde kullanabilmeleri zorlaşıyor hem de rakip alanda yardımlaşmalı hücum edebilmek mümkün olmuyordu.

Ukiç'in gelişi nereden bakılırsa bakılsın, Fenerbahçe'nin hücum düzenini derleyip toplayan bir etki yarattı.

Ama final serisi boyunca, Ukiç'in son nefeste gelen sayısıyla kazandığımız üçüncü maç dahil olmak üzere Fenerbahçe'nin guard sorunu yaşadığını söyleyebiliriz.

Ukiç seri boyunca Fenerbahçe'nin Efes Pilsen'e üstünlük kurduğu hızlı ve tempolu oyunun oynandığı, Fenerbahçe'nin dirençli savunmasıyla ve ribaunt üstünlüğüyle hızlı hücumlara çıkıp rakip savunma yerleşmeden sayılar bulabildiği periyodlarda geminin dümenini başarıyla çeviren kaptan olarak göze battı. Ama özellikle Efes Pilsen'in guarda baskı uygulayıp Fenerbahçe'nin temposunu düşürdüğü, hızlı hücum silahını kullanmasını engellediği dönemlerde ise yerleşmiş ve sert savunmaya karşı sadece bireysel penetreleriyle sonuca gitmeye çalışarak takımın hücum düzenini bozmasında başrol oynadı.

Ukiç final serisi performansıyla, Euroleague seviyesindeki bir takımın aklı, organizatörü olmaktan ziyade oyunun belli dönemlerinde dribling ve penetre yeteneğiyle, hızlı hücumlardaki başarısıyla ön plana çıkabilecek bir oyuncu gibi görünüyor.

Ayrıca maçı kazandırdığı son hücumdaki sayısına rağmen o maçta dahil olmak üzere maç sonlarını doğru oynamadı, oynatamadığı konusunda ısrarcıyım.

2. maçta, takım geri dönüşünü özellikle 3. periyotta ısrarla içeriye topu indirip 2 uzunun boyalı alanda pota altı itiş kakışını ve oyununu pek sevmeyen Efes savunmasını parçalayarak gerçekleştirirken, Ukiç son periyotta bu doğrulardan takımı vazgeçirip ortada sadece 4-5 sayılık bir fark ve bu farkın rahatlıkla kapatılabileceği 4-5 dakikalık süre kalmışken acele ve gereksiz dış şutlara yöneltti takımı.

Ukiç'in bu haline bakınca doğup yetiştiği Hırvatistan'ın değil bize gelmeden önceki son yıllarını geçirdiği NBA basketbolunun izlerini üzerinde taşıdığını söyleyebiliriz. Onun 2 yıl ara verdiği Avrupa basketboluna yeniden alışma dönemi yaşadığını ve önümüzdeki sezon daha Avrupalı guard gibi oynayacağı söylenebilir ama yine de hedefi Euroleague olan bir takımın


guard pozisyonunda Ukiç'i yeterli görmesi riskli bir karar olacaktır.

Ukiç'in final serisindeki istatistiklerine de gözatmak lazım; 6 maçta 29.65 dakika ortalamasıyla sahada kalmış. 10.5 sayı, 1.8 ribaunt ve 4,3 asist ortalamaları tuturmuş. İlginç iki istatistiği göze çarpıyor toplamda 15 top kaybı yapıp sadece 2 top çalmış. genel olarak savunma yönünden zayıf bir görüntü çizdiği zaten söylenmeli, en azından bir guarddan beklediğimiz ön alan savunmasında sertliği ve bezdiriciliği yok. bu Euroleague'de oynayacak bir guard için önemli bir dezavantaj. Kaldı ki kendisi de ön alanda baskıyı yiyince bozuluyor.

Bir diğer ilginç istatistik ise seri boyunca 22 üç sayılık atış kullanıp sadece 5 isabet kaydetmesi.

