28 Mayıs 2011 Cumartesi

Finale doğru


Üstüste 5. sezonda finale çıkmak güzel şey. Güzel güzel olmasına da, rakibin belli olmasına ve sonrasında final serisinin başlamasına en az 1 hafta süre varken beklemeye başlamak takım açısından sanıldığı kadar önemli bir avantaj yaratmayacak belki de.
Sezon boyunca alıştığı tempoyu kaybetmiş olan takımın dinlenmekten çok oynayıp hamlığını atması, tekrar forma girmesi gerekiyor gibi geliyor bana.
Efes'in sahada basketbol oynansa kaybedeceğine çoktan karar vermişcesine, ortalığı karıştırıp, gerginlikten istifade edip sürpriz yapma şansı aradığı bu garip maçta kazanırken yine yetersiz, yine bol bol hata yapan, yine sezon ortalarına dek görmeye alıştığımız ciddiyetinden ve istikrarından uzak bir takım vardı sahada.
Sezon başından bu yana takım olmayı becerememiş, tek çareyi ortalığı karıştırıp hakemleri etki altına alarak ve sertlikle rakibi sindirerek kazanma şansı arayan Efes'in savaşçı ama verimsiz basketbolu bu takımı 15 sayı öne geçtiği maçta bu kadar zorluyorsa bundan bir kaç ay önce Euroleague'de final four hedefleyen takımdaki başaşağı düşüşü görmemek olmaz.
Bu takım kendisinden bir kaç gömlek aşağısındaki Galatasaray'a da Banvit'e de final serisini vermez ama yine de 1 hafta belki de daha fazla maç yapmadan bekleyecek olmak takımın ve tek tek bir çok oyuncunun ritmini kaybettiği şu durumda tehlikeli.
İlk Efes maçına bakın, oyuna konsantrasyonu neredeyse tamamamen kaybolmuş, tempoyu yükseltmesi beklenirken değil takımı oynatmak kendisini maçın içine sokamayan Ukiç hayalkırıklığı yaratırken Saras takımın ihtiyacı olan hızlı oyunu sahada hakim kılmıştı. Bugün ise Saras'ın oyun aklı tamamamen kaybolurken Ukiç kritik anlarda doğru kararlar alabildi. İkisinin de bir final serisinde takımına liderlik yapacak hazırlıkta olmadıkları açık. Diğer oyuncular açısından da benzeri durumlar sözkonusu.
Sezon bu takım açısından çok yıpratıcı geçti, sezon boyunca olağandışı süreklilikte sakatlıklar sonucu yaşanan idman eksiklikleri ve fiziksel yıpranmanın üzerine, çok fazla inanılan Euroleague hedeflerinin tepetaklak oluşu özellikle yabancı oyuncularda ciddi anlamda bir boşlama yaratmışa benziyor.
Tabii unutmamak lazım, final serisi her zaman takıma vites arttırmayı, silkinip kendine gelmeyi zorunlu kılar ve bunu sağlar.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Geri dönün


Dün Efes maçının başlarında sanki futbol takımının şampiyonluğunun yarattığı rehavet ortamının etkileri var gibiydi. Beklmediğimiz bir tutukluk değildi bu. Uzun süredir takım ritmini kaybetmiş, sezon boyunca ortaya koyduğu iş disiplininden uzaklaşmış, dağınık ve rahat oyunlarla sonuca gitmeye çalışan bir görüntü içerisinde, savunma yeteneklerini ve kazanma arzusunu agresif bir görüntüyle sahaya yansıtmaktan uzak, kadro kalitesi ve deneyimi sayesinde maç kazanan bir takım vardı bir süredir.
Bu sezonki karakterini Euroleague umutlarının yanında bırakıp lige dönmüş bir görüntü zaten çiziliyordu.
Üst üste gelen sakatlıklar ve yoğun maç programının yarattığı fiziksel düşüşünde etkileriyle haklı olarak vites küçültülüp, aktif bir dinlenme sürecine geçilmiş gibiydi. Garipsememek lazım, oldukça yoğun ve gerilimli bir sezonu beklenmedik ölçüde can yakıcı, moral bozucu sakatlıklara rağmen hakkını vererek yaşadılar. Ligde play off'lar öncesinde biraz sakinleşip, rahatlamak doğruydu.
Dün, maçın başlarında halen yarı final ve final serilerinin gereği olan kazanma arzusu ve agresiflikten uzak bir görüntü çizildi, aslında skorda erken geri düşüş böyle bir tablonun ters yüz edilip, Fenerbahçe'nin kendi kimliğine dönüş sinyallerini vermeye başlaması için belki de gerekliydi. Öyle de oldu Fenerbahçe ancak fark açılmaya başlayınca ısrarla hücum özellikleri ve çemberden topu geçirme becerileri üst düzeyde olan 2 uzunu üzerinden hücum eden Efes karşısında sertleşmeye başladı. Takım savunmasında yardımlaşması ve konsantrasyonu çok iyi görünen rakibi karşısında tempoyu arttırma silahını kullanıp, Tomas'ın agresif penetreleriyle karşısındaki savunma duvarı delmeye cüret etti. Rakocevic'in oyuna girmesiyle birlikte bir süredir alamet-i farikası olan 1 e 1 savunmasında düşüş olan Ömer aslına dönüp, rakibini savunmasıyla boğmaya, takımını ateşlemeye kaldığı yerden devam etti.
Dün maç kazanılıp final için 2-0'la öne geçilerek dev bir adım atıldı, belki de finale çıkmak beklediğimizden kolay olacak. Hatta finalde karşılaşılacak takım, hakikaten bir Efes değil. Ama yine de tehlike sinyalleri yok değil.
Bir kere takımda genel anlamda bir yumuşama var, bu sezon yaşanan sakatlıklar sadece maçlara değil antrenmanlara da hep eksik çıkmayı beraberinde getirdi. Bu çok önemli bir handikap. Takımı biz sadece maçları oynarken görüyoruz ama takımın neredeyse tamamı sezon boyunca çoğu idmanı kaçıracak derecede sakattı. Dün sahanın en iyilerinden olan Tomas'ın ne kadar zorlandığını sık sık kenara gelip tedavi edildiğini gördük. Kaya'nın, Ömer'in, Saras'ın, Ukiç'in, Kinsey'in sezon boyunca sakatlıklarına rağmen tam anlamıyla kendilerine toparlayamadan oynamak zorunda kaldıklarını gördük, doğal olarak bu durum şu anki fiziksel yetersizlikleri doğurdu.
Sezon boyunca ritmini bulacaklar dediğimiz oyuncular halen belli bir standartı yakalayamadılar. Lavrinovic halen yok, Tomas gibi hücumda kavga ederek oynamaya çalışan bir adam ağır işleri yapıyor ama tam anlamıyla ritmini bulduğunu söylemek zor. Kinsey'in sürekli sakatlığı tam bir baş ağrısı, Ömer'in savunmada düşük vitese geçtiği zamanlarda ondan başka ön alanda baskı yapacak oyuncu kalmıyor, Emir artık bu takımın skor lideri olabilmeli ama bazen hiç yok.
Ve Ukiç; Spahija ile birlikte önemli bir değişim geçirip bir lider gibi oynayabildiğinden, tempoyu ayarlayıp, oyunun kaderini çizme iradesini göstermeye başlayabildiğinden bahsediyorduk ama kötü başlayan maçlarda morali bozulup, oyundan düşen ilk oyuncu olması düşündürücü. O takımın birinci guardı ama işleri düzeltmeye soyunmuyor,işler düzelince o da iyi oynamaya başlıyor.
Dün Saras'lı takım tempoyu yükseltip, momentumu ele geçirirken Ukiç oyuna her girdiğinde garip bir kendine güvensizlikle tempoyu Efes'in belirlemesine izin verdi. Yeteneklerinden şüphemiz yok zaten maç sonunda rakibe son darbe vurulurken onun neler yaptığını gördük ama o bölümde takımın ihtiyacı olan tempoyu o deği Saras hayata geçiriyordu.
Uzunların savunmada adeta dökülüyor olması da başka bir sorun. Oğuz hala ham. Lavrinovic henüz iyi niyetin ötesine geçebilmiş değil, Kinsey sakat olmasa kadroda yer alamayacak olan May kader anlarında pota altında rakibe gözdağı veren isim oluyor.
Tüm bunlara rağmen, Spahija hamlaşan takımı molalarda toparlamaya çalışıyor, Saras önce tempo ve agresiflikle uyuyan takımı uyandırıyor sonrasında takım 4 kısaya dönünce karşısında 2 uzunla oynayan takımın dip çizgileri boş bırakmasını fırsat bilip hücumda topları oraya indirip rakibi çökertiyor, karşısında Rakoçeviç'i gören Ömer sahaların kralı hücumcular değil savunmacılardır diyerek kendine geliyor, May çok değerli ekstra katkılar veriyor, Tomas duvar deler gibi hücum ediyor ve Ukiç son anda sahneye çıkıp herşeyi bitiriyor.
Fenerbahçe bu ligin en iyi, en kaliteli ve kazanmayı en iyi bilen ekibi.
Tek ihtiyacı olan tekrar dirilip, sezon başındaki görüntüsüne ve karakterine geri dönmesi.

8 Mayıs 2011 Pazar

En iyi takımla en keyifli takımın finali



Sezon boyunca bu sezonun en önemli şampiyonluk adayları olarak gösterilen Barcelona ve Olimpiakos'tan yoksun final four'da finale saatler kala kısa bir değerlendirme yapalım.
Önce PANA; takım sporlarında istikrarın, kazanma geleneğine sahip olmanın, sabırla çalışmanın önemini bir kez daha göstererek finale dek geldiler. Sezon başında Euroleague seviyesinde yerleri kolay kolay dolmayacak 2 yıldız oyuncusunu kaybeden, hedefledikleri şampiyonluk için oldukça sıradan bir kadroya sahip oldukları düşünülen, yaşanılan sakatlıkların da etkisiyle ilk tur gruplarından dahi zorlukla çıkan Yunan temsilcisinin DNA'sında kazanmak için gerekli her şeyin varolduğunu bir kez daha anladık.
Avrupa'da son 20 yılın kuşkusuz en başarılı takımı onlar ve yine Euroleague tarihinin en fazla kazanan hocasına sahipler. Bu süre içerisinde Avrupa basketbolunda savunmanın öneminin artması ve sertlik kavramının basketbol lügatına girmesiyle beraber Avrupa'nın en iyi savunma yapan takımı olarak koşullar ne olursa olsun, her daim zirveye oynadılar ve çok kez kazandılar.
Sezon başında Spanoulis gibi Avrupa'nın en yetenekli ve yaratıcı kısalarından bir tanesini kaybettiler, yerini zaman zaman EL seviyesinde bugüne dek pek fazla verim alamadıkları Drew Nicholas'la zaman zaman makine düzeninde işleyen Siena'nın önemli parçalarındayken PANA'ya transfer olan savaşçı, iyi bir takım oyuncusu, ceza şutlarının adamı olan ama Spanoulis gibi yaratıcı olmaktan çok uzak kalan Sato'yla doldurmaya çalıştılar. Avrupa'nın en güçlü, durdurulması en zor pivotlarından Pekovic'i kaybettiler, yerini doldurmaya çalışan Maric ve Voigioukas asla onun gibi pota altını tek başına dağıtacak etkinliği gösteremediler ama yine de bugün final oynayacaklar.
PANA'nın yıllardan beri en önemli özelliği oyunu düşük tempoda, sete sete oynamadaki becerileri. Sert savunmayla rakibi yıldıran, EL'nin kuşkusuz en iyi savunmacısı Diamantidis'le rakibin temposunu düşürüp, guardına öldürücü baskı yaparak oyun planlarını sabote eden, 40 dakika boyunca oyundan hiç düşmemeyi beceren, kader dakikalarını yine Diamantidi önderliğinde sakinlikle ve en efektif biçimde oynayabilen bu takımın kaybetmesi her zaman güç olmuştur.
bu sezonki görüntüleri sezon başından 8'li finallere gelene dek vasat seviyedeyken, Barcelona'yı kendi evinde oynanacak F4'ten ederlerkenki dirençli oyunları parmak ısırtan cinstendi.
Hele son maçta, takımın neredeyse herşeyi olan Diamantidis'in henüz 2. dakikada 2 faulle kenara gelmesi ve oyunun büyük bölümünde EL'de şampiyonluğa oynayacak hiç bir takımın kadrosunda düşünmeyeceği Nick Calathes'e emanet etmesine karşın Diamantidis'siz dakikalarda teslim bayrağını çekmemek için takım halinde direnen ve sonunda kazanan takım imrenilecek bir karaktere sahip.
Diamantidis ve Batiste'yi çıkarttığınızda bu oyuncu PANA'yı şampiyon yapar diyemiyorsunuz ama her biri takımı takım yapan unsurların arasında yer alıyor. Finalde maccabi yaratıcı oyuncularının fazlalığıyla rakibine üstünlük kurmaya çalışacaktır ama PANA takım olarak daha dirençli ve yenilmesi daha güç olan bir takım.
Onlar için kilit nokta, tempolu oyununa güvenen Maccabi'yi sete set oyuna mahkum edebilmekte.
Maccabi ise önemli bir değişim sürecine girdi. 2006'dan bu yana F4'ün uzağında kalıyorlar. Her daim önemli bütçelerle harika takımlar kurmalarına ve saha dışını da iyi yönetmelerine rağmen PANA kadar bu seviyeleri oynama becerileri ve deneyimleri yok. Yine de sezonun en başarılı ekiplerinden bir tanesi oldular. Bu sezon belki de Euroleague'in seyir keyfi en yüksek takımı onlar ama PANA'nın sezon boyunca sergiledikleri tempolu oyuna ve açık alanda yetenekli, yaratıcı, skor gücü yüksek kısalarının oyunu domine etmelerine kolay kolay izin vermeyeceği açık. Bu durumda Perkins'siz Pargo'nun çok sert ve konsantrasyonu yüksek savunma karşısında ne derece sabırla hücum edip takımını yönetebileceği ve yedeksiz durumundayken maçın ne kadar süresinde diri kalabileceği önemli. Ayrıca hızlı hücum edemedikçe Sofo dışında tam anlamıyla bir pivota sahip olmayan takımın pota altı savaşında PANA'ya yenik düşeceğini düşünmekte yanlış olmaz.
Gönlümüzün PANA'dan yana olduğunu söylemeden geçmeyelim.