28 Ocak 2011 Cuma

Attığıyla olmasa da tuttuğuyla kazandırır

Nicedir bu çocuğun yüzünü gülerken görememiştik.
Martinez'e peşpeşe 2 blok yapıp maça noktayı koyup, maç boyunca sergilediği yürekli mücadelesinin ödülünü kendi elleriyle kazanınca sezon başından beri yüzüne yerleşen o gergin ve özgüvenini yitirmiş halinden sıyrıldı.
Bu çocuğa güvenmek, kendisine güvenildiğini hissettirmek gerekli.

26 Ocak 2011 Çarşamba

TOP 16 2. maçlar; Zalgiris-Olimpiakos


Bizim grubun ilk haftasının iki kaybedeni için stresi bol maç.
Zalgiris açısından İspanya deplasmanında kazanmak mutlak değildi ama Olimpiakos kendi sahasında Fenerbahçe karşısında yenilmeyi hiç ummuyordu.
Olimpiakos cephesi extra bir mağlubiyet aldığını düşünerek Litvanya deplasmanında mutlaka kazanmk zorunda hissederek çıkacaktır maça.
Sezon başında mali sorunlarla boğuşmasına karşın kadrosunu dağıtmamayı başaran Zalgiris doping testi pozitif çıkan Salenga'yı ve hedef yükselten Mirza Begic'i kaybederken CSKA'dan 2.20'lik Boban Marjanovic'i aldı. Marjanovic kendisinden beklentileri bir türlü karşılayamamış bir pivot, kalburüstü bir hücumcu ama savunmadaki hareketsizliği ve fiziksel dezavantajları sebebiyle yardıma hiç gidemiyor, büyük sorun yaratıyor. Olimpiakos affetmez bunları.
Son yılların balonları Kalneitis ve Delininkaitis iyi guard olamadılar, olamayacaklar gibi görünüyor. Olimpiakos'un en büyük gücü oyunun tüm gidişatını belirleyecek dominant guardlara sahip olmakken onları bu ikiliyle karşılamak zorunda kalan Zalgiris'in işi çok zor.
Tabii unutmamak lazım; Kaunas deplasmanı her daim zordur, Olimpiakos'un en önemli silahları tedosic ve Spanoulis maç zora girerse oyun takımlarının oyun aklını kaybetmesine sebeb olabilirler.
Bizim açımızdan da önemli maç, olaki Olimpiakos kaybeder o zaman grup liderliği dolayısıyla F4 daha somut bir hedef olarak belirir zihnimizde.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Altı üstü 70


Valencia'nın kendi evinde Efes Pilsen'i 62-59 yendiği maç bence Euroleague standartlarının altında ve zevksiz bir oyuna sahne olmuştu. Bu maç aynı zamanda Valencia'nın Euroleague'de bu sezon 70 sayının altında atıp kazandığı tek maç olmuş.
70'in altında attığında kaybeden üstünde attığında kazanan Valencia, savunma direnci açısından 70 sayı yemeyi psikolojik sınır olarak gören Fenerbahçe'ye karşı.
Fenerbahçe'den Olimpiakos galibiyeti sonrası beklentiler artacaktır. Salonu dolduran seyirci çabucak vurup geçmesini isteyebilecektir takımın.
Neyse ki, takım çabucak havaya girip kendisini bugünlere getiren düzeninin dışına çıkmayacak kadar ciddiyetle işini yapan karakterde oyunculara ve teknik ekibe sahip.
Attırma kazan.