Özetle Ukiç'in final performansı vasatın üzerine ancak çıktı denilebilir ama ne olursa olsun takımın gerçek anlamda tek guardıyken eğer sakatlığı uzamış ve final serisinde forma giyememiş final serisindeki kadar derli toplu bir takım olamazdık.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Takım olanla olmayan arasındaki fark


ACB'nin Euroleague'den sonra Avrupa'nın en heyecan verici ligi olduğu bir çoklarına göre su götürmez bir gerçek.
Sezon başında ACB'de iki takım; Barcelona ve Real Madrit birbirinden değerli oyuncuları kadrolarına katarken, Saski Baskonia'da başka türlü bir yol belirlenmişti. İspanya basketbolunun önemli ekollerinden birisi olan Bask ekibi sponsor tedbiline giderek artık TAU Ceramica diye değil Caja Laboral diye anmaya başlamışken, kurt koç Ivanoviç'in kulübün geleneklerine uygun bir atılımla yaşı kemale ermeye başlamış yıldızlara teşekkür edip savaşçı ve genç bir kadroyla yola devam etme kararı alması onları bu sezon öncesinin ilgiyle izlenmesi gereken takımlar sıralamasında üst sıralara çıkartmıştı.
Rakoceviç, Mickeal, Ilievski, Prigioni gibi Euroleague'de önemli deneyime sahip yıldızlarıyla yollarını ayırıp mevcut kadroda Tiago Splitter, Stanko Barac ve Mirza Teletoviç'i tutarak kadroyu genellikle genç ve takım oyununa uygun, savaşçı oyuncularla yeni baştan yaratan Ivkoviç'in yardımlaşmaya ve disipline dayalı yeni sistemi en azından ACB'de sonuca ulaştı.
Sezonun hem koç hem de oyuncu transferleriyle en flaş ekibi olan ama sezon boyunca alıp-satmaya devam ederek denemelerine bir türlü son veremeyip doğal olarak takım olmayı da başaramayan Real Madrit'i yarı final serisinde eleyerek finalde Euroleague şampiyonu Barcelona ile eşleştiler.
Bir yanda piyasada almadık oyuncu bırakmayan, kadroyu şişirdikçe şişiren, sezon başından bu yana oyuncularına rolleri dağıtamayan, kazanan olmayı başaramayan, her kritik maçında kader anlarında kaybeden bir topluluk diğer yanda izleyeceği yolu henüz sezon başında belirlemiş olan ve kulüp geleneklerine uygun bir yenilenmeyi başarıyla yapabilen bir takım.
Kazanan elbette takım olmayı becerebilen Caja Laboral oldu.
Messina'nın Avrupa'nın en iyi koçlarından birisi olduğu kazanma geleneğine sahip bir isim olduğu yadsınamaz bir gerçek ama sezon başından bu yana sürekli denedi, sürekli yap-boz peşindeydi. Elindeki oyuncular onun için yeterli olmadı, Kaukenas gibi Avrupa basketbolunun en iyi görev adamlarından birisini daha iyisini almak adına sezon içinde harcadı.
Bu şekilde olamazdı zaten.

Gelene hoşgeldin gidene hiç bir şey




Salon sporlarında dünyanın en iyi isimleri transfer ediliyor, bir kaç sene öncesine dek ancak rüyalarımızda görebileceğimiz kadrolar kuruluyor, önümüzdeki sezon birden fazla takımımız branşlarında Avrupa'nın en üst düzey organizasyonlarında final oynarsa bu hiç kimse için sürpriz olmayacak.


Ama ne olursa olsun, 1.5 sezon çalıştırdığı takıma 6 kupa kazandırmış. Fenerbahçe tarihinin kulüpler bazında en büyük başarısını kazanan takımı saygınlığı, bilgisi, becerisi ve oyuncularına aşıladığı takım olma bilinciyle yaratmış bir hocanın ardından resmi sitende bir teşekkür bile etmiyorsan bu kulüp insani değerlerle yönetilmiyor demektir.


Büyük olmayı güçlü olmakla, zengin olmakla eşdeğer tutan yönetim zihniyeti. Bu kulübe emeği geçmiş insanları bir kalemde silmeye devam ettiği sürece o bizim bildiğimiz büyük kulübe dair tüm değerleri ne yazıkki aşındırmaya devam edecek.

Yağmurlar altında ıslanalım

Fotoğraf geçtiğimiz günlerde WNBA'de oynanan ve Seatle Storms'un L.A Sparks'ı 79-75 yendiği maçtan. Resme bakıp maçın tavanı bitirilememiş bir salonda oynandığını sanmayın. Bu maç City of Carson California'da bulunan 7.000 kişilik Home Depot Center spor kompleksinde oynanmış.
Daha önce 2008 yılında New York Liberty ve Indiana Fever takımları arasında oynanan maç WNBA tarihinin açık alanda oynanan ilk maçı olararak tarihe geçmişti.

4 Haziran 2010 Cuma

Yeni sezonda takımda görmek isteyeceğimiz oyuncular 2; Marko Tomas


Hırvat olsun çamurdan olsun.

Gerçi Marko Tomas çamurdan değil. Fundementali mükemmel bir kısa forvet. Şutu çok keskin. Yüzde 35 lerde üçlük yüzde 50 lerde iki sayılık şutu var. Bileğine güvenebilirsiniz.

İspanya yıllarında fazlaca süre bulamıyordu ama Hırvatistan'a dönünce Cibona formasıyla Euroleague'de harikalar yarattı.

Geçen yıl kötü bir sezon geçiren Cibona tepe tepe kullandı onu. Neredeyse her maçta 40 dakikaya yakın oynadı.

Yeni sezonda takımda görmek isteyeceğimiz oyuncular 1; Matt Nielsen - Marko Banic



Eurocup'ın en iyi 4 numaraları.
Marko Banic hem bu yıl hem de geçen yıl Eurocup'ın en iyi 5 oyuncusu içerisinde yer aldı. Bu sezon normal sezon MVP'si.
Banic'e göre daha sert ve daha deli olarak ifade edilebilecek Avustralyalı Matt Nielsen ise Eurocup şampiyonu Valencia'nın bu sezonki başarısında önemli derecede pay sahibi oldu, ayrıca Eurocup finallerinin MVP'si olma başarısı da gösterdi.

Matt Nielsen, kıta dışından bir oyuncu, Avustralya'lı. Avustralya'dan yumuşak oyuncu pek çıkmaz, Nielsen'de öyle. Avustralya'lı ama kariyerinin büyük bölümünü Avrupa'da geçirdi.

Lietuvos Rytas'la 2 yıllık Euroleague deneyimine de sahip.
Tam bir pota altı savaşcısı. Güçlü ve sert. Arkası dönük olarak da hücum edebiliyor oluşu önemli bir avantaj. Hücumda oldukça dengeli, orta ve uzun mesafe şutu var.

Savunmada güçlü fiziği önemli bir avantaj, fiziğine ve 2.09'luk boyuna oranla hareketli sayılabilir.

Atletik değil ama ağır da sayılmaz.

Neven Spahija dedikoduları Fenerbahçe kulislerinde konuşulurken, geçen yıl onun takımında Eurocup MVP'si olmuş Nielsen'de konuşulsa ne güzel olur.

Bildiğim kadarıyla sözleşmesi sona erdi ama elbette taliplisi çok olur.

Bu sırada yazın onu Dünya şampiyonasında izleme şansına sahip olacağız.

Geçen yıl Eurocup'ta 27 dakika süre ortalamasıyla 10.1 sayı, 5.2 ribaund ve 2.6 asist istatistikleriyle oynamış.

Marko Banic, Nielsen'e oranla daha yumuşak ve fizik olarak daha zayıf. 1984 doğumlu, 2.05 boyunda. Hırvat basketbolunun önemli okullarından Zadar'da yetişmiş. Klasik sistem oyuncusu; disiplinli, yardımlaşmayı seven ve özellikle pick n roll hücumlarda ikili oyunları çok iyi oynayabilen, yumuşak bitirişleriyle önemli bir hücum silahı olabilen bir oyuncu.

4 yıldır ACB'de Bilbao forması giyiyor. Eurocup'ta 12.8 sayı, 3.7 ribaunt ortalaması tutturup sezon MVP'si olmayı başardı.

Teşekkür


Final serisi boyunca her maç sonrası skytürk ekranlarında basketbol panoroma programına konuk olduk.

Taraftar bakışıyla seriye, takıma, tribüne, basketbol camiasına dair söyleyeceklerimizi dilimiz döndüğünce anlatmaya çabaladık.

Taraftar bakışı önemlidir, taraf olarak bakabilmek de öyledir.

Sonuç olarak medyada yapılan programlarda bu işi profesyonelce yapan kişiler belli sorumluluklar alarak ve tarafsız olabilme zorunluluğuyla iş yapıyorlar.

Bizler öyle değiliz, dolayısıyla alternatif bir bakış bir duruş sergilemeye, buralarda dile getirdiklerimizi ekran başında da dilimiz döndüğünce anlatmaya çabaladık.

Bu fırsatı yaratanlara, programa emeği geçen tüm çalışanlara ve elbette özellikle programın sunucusu güler yüzlü, güzel yürekli insan Gürkan Kağan Öztürk'e teşekkür ederim.

3 Haziran 2010 Perşembe

O deliği kapatan adam


Play offlar öncesi takımın önemli defolarından birisine, boyalı alanın belediye oyun parkı serbestliğiyle rakiplere açıldığına bu yazıda işaret etmiştik.

O deliği bu koca cüsseli adam kapattı, dönüşünün şampiyonluğun kilit önemde hamlelerinden birisi olacağını düşünmüştük, yanıltmadı bizi.

Olunca oluyormuş


Dün tribünlerdeki görüntüyü grüp, orada yankılanan sesin, devinen coşkunun sahada kazanmak için yakılan ateşi nasıl alevlendirdirdiğine tanık olunca bu sezon bu takımın 200-300 kişiye oynadığı Euroleague maçlarındaki silik bir karakterle, kazanma arzusu olmadan sahaya çıkarak kapasitesinin çok altında bir sonuçla TOP 16'ya dahi çıkamadan elenişineüzülmemek elde değil.

Efes koçu ortamı bu kadar germese dünkü kadar rakibe baskı yapmaya şartlanmış bir taraftar topluluğu önünde mi oynardı bu takım bilemiyorum.

Ama yine de, bildiğimiz Fenerbahçe taraftarı devreye girince Efes Pilsen gibi Avrupa basketbolunun üst düzey atıcılarından bir kaç tanesini kadrosunda barındıran bir takımı bile periyot başına 10 sayıda tutabiliyormuşuz.

Şampiyon...


Dünkü maçın böyle başlayacağını düşünüyorduk, maçtan önce FB TV'de konuşurken takımın maça Mike Tyson girişi yapabileceğini söylemiştim.

Ergin Ataman'ın geçen yıl şampiyonluğu kazanırken uyguladığı en önemli taktik ortamı germekti, bu sezon da bunu deniyor ama denedikçe sanki kendi silahı bu kez kendini vuruyor gibiydi. Bu gerginlik ortamı dünkü maçta Efes Pilsen'i boğacak, sindirecek bir ortamı iyiden iyiye mayalandırmış görünüyordu.

Fenerbahçe'nin seri boyunca iyi savunma yapıp, savunma ribauntları sonrası çabuk hücuma çıkabildiği, hızlı hücümlarla savunma yerleşmeden atabildiği sürece maçlarda dominant olabildiğini buna karşılık savunma yerleştikten sonra rahat hücum edemediğini ve maçlara bu şekilde denge geldiğini gördük.

Dünkü maça yine çok agresif bir savunmayla başlayıp Efes'i hücumda tek yapabildiği şeye, dışarıdan atmaya mahkum eden şampiyonluğa inanmış takım beklendiği gibi henüz ilk periyotta farkı çift haneli rakamlara çıkartmayı başardı.

Ama asıl kaygı duyduğumuz bundan sonra ne olacağıydı.

Erken bir farkı bekliyorduk ama erken farkın doğal sonucu olarak rakibin ön alanda başlatacağı baskıya karşılık bizim takımın rehavete kapılabileceğini ve hücum düzenini bozup, gereksiz ve acele atışlar yapabileceğini düşündük ama şaşırtıcı biçimde artık maçın geri dönüş ihtimalinin kalmadığı son periyodun ortalarına dek bir an olsun gevşemeyen bir takım vardı sahada.

Bu takımın son 4 sezonda 3 kez şampiyon olması önemlidir. Ömer Onan, Mirsad, Semih, Oğuz gibi oyuncular final oynamayı, finallerde kazanmayı iyi biliyorlar. Dün bunu bir kez daha gösterdiler.

Efes Pilsen fark açıldıkça, hücumdaki tek numarası olan dış şutlara iyiden iyiye bel bağladı tabii bunda 3 periyotta toplam 32 sayıya izin veren Fenerbahçe savunmasının 3 sayı çizgisinden daha yakın bir bölgeye top geçişine izin vermeyen yürekli savunması önemli rol oynadı.

Öyle bir savunma yapıldı ki, ilk periyot bittiğinde Efes Pilsen'in sadece bir tane 2 sayılık şut isabeti vardı.

Kadrosunda Nachbar, Smith gibi usta suikastçileri Rakoceviç gibi Avrupa basketbolunun durdurulması en güç skorerlerinden birisini bulunduran bir takıma 3 periyotta sadece 32 sayı izni vermek akıl almaz bir başarı.

ödünç vermiştik geri aldık

Kaptanın resmi sitesinin giriş sayfası

Ertuğrul hocaya saygı


Kenar yönetimiyle arasındaki köprüleri atmış, oyuncuların kafasına göre oynadıkları, benchte çizilen oyunların uygulanmamasından bıkmış hocanın molalarda oyuncularıyla dialoğa geçmekten bile kaçındığı, karşısında en ufak bir direnç gördüğünde dağılıp yenilgiyi çabucak kabul eden, kazanmak adına sadece atmayı düşünen bir takımı yardımcı koç etiketiyle başladığınız bir sezonda talihsiz bir hastalık sebebiyle devralmak ve devraldığınızda da sizden şampiyonluk beklendiğini bilmek kolay iş değil.

Kaldı ki, şampiyonluk kaçarsa o güne dek türlü eleştirilere maruz kalmış, git denilen (dediğimiz) Tanjeviç'in final serisinde bu takımı toparlayacak vizyona sahip olduğu ama Ertuğrul hocanın bunu beceremediği söylenecekti.

Ertuğrul hoca için sadece denizin ortasında kendisine devrdilen gemiyi kıyıya yanaştırdı demek doğru olmaz. Daha ötesini yaptı; fırtınaların ortasında rotasını kaybetmiş ve yalpalanan gemiyi sakinlikle idare edip bir rotaya oturttu.

Sezon ortasında Euroleague'de ya tamam ya devam maçında bile birbirleriyle yardımlaşarak oynamayı unutan, savunma yapmadan sadece atarak oynayan, maçları idman havasında idare eden takım final serisinde kazanırken rakibi karşısındaki en belirgin özelliği her maçı kazanmak için kendilerini parkelere atan, gözlerinden ateş fışkırırcasına oynayan oyuncuların oluşturduğu takımdaşlık ruhunu ve kazanma azmini sahaya yansıtabilmeleriydi.

Ertuğrul hocanın oyunculara sevgiyle yaklaşarak ve onlara sahada belli özgürlüklerler vererek özgüvenle oynamalarını sağlayan tarzının etkilerini es geçemeyiz.

Israrla kenarda çizilen hücum setlerini uygulamak için topu paylaşan ve birbiriyle yardımşlaşarak hücum eden takımın bu görüntüsünde yine Ertuğrul hocaya oyuncuların duyduğu güven ve saygının rolü büyük olsa gerek.

Seri boyunca her maçta ona belli kusurlar bulduk. zaten bu kadar dinamik ve skoru, senaryosu çok çabuk değişen bir oyunda koçun hatalar yapması kaçınılmaz.

Ayhan Şahank'teki ikinci maçın son periyodunda 1.5 maçtır devam eden ısrarla uzunlar üzerinden hücum etme çabasından vazgeçip, rahatça kapatılacak farkın zorlama dış şutlarla açılmasına ses çıkaramamasında Ukiç'in telaşlı oyunu kadar onu da sorumlu tuttuk, yine Ayhan Şahenk'te oynanan bir önceki maçta sonlarda fark açılmadan alması gereken molayı almadığı için dağılmış görüntüdeki takımın çaresiz kalıp maçı kaybedişinde onun da hataları vardı dedik.

Ama bu hatalar oluyor basketbolda ya da koçun o an yaptığı tercihin sonucu yaptığı tercihi hatalı ve doğru kılabiliyor.

Ertuğrul Erdoğan'ın final serisi boyunca yaptığı 2 iş çok önemlidir, hatta şampiyonluğu kazanan takımın final serisindeki yüksek konsantrasyonlu oyununda kilit önemde hamlelerdir.

Bir kere rotasyonu başdöndürücü ve oyuncuların maç konsantrasyonunu düşürecek hızda değil aksine oyunun ihityaçlarını göz önünde bulundurarak ve oyuncuların aldıkları süreler arasında fazla aralar bırakmadan uygulaması, oyuncuların rollerini ve koçun kendilerinden beklentilerini anlayabilmeleri açısından çok önemliydi.

İkincisi; sezon boyunca hücumdan anladığı kısaların bireysel yeteneklerini kullanarak bire bir zorlamalarla potayı bulmaya, dışarıdan pozisyon yaratmadan şut atmalarıyken bu takımın Efes Pilsen'e göre belki de en güçlü olduğu şeyi yapmasını hücumda topu içeriye, uzunlara indirerek hücum etmeyi bu takımın her bir oyuncusunun beynine işlemiş olması, sezon boyunca kazanılan şuursuz, başıbozuk hücum alışkanlıklarını kırabilmesi şampiyonluğun kilit noktalarındandı.

Muhtemelen Tanjeviç o hastalık illetine yakalanmamış olsa takım final serisinde yine vidaları sıkacak sezon boyunca kendisini esir alan başıbozukluktan sıyrılacaktı.

Ama bu gerçek, Ertuğrul hocanın final serisine bu takımı tam da olması gerektiği gibi hazırlamış olduğu gerçeğini kabul etmemize engel değil.

Ertuğrul hocanın, kenardaki vakur ve saygın duruşunun altında bu takımı şampiyon yapan emeklerini görmeli ona saygı duymalı.

1 Haziran 2010 Salı

Let me introduce you Anna Vajda

Taltif edilen Vidmar


Henüz serinin kilit adamlarından birisi olmaya başlamadan önce Vidmar'ın dönüşünün Fenerbahçe'nin muhtemel şampiyonluğunun kilit noktalarından birisi olacağından bahsetmiştik.
Normal sezonun sonlarına doğru, Ömer Aşık'tan artık faydalanılmayacağı belli olmuşken boyalı alanın özellikle Mirsad ve Oğuz'un birlikte oynadığı bölümlerde piknik bölgesi haline gelmesine bakarak keşke Vidmar geri dönse diye lakırdadığımızı hatırlıyorum.

