30 Eylül 2009 Çarşamba

Kemal Belgin'in çakma gerçekleri


Çakma adalet savunucusu, çakma spor yazarı, asıl kimliği bitmek, tükenmek bilmeyen Fenerbahçe düşmanlığı olan Kemal Belgin medyaspor diye bir internet sitesinde her gün Fenerbahçe'ye sallamayı, sallarkende yalan yanlış bilgileri doğruymuş gibi empoze edip savlarını o yanlış bilgiler üzerinden oluşturmayı iyiden iyiye adet edindi kendine.
Zaten bilginin doğru ya da yanlış olması önemli değil, dezenformasyon yaratıp uydurma haberleri, işkembe-i kubradan çıkartılanları yüksek sesle dile getirip, Fenerbahçe'ye saldırırsanız medyada her daim destek bulursunuz kendinize.
İçi Fenerbahçe nefretiyle dolu olanların bünyelerinin beyin faaliyetlerini etkileyen, bağımsız düşünme ve analiz etme yeteneklerini kısıtlayan bir mikrop içlerini kemiriyor olsa gerek. Zira birilerinin Fenerbahçe'ye saldırırken kullanılan argümanları kesinlikle yanlış bilgiye dayanıyor olsa bile cümle Fenerbahçe düşmanları o argümanları kendilerine rehber edinmekte beis görmezler.
İşte Kemal Belgin'de gündemdeki doping meselesiyle ilgili bu yönetemi benimseyerek saldırmış Fenerbahçe'ye. Kemal Belgin'e göre Kambala'da 2 yıl önce doping yapmışmış.
Gerçi günahını almayalım Kemal Belgin'in internetten araştırıp böylesi bir yanlış bilgiye sahip olmuş olabilir ya da etrafındaki bir Fenerbahçe düşmanı bu yanlış bilgiyi ona vermiş ve fena halde tufaya düşmesine sebeb olmuş olabilir. Hıncal Uluç'un bilinçli biçimde her daim uyguladığı bu yöntemi cahilliği ve araştırma tembelliği sebebiyle bilmeden, istemeden uygulamış olabilir.
Gazeteci ahlakı, doğru bilgiyi araştırıp bulmayı gerektirir ama zaten bu kavram ömrünü Fenerbahçe düşmanlığına hasretmiş bir anlam ifade etmiyordur sanırım.
Kemal Belgin, Kerem Gönlüm'e geçen yıl oynanan basketbol final serisi sırasında yapılan testlerde doping maddesine rastlanması üzerine Fenerbahçe kulübünün yaptığı girişimlere laf atarken 2 yıl önce Kambala'nın da dopingli çıktığını bu yüzden Fenerbahçe kulübünün yürüttüğü mantığa göre Fenerbahçe'nin de 2007'deki şampiyonluğun çakma olduğunu iddia ediyor.
İyi güzel ama Kambala'da doping ne zaman çıktı, hangi testlerde ortaya çıktı bu gerçek, Kemal Belgin, Kambala'nın, Fenerbahçe kulübünün, Fiba'nın, Kambala'nın idrar örneklerini inceleyen labaratuarların bilmediği bu flaş gerçeğe nasıl ve kimler vasıtasıyla ulaştı acaba.
Son günlerde o kadar çok kişi bu argümanı kullanmaya başladı ki artık bende inanmaya başlıycam bu durumu. Lütfen bilen birileri şu gerçeği açıklasın bize. Sanırım biz bir şey kaçırdık. Kambala'nın 2006 yılında doping yaptığının kanıtlanmış olduğu bilgisine nereden ulaşabiliriz, bu gerçeğe ulaşamamış olmak içimi kemiriyor.
Bu acar gazeteci şu linkteki olay yaratacak makaleyi kaleme almış. Almış ama eldeki argümanlar Kambala'dan alınan numuneye yapılan ilk test sonrası kanında yasaklı maddeye rastlandığı açıklandıktan hemen sonra ortada Kambala'nın doping yaptığına dair bir gerçek yokken, basının olaya spekülatif biçimde yaklaşıp, ''Kambala'da doping çıktı'' yollu ilgi çekici yanlış haberler olunca hele de sonrasında Kambala'nın doping yapmadığı, performans arttırıcı bir ilaç kullanmadığı ama kokain kullandığı ortaya çıkmasına rağmen, gerçeğe Kambala'ya cezayı veren FIBA'nın resmi yayın organlarından ulaşılabilecekken ısrarla bu şekilde dezenformasyona devam etmek gazetecilik ahlakına sığmaz.
Bahsi geçen olayla ilgili FIBA'nın resmi sitesinin Kambala'ya verilen cezayla ilgili açıklaması şöyle; PR N°42 - Decision of the FIBA Appeals' Tribunal on the doping case of Kaspars KambalaGENEVA (FIBA) – On 27th April 2007, the International Basketball Federation (FIBA) suspended the player Kaspars Kambala (Latvia), born on 13th December 1978, for a period of 14 months, after he tested positive for metabolites of cocaine.The above-mentioned decision was appealed by the player and by WADA before the FIBA Appeals’ Tribunal. Today, 24th August 2007, the FIBA Appeals’ Tribunal has decided to extend the sanction to the player and impose a 24 month suspension period to Mr. Kambala.The sanction rendered by the FIBA Appeals’ Tribunal began on 13th December 2006 (date of the sample collection) and will end on 12th December 2008.FIBA