Valencia maçı


Değerlendirme için biraz erken ama hafiften havasına girelim maçın.
Olimpiakos'u deplasmanda deviren takım için Valencia rakip mi demeyin. Perşembe günü, şu an Avrupa'nın en formda ekiplerinden birisi karşısına çıkacağız.
Valencia'yı Pesiç öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak lazım. geçen yıl Spahija yönetiminde Eurocup şampiyonu olduktan sonra hem koçunu hem de genellikle ilk 5 başlayan 3 oyuncusunu kaybeden Valencia, sezona da berbat bir giriş yaptı.
Ancak onlar için Pesiç'in takıma getirilişi sonrası karanlıktan aydınlığa keskin bir geçiş oldu.
Aralık ayı boyunca ACB ve Euroleague'de oynadıkları 8 maçın 7'sini kazanıp sadece CSKA'ya kaybederken Ocak ayı içerisinde de Estudiantes yenilgisine rağmen çıkışını sürdürmeyi başardı.
Valencia için şöyle bir değerlendirme yapmak yanlış olmaz gibi.
Eğer Valencia koçu kadar takımsa hayli zor bir rakip ama eğer gücü oyun kurucusu kadarsa bu gruptan çıkmaları hayal.
Pesiç, berbat durumdaki takımı toparladı, takımına özgüven ve kazanma becerisi aşıladı, Valencia'nın savunma direnci onunla birlikte arttı. Ama Pesiç'in kısa sürede takımına katettirdiği yol takımın hücum kalitesini çok yukarılara çekmiş değil. Valencia halen hücumda çok fazla çeşitlilik üretemeyen, sıkıştıkça dış şuta yönelen bir takım.
Pesic kısa sürede takımını derleyip, toplasa da, onlara maç kazanmayı öğretse de halen çok eksikler.
Bir kere Omar Cook'un direksiyonunda olduğu bir takıma çok fazla güvenmemek lazım. Omar Cook deneyimi ve potaya gitme becerisiyle bazı maçlarda harikalar yaratıp, maç kazandırabilecek bir guard olabilir ama ona takım organizasyonunu emanet etmek çok doğru bir iş değil. Oyun zekası üst düzey bir oyun kurucu olamayınca gereksiz zorlamalarla top kayıplarına ve takımının hücumda dağılmasına yol açıyor.
Onun doğurduğu boşluğu bu sezon beklenenin üzerinde oynayan Rafa Martinez ve Nando De Colo ile dolduruyorlar. Rafa Martinez iyi bir atıcı, kritik şutları sokabilen bir el. Eurocup şampiyonu olan kadronun temel taşlarından birisi olan Tomas Kelati'nin yerini henüz tam anlamıyla dolduramadılar ama Rafa Martinez, Tomas Kelati gibi komple bir forvet olmasa da şutör yönüyle önemli işler yapıyor.
Nando De Colo ise takıma dinamizm ve hız kazandıran bir hızlı hücum silahı, yarı sahayı çabuk kateden, hızlı oyunu seven bir oyuncu ama Valencia kadrosuna hangi açıdan bakarsanız bakın göze çarpan temel eksiklik bu kadroyu oynatabilecek bir oyunkurucunun yokluğu.
Spahija'nın gelişiyle hız kontrolünü sağlamayı ve takımın ihtiyacı olan tempoyu tutturmayı artık becerebilen Ukiç'in Valencia karşısında takımını bir adım öne çıkartacağı açık. Ayrıca, Banvit maçında sakatlık yaşayan Kinsey'in de yakın ve bezdirici savunmasıyla özellikle De Colo'nun hızını kesmesine ihtiyaç var.
Rafa Martinez ve De Colo'dan bahsettik ama Savanovic belki de Valencia'nın hücumdaki temel aktörü. Sırp oyuncu, boş şutu bekleyip atan değil hücumda her daim hareketli olup, topsuz oyunda kendisini boşa çıkaracak perdeleri sürekli arayan ve kalbalıktan çıkıp şutunu bulan ve bulduğu zamanda sokan tehlikeli bir oyuncu. Bizim Tomas kolay feyk yemez, perdelemelere takılmaz, savunduğu oyuncunun dibine girip kolay kolay bire birde geçilmez yani böyle oyunculara pozisyon vermekte cimridir ama Savanovic 4 numarada oynadığı sürelerde başa bela olabilir. Bir de eli ısındığında peşpeşe atabilir, dikkat.
Pota altı savaşlarında bariz olmasa da önemli bir üstünlük kurarız gibi görünüyor. Bizim uzunlar çıkışta, Vidmar sonrası orada rollerin yeniden dağıtılması, Vidmar'ın omuzlarına yüklenmiş pis işlerin diğerleri tarafından üstlenilmeye başlanması zaman aldı ama artık Oğuz'un nihayet tam bir pivot gibi oynamaya başladığını, Kaya'nın faydalı olmaya başladığını, Darjus'un şut ritmini halen bulamasa da içeriden oynamaya daha fazla meyil gösterip savunmada en azından çaba gösterdiğini söylemeli.
Valencia Euroleague'in arkası dönük hücum etmeyi en iyi bilen, hücum aklı, oyun görüşü mükemmele yakın bir pivota sahip ama Javtokas'ın bu yeteneklerini yeteri derecede kullanabildiklerini söylemek pek mümkün değil. Yine de Javtokas ve atletik özellikleri, çabukluğu ve enerjisiyle önemli bir uzun forvet olan Victor Claver'e dikkat etmeli.
Aslında böyle sıralayınca Valencia'nın pek bir numarası yok gibi duruyor. Ama Pesic sonrası Valencia kolay teslim olan bir takım değil artık. Onlardan iyi oynasanızda skorun tam da kopacağı anlarda geri gelmeyi başarabilirler.

21 Ocak 2011 Cuma

TOP 16 ilk maçlar - E grubu




Top 16'da ilk maçlar dün gece sona erdi.
Kısa bir değerlendirme yapmalı.
E grubundan başlayalım; Sezonun performansı geçen yıllara oranla düşen takımlarından Panathiniakos ve Caja Laboral'ın bulunduğu grupta takımların ilk tur performanslarına bakınca ''kolay grup'' sıfatını hakediyor gibi durabilir ama unutmamak lazım ki, PAO Euroleague'de kazanmak deyince akla gelen ilk takımdır. Onlarda, bu sezona bir çok takım gibi eksikler, sakatlıklar ve yorgunluklarla başladılar. Ama ne olursa olsun Euroleague'in en agresif takımlarından birisi olan ve ligin kuşkusuz en iyi savunmacısı Diamantidis'in dümenini idare ettiği PAO mücadele ettiği her platformda şampiyonluk adayıdır.
İlk maçlarında Lietuvos Rytas'ı deplasmanda farklı yendiler. 1 ay kadar önce Litvanya'da Barcelona'yı yenen Rytas sezon başından bu yana kadrosunda rötüşlar yaparak buraya kadar gelebildi. SARAS'ın kısa süreli dönüşü onların ilk tur gruplarında Cholet'i altlarına alıp TOP 16'ya kalmalarına katkıda bulundu ama Saras'ın yoluna Fenerbahçe'de devam etmeye karar verişi sonrası mevcut kadrolarına Jasaitis takviyesi yapmaları onlara yetmeyecektir. Litvanya takımları her zaman tehlikelidir ama onların kadro kalitesi daha fazlasını yapabilecek durumda değil.
Bu grupta PAO kuşkusuz Spanoulis ve Pekoviç sonrası halen hücumda kalitelerini belli bir düzeye çekme sorunu yaşıyorlar. Perperoglou'nun yıldızları azalan ve darlaşan kadroda daha fazla sorumluluk alışı ve önemli sayılabilecek ölçüde skora katkı yapışı onlar için önemli ama halen Diamantidis ve Batiste sırtlıyor takımı. Kadroları geçen yıllara göre hayli dar, pota altı rotasyonları sıkıntılı. Skorer kimliğiyle oyunu domine edebilecek bir isim çıkaramıyorlar. Bu konuda Drew Nicholas gibi istikrarsız bir isme güvenmek ise risk.
Yine de, dediğimiz gibi PAO ismi, koç Obradoviç, Diamantidis ve Batiste'nin Euroleague'de anlamı ''kazanmak''tır.
Bu grubu ilginç kılan özellik herhalde 2 İspanyol takımının grupta yer alıyor oluşudur. Caja Laboral ACB şampiyonu olarak yeni sezona girişiyle ligin favorilerinden birisi olarak addedildi. Malaga ise önemli transferler yaparak başladı sezona ama her iki takımda beklentilerin altında performans gösterdi diyebiliriz. Malaga ligin en iyi guardlarından Terrell McIntyre'ı Siena'dan kopartarak bu sezon için kendisinden beklentileri yükseltmişti ama McIntyre ve Saul Branco'nun sakatlıkları, bir türlü oturmayan düzenleri beklentilerin boşa çıkmasına sebeb oldu. TOP 16'da onlar için belki de en önemli maçı oynadılar ve Caja Laboral'e kendi evlerinde yenildiler. PAO ve Caja Laboral'in arasından sıyrılıp grupta ilk 2'ye girebilmek artık onlar için hiç kolay olmayacak.
Caja Laboral geçen yıl yeni bir yola girip, kadroyu genç ve savaşçı oyuncularla yeniden yapılandırmış ve koç İvanoviç'in tecrübesiyle ACB'de şampiyonluğu Avrupa şampiyonunun elinden kapmıştı. İlk turda geçen yılki yeniden yapılanmanın ilk senesinde yakaladıkları bu başarıyı gölgede bırakacak bir performans bekleniyordu onlardan ama olmadı. Yine de Caja Laboral Malaga'yı da Rytas'ı da geride bırakıp PAO'yla beraber bu gruptan çıkacaktır.
Caja Laboral'da Malaga kaşısında ilk kez forma giyen Uruguay'lı Esteban Batista'nın 10 sayı 14 ribaundluk performansını es geçmek olmaz. Hücumda gayet iyi performanslar sergileyen Stanko Barac'da eksik olan savaşçı yön onda var.
Bu grupta PAO ve Caja Laboral sıralamada ilk maçlar sonunda elde ettikleri yerleri korurlar gibi görünüyor.