Serinin ilk maçı sonrası SkyTürk'deki basketbol panaroma programında Marko'yla birlikte Vidmar'ın Fenerbahçe kadrosunda önemli bir açığı doldurduğundan bahsettiğimizde, bu görüşe katılanlar kadar gülenlerde vardı.

Vidmar'ın takımın en skorer oyuncusu olduğu serinin 2. maçı dahil olmak üzere takıma verdikleri ortada. Daha düne kadar Fenerbahçe forması altında mücadele eden hiç bir oyuncuya söylenmemesi gereken lafları isminin önüne sıfat olarak yapıştırdığımız Vidmar hakkında antu da ''Vidmar oyundan alınır mı hoca'' benzeri başlıklar açılması şaşırtıcı oldu. Korkutucu olan ise bir kaç gün öncesine kadar bu kadroda ne işi var denen adamın aynı bilinç bulanıklığıyla çabucak kahraman ilan edilmesi. Muhtemeldir ki, Vidmar mevcut sakarlıklarıyla bir iki top kaybı yaptıktan sonra yeniden itin götüne sokulur.

Oysa doğru bakmak lazım Vidmar'a. Olimpija'da kendisini geliştirdiği ortada ama ülkesinde geçirdiği bir sezon içinde baştan aşağı değiştiğini iddia etmek güç. final serisinde belirgin biçimde gördüğümüz üzere rotasyonun başdöndürücü bir hızda tüm oyuncuları tüketerek kullanmak yerine oynayan oyuncuların ortaya koyabileceklerini maksimum biçimde arttırabilmek üzere kullanılıyor oluşu onun katkısını arttırıyor.

Geçen yıl final serisi boyunca neredeyse her maçta ilk 5 dakikada sahada tutulup, o süre içerisinde pota altı savaşlarını kızdırıp rakip uzunları yıpratmak üzereyken kenara alınıp orada unutulan Vidmar'ın bu kez daha istikrarlı biçimde süreler alması geçen yılki Vidmar'la bu yılki Vidmar arasındaki farkı değerlendirirken akılda tutulması gereken bir etken.
Vidmar'ın final serisi boyunca attıkları elbette önemli ama herşeyden önce, pota altındaki sertliği, doğru pozisyon almayı biliyor oluşu play-off lar arefesinde özellikle Mirsad ve Oğuz'un birlikte oynadıkları sürelerde Fenerbahçe savunmasının boyalı alanı uçurtma uçurulacak kadar özgür bir alan haline getirişinden korkanlarımız açısından rahatlatıcı oldu.

Vidmar'ın kaderinde sevilmemek var, pis işleri yapan oyuncularını sevmemekte oyuna sadece görsel güzellikler tarafından bakanların alışkanlıkları arasında.

Oysa Avrupa basketbolunu NBA gibi show dünyasının gösterilerinden ayıran en önemli niteliklerden birisi oyunun seyir zevki sunan kısımmları dışında, kan ter içinde kalınarak harcanan emeklerle yapılan pis işlerin oyunun sonucunu doğrudan etkiliyor oluşudur. Takım oyunu pis işleri yapanlar bu işleri takım için yaptığının bilincinde olarak disiplin içinde kendinden bekleneni varebiliyor oluşuyla yaratılabiliyor.

Vidmar'ı dünde severdim bugünde seviyorum. Ona karşı oynamak rakip pivotlar için bezdirici olmalı zira hem sert ve inatçı hem de savunmada pozisyon almayı çok iyi biliyor. Hareketliyken ona doğru pası verebilirseniz yüzü potaya dönük olarak çok da etkili hücum edebiliyor. Ayrıca koçunun çizdiği oyunları oynamak konusunda hep ısrarcı serinin ilk maçından itibaren o oyundayken elindeki topları ısrarla Efes'in 4 kısalı oyunununu çökertmek için planlandığı şekilde diğer uzuna indirmek için uğraşıyor.