29 Eylül 2009 Salı

Değişen sadece isim değil



Euroleague'in en iyi hücumcu takımlarından birisi olmasına karşın geçen yıl hem Euroleague'de hem de ACB'de Barca'nın gazabına uğrayıp hedeflerine ulaşamayan TAU sezona sponsor ve dolayısıyla isim değişikliğiyle başlıyor.
Bask ekibi Saski Baskonia olan kulüp ismini değil sponsorlarının ismini kullanıyor. Artık resmi olarak Caja Laboral olarak anılacaklar.
Ama sezona sadece isimlerini değiştirerek girmiyorlar.
Real Madrit ve Barca'nın çüş dedirten transferlerine inat onlarda tersine bir değişim var. Bir jenerasyonu silip attılar. 30'lu yaşlarındaki yıldızları Igor Rakoceviç'e, Pete Mickeal'e, Ariel Esleva'ya, Prigioni'ye yol vermekle kalmadılar Vidal, Mc Donald ve sezon ortasında Olimpija'dan alınan İlievski gibi 30'una merdiven dayamış olan oyunculara da kapıyı gösterdiler.

Dusko Ivanoviç kötü geçen sezon sonrası yeni takımını genç oyunculardan kuruyor. TAU'da (alışamadık şu Caja Laboral ismine) bir devir sona eriyor.Yeni oyunculardan sadece Arjantinli Walter Herrmann 30'una gelmiş diğerleri 30'unun altında. Euroleague'in önemli skorerleinden olan 24 yaşındaki İsrailli Lior Eliyahu en fazla ses getiren transferleri. Joventut'un 22 yaşındaki guardı Pau Ribas'a aldılar ve ona Bologna'dan gelen 26 yaşındaki Marcelinho Huertas'la birlikte önemli sorumluluklar verecekler. Geçen yıl ACB'de iyi istatistikler tutturan Kanada'lı şutör Carl English 28 Fuenlabrada'dan alınan tam bir sistem oyuncusu olan Brad Oleson 26 yaşında.Geçen yılki takımın önemli oyuncularından kadroda kalabilenlerde Tiago Splitter, Stanko Barac ve Mirza Teletoviç gibi henüz 20-25'li yaşlardaki isimler.

Real ve Barca'nın birbirinden değerli ve tecrübeli yıldızları kadrosuna kattığı bir sezonda Ivanoviç'in bu tercihleri ilginç tabii ama Saski Baskonia her zaman genç oyunculara sorumluluk veren bir takımdır. Savaşçı ve kimyası oturmuş bir takım yaratırlarsa Avrupa'nın seyir zevki en yüksek ligi ACB'de ve en üst düzey ligi Eurolegue'de önemli işler yapacaklardır.

28 Eylül 2009 Pazartesi

1981 Balkan Şampiyonluğu

Milliyet'in arşivinde dolaşmaya devam.
80'li yıllarda, beyaz gölge ve milli takımın balkan şampiyonluğu, basketbolun geniş yığınlarca sevilmesine sebeb olan etkenlerdi.
Milli takımın Yunanistan'ı yenip şampiyon olduğu o günlerde mahallenin demircisine gidip 5'lik demirden çember yaptırdığımızı ve evin salonunun ortasına çakıp gazete kağıdı ve bantla yaptığımız toplarla ilk basketbol maçlarımızı yaptığımızı hatırlarım.
Necati, Erman, Melih, Kara Mehmet, Efe beşiyle çıkılırdı maçlara.