% 80

Grup maçlarında maç başına 17 üç sayılık atış kullanırken Olimpiakos maçında sadece 10 üçlük atan ve bunların 8'ini sokup % 80'lik oha dedirten bir isabet yüzdesi yakalayan Fenerbahçe'nin dünkü oyundaki kritik becerisi asla gereksiz şut atmamaktı.
Hücum sürelerini neredeyse sonuna dek kullanmaya çalışırken 24 saniye hücum süresini tüketip top kaybı yapıldığını da hatırlamıyorum. Yapıldıysa da 1 veya 2 defadır.
Büyük başarı, müthiş bir hücum konsantrasyonu.

Olimpiakos maçı sonrası


Sezon başından bu yana, bu takım için final four henüz çok erken ama bu ekip ve bu ciddiyetle yolun sonu açık, 2-3 sezon içerisinde final four takımı oluruz diyorum.
Dün akşamdan sonra bu takımı final four adayı olarak görmemek ayıp olur. Avrupa'nın en üst düzey organizasyonunun son finalistlerini hem de deplasmanda yenme becerisi göstermiş bir takım o ligin finalini de hakediyor demektir.
Benim asıl merak ettiğim şu, geldiği günden bu yana tempoyu düşürmeyi beceremiyor, frene basması gerektiği zamanlarda dahi çabuk hücum ederek oyunu koş koşa çeviriyor diye eleştirdiğimiz Ukiç nasıl oluyorda Barcelona ve Olimpiakos deplasmanları gibi tempoyu düşük seviyede tutmanın çok zor olduğu atmosferlerde bunu başararak oyunun galibiyetin anahtarını kilide sokan adam olabiliyor.
Onu yönetebilme becerisini gösteren, bir nevi onu farklı bir modda çalıştırmanın kodunu yazan adam Spahija'yı tebrik etmeli. Elbette Ukiç'in de Avrupa'ya dönüş sonrası kıtasına yeniden uyum sürecini artık atlattığını atlamamalı.
Teodosiç, Spanoulis ve Papaloukas gibi guardlarıyla bu mevkide belki de Avrupa'nın en zengin, en çeşitli guard rotasyonuna sahip takımı olan Olimpiakos karşısında hem de deplasmanda oyunun hiç bir bölümünde dümeni rakibin eline vermemeyi başaran takım şaşırtıcı yükselişine devam ediyor ama elbette bu takım şapkadan tavşan çıkartılırcasına yaratılmadı.
Bir kere, Aydın Örs ve Spahija ikilisinden evvel oyunculardan başlamalı. Karakterli oyunculardan kurulu, takım planlarına uymaktan gocunmayan, başarı payesini paylaşmayı seven oyunculardan kurulu bir kadro var. Kafalarda yapabileceklerinin üst sınırından daha ötesinin hayalleri var. Her koşulda direnç gösteren, yenilgiyi kabul etmemeyi takıma öğreten takımın temel taşları olan oyuncular var; Ömer ve Mirsad gibi. Takımın temel taşı olup herkesten az çalışmayı seçenler vardır bir de onlar gibi her ağır yükün altına girmeyi gönüllü olarak isteyenler.
Bu takımın misal Mrsiç gibi top eline gelip şuta kalktığında ''bu kesin girer'' dedirtecek şutörü yok diyorduk sezon başında ama Tomas gibi Emir gibi ekmeğini taştan çıkartan kısa forvetlerin takıma en belalı savunmalar karşısında bile pozisyon yaratabilme becerisi getireceğini düşünüyorduk. Yanılmadık. Her ikisi de ritm bulamayıp moralsiz günler yaşadılar, hele Emir'in sezon başındaki içi içini yiyen, dağılmış, özgüveni dibe vurmuş haline şahit olduktan sonra dünkü oyununu görmek oyuncuların elinden tutma becerisini gösteren teknik ve idari kodroya güvenimizi daha bir sağlamlaştırıyor.
Asıl ilginç olan, Barcelona ve Olimpiakos gibi geçen sozonun iki finalistini deplasmanda yenebilen Fenerbahçe'nin halen formsuz, ritm bulamamış oyuncularının olmasıdır.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Angel McCoughtry


Angel McCoughty transferi 2 şeyin işareti.
1- Taurasi kesin olarak ceza alacak.
2- Bizim basketbol şubesi hem erkeklerde hem kadınlarda bu sezon yapılabilecek en iyi dereceleri yapmaya ant içmiş.

Bu sezon, Diana Taurasi'nin 1. Penny'nin 3. olduğu EL istatistik liderliği sıralamasında 2. olan oyuncu alındı, hani Taurasi ceza almamış olsa okeydeki ara taş gibi olacaktı.
Tabii şimdi topu bu kadar çok kullanmak isteyen bir oyuncunun takım kimyasına uyumu gibi bir sorunla karşılaşıp karşılaşmayacağımızı bilemeyiz.
Kaldı ki, Taurasi sonrası bozulan morallerin yaratabileceği mutsuzluk ortamı da sorun yaratabilir. Bekleyip göreceğiz.

İşte Mc Coughtry'nin bu sezonki EL istatistikleri.

4 Ocak 2011 Salı

Hey Gidi Günler


Bundan 8 ay önce Neven Spahija yönetimindeki Valencia tarihindeki 2. Eurocup şampiyonluğunu kazanıyor. O kadroyu başarıya taşıyıp, Valencia'nın Euroleague'de mücadele etmesini sağlayan koç Spahija gibi, Thomas Kelati, Kosta Perovic, Matthew Nielsen gibi önemli oyuncular başka Euroleague takımlarının yolunu tutuyor.

Valencia tepetaklak oluyor, Manuel Hussein yönetimindeki takım Euroleague'de ilk 5 maçının 4'ünü kaybediyor ve lige erken vedaya hazırlanıyor.

Takıma sihirli değnek tecrübeli koç Svetislav Pesic'in gelişiyle dokunuyor. Müthiş bir direnişle CSKA Moskova ve Milano'nun önünde grubu 4. bitirip TOP 8 için mücadeleye devam ediyorlar.

Şimdi yukarıdaki mutlu tabloyu yaratan isimlerden koç Spahija'nın Fenerbahçe'si ve Matt Nielsen'in forma giydiği Olimpiakos'la TOP 16 gruplarında mücadele edecekler.

TOP 16'ya hazır değiller


Fenerbahçe'yi defoları ve yetersizlikleri için her ne kadar eleştirsekde dünkü maçta memleketin diğer Euroleague takımı Efes Pilsen'i görünce halimize şükretme gereği duydum.
Efes Pilsen kadrosu Fenerbahçe'den farklı olarak adeta 2 ayrı takımdan müteşekkil gibi. Perasovic, savunma ihtiyacı belirince B takımını oynatıyor, hücumda tıkanınca A takımını. Efes Pilsen, kimyası oturmamış, olmamış, rolleri doğru dağıtamamış ve son kertede ''takım'' olmayı becerememiş bir ekip. Geçen yıldan bu yıla sarkan ipler hala derlenip toparlanamamış.
Perasoviç'in bilinçli tercihleriyle oluşmuş bir durum olacağını zannetmiyorum bu yaşananların, muhtemelen koçun kafasındakilerle oyuncuların verebildikleri örtüşmüyor.
Takımın eline en çok baktığı skoreri Rakocevic ama maç sonlarını, kritik anları onunla oynamıyor koç. Sadece bu örnek bile yaşadıkları garipliklere iyi bir örnek.
Atanlar ama tutmayı sevmeyenlerle 2 Kerem'in başını çektiği her işi yapmaya çalışanların oluşturduğu 2 ayrı takım var sanki ve hangi takım sahadaysa ona göre farklı bir karakter ortaya çıkıyor.
Fenerbahçe böyle değil, belki Ukiç sahada olmadığında oyun kurmakta zorluk çekiyor, Oğuz yokken pota altına top inmiyor ama takım her koşulda karakterini ortaya koyuyor en önemlisi rakip kim olursa olsun ve sahadaki beş kimlerden kurulu olursa olsun aynı ciddiyetle oynuyorlar.
İki takımın arasındaki en belirgin fark buydu dün. İkinci yarıda Fenerbahçe savunma direncini üst düzeye çekmişken ve hücumda da seçe seçe atıp neredeyse hiç boş dönmezken Efes'in atıcı takımı bu tempoya direnemedi, tutucu takım sahaya girdi bu kez de üretemediler.
Dr. Jekyll Mr. Hyde sendromundaki Efes Pilsen'in bu haliyle TOP 16'da başarılı olması zor görünüyor. Fenerbahçe'nin ise dünkü maçın son dakikalarında da görüldüğü gibi son dakikaları oynayamama sorunu büyük dert. Son periyotta farkı 15'lere çıkartmışken ve rakip savunma yapmıyorken son 2 dakikada neredeyse maçı verebilecek duruma gelmek akıl alır gibi değil.
TOP 16'da affetmezler.