Ama Vidmar'ın bu yükselişini değerlendirirken gözden kaçırılmaması gereken bir gerçek var. Efes Pilsen müthiş şutör gücüne karşılık zayıf bir pota altı gücüne sahip bir takım. Vidmar gibi fizikli bir oyuncu doğru oynatıldığında Efes'e karşı pota altında üstünlük kurabilir ama Fenerbahçe'nin asıl mücadele alanının Euroleague olduğunu varsayarsak ve o arenada Efes Pilsen'in ligde mücadele ettiği kadrosu kadar zayıf pota altı gücüne sahip takımların çok sayıda olmadığını hesaba katarsak Vidmar'ın önümüzdeki yıl yeniden yetersiz damgası yeme ihtimalinin fazla olduğunu söyleyebiliriz.

6. maç şampiyonluk maçı olmalı


Seri boyunca Fenerbahçe savunma direncini en üst seviyelere çıkartıp, savunma ribauntlarındaki başarısını hızlı hücumlarla tamamladığı sürelerde Efes Pilsen'e karşı üstünlük kurdu.

Buna karşılık, hızlı hücumlara çıkılamadığı yerleşik savunmaya karşı hücum etmek zorunda kalındığı bölümlerde Efes Pilsen'in korkunç atıcılarıyla Fenerbahçe'ye oranla daha iyi hücum ettiği ortada.

Son 2 maçtır Sinan Güler'in ön alanda Ukiç'e yaptığı baskı Fenerbahçe'nin hızlı ve tempolu oynamasına engel oluyor. Efes Pilsen savunmaya yerleştiğinde ısrarla içeriye top indirilemediğinde ise gereksiz ve zorlama atışlar tüm hücum düzenimizi bozuyor.

Bu noktada Ukiç'in gerçek bir lider guard gibi davranıp sertliğe sertlikle cevap verememesi, yerleşik savunma karşısında takımı oynatabilmek yerine sadece penetre yeteneğini kullanmaya çalışması da önemli bir handikap.

6. maç serinin kader maçı; savunmada direnip, yemeden, net ribaundlar çekerek, hızlı hücumlarla öldürücü yumrukları henüz maçın başında atarak başlamak lazım.

Hızlı hücum yapabilmek, rakip savunma yerleşmeden atabilmek olmadığında ısrarla pota altı savunmasında sertliği sevmeyen, 3'den devşirme 4 numaralarla oynamayı seven Efes Pilsen'in bu zaafına karşılık uzunları set oyunlarında kısalarla yardımlaşmaya çağırarak oynamak, inatla uzunlara çember altına topu indirip rakibi oradan vurmak önemli.

Elbette, takım iyi oynadıkça tempo yaptıkça coşan değil, rakibi ıslığıyla, gürültüsüyle, yarattığı sinerjiyle boğan tribün gücüyle oynamak lazım.

Her bir oyuncu kadar o salona gelen her bir taraftarın sorumluluk sahibi olması, oyunun içinde olması gerektiği bilinciyle hareket etmesi gereken bir maç bu.

Oyuncularla birlikte oynanması gereken bir maç. Rakip hakeme, masaya itiraz ettiğinde, aleyhimize düdük çalındığında salonun isyan etmesi, ıslıkların, uğultunun kulakları sağır etmesi gereken maç bu.

Fenerbahçe taraftarının ''Ergin Ataman doping yapsana'' temalı protestosunun çıldırttığı Ergin Ataman'a Fenerbahçe taraftarının sesini kısmaya kimsenin gücünün yetemeyeceğinin gösterileceği, oyuncularımızın adelelerinde güç, yüreklerinde inanç tükenmesin diye boğazlarımızı patlatacağımız maç bu.


Şampiyonluk maçı

2 Haziran Çarşamba Saat : 20:00

Abdi İpekçi Spor Salonu