30 bin kişiyle dribling














Polonya'da, Eurobasket 2009 hazırlıkları kapsamında Haziran ayında 30.000 kişi aynı anda top sürüp, Guinness rekorlar kitabına geçmişlerdi.

Bizim memlekette sevilir böyle gereksiz işlerle uğraşıp, tarihe geçmek.

2010 Dünya şampiyonası vesilesiyle rekorun bizim memlekette kırılmasını umuyorum.

16.04.1988


Milliyet arşivleri açtı, eski gazeteleri karıştırmanın tadı başkadır diyip giriştik arşive.
Daha önce blogda sözünü ettiğimiz o travmatik güne rastladık. O günü yeniden yazıp anlatmaya gerek yok. Bu postta değinmiştik.
Galibiyetler, zaferler kadar ortak yenilgilerle, hayalkırıklıklarıyla doludur tribünün ortak hafızası.
O günleri yaşamamış olanlara söyleyelim, bu maçın bünyelerimizde yarattığı yıkımı ancak 2006'da Denizli'de yaşadığımız travmayla karşılaştırabiliriz.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Milos Teodosic


Eurobasket'te Sırbistan'ın başarısı, kadrolarını kurmak için deli paralar harcayan Yunan ve İspanyol takımlarına gözünü dikmekten ziyade Litvanya-eski Yugoslavya hattında Avrupa basketbolunun ruhunun hala yaşadığını düşünenler için sürpriz değildi. Turnuva öncesi Sırbistan'a şampiyonluk oynayıp iddaayı yatırdık ama bence Dusan Ivkoviç'in takımı son 2 yıldır Partizan'ın Euroleague'de başardığını tekrarladı ve turnuvanın en iyi basketbolunu oynayan takımı oldu.

Euroleague'in son 2 sezondur en iyi çıkış yapan oyuncuları Partizan'dan çıkmıştı. Önce Karadağ'lı Pekoviç bu sezonda Veliçkoviç.

Sırbistan'ın turnuvadaki başarısında takımın guardı Miloş Teodosiç'in katkısı kuşkusuz büyüktü. Geçen yıl onun Olimpiakos'daki silik performansına bakılırak Teodosiç'in turnuvadaki performansına şaşırabiliriz de ama onun yeteneklerini ve Olimpiakos'da zaman zaman yeteneklerine ve oyun karakterine en uygun pozisyonda oynadığı, oyunun liderliğinin ona verildiği maçlarda yapabileceklerini gösteriyordu.

Olimpiakos'un geçen yılki toplama takımdan, Avrupa'nın en sağlam takımlarından birisi olmaya evrildiği süreçte git gelli performansı da onun kendisini yeterince ispat edememesinin sebeblerinden birisiydi.

Olimpiakos'da önünde Papaloukas, Halperin, Lynn Greer gibi kaliteleri ve tecrübeleriyle Avrupa'nın üst sınıf guardları arasında yer alan isimler varken hem yeterince şans bulabilmesi hem de aldığı dakikalarda yeteneklerinin asıl uygun olduğu pozisyonda oynaması güç oluyordu.

Asıl oynaması gereken pozisyon, Papaloukas'ın oynadığı 1 numara pozisyonu olması gerekirken ona verilen sürelerde oyunun liderliği ya her zaman olduğu gibi Papaloukas'a ya da o kenardaysa Halperin'e veriliyordu. Yetenekleri ve oyun karakteri olarak oyunun temposunu ayarlayacak, takımın hücumlarını organize edecek bir guard olan Teodosiç'in daha çok pas organizasyonlarında ikincil bir rol edinmesi, ondan daha çok shooting guard olarak faydalanılmak istenmesi Eurobasket öncesi onun adının pek fazla anılmamasına sebeb oldu.

Ama Yunanistan liginde Papaloukas'ın dinlendirildiği kimi maçları izleyebilmiş olanlar onun takımın lideri olarak maça başladığı günlerde ne derece tempolu ve etkili hücumlar yaratabildiğini de görmüşlerdir.

Atletik yetenekleri kısıtlı ve şut kabiliyeti mükemmel olmayan ama oyun zekası ve hiç kaybetmediği konsantrasyonu ve sakinliğiyle rakip savunmaların her türlü önlemini yerle bir edebilecek hücum oyunlarını kurabilen, özellikle tepeden penetreleriyle çok iyi çalışılmış savunmaların bile dengesini bozabilen bir guard.

Sırbistan milli takımında hareketli ve çabuk uzunların hareketlerini çok iyi bildiği için onları harika biçimde besleyebildi.

Olimpiakos değilde mesela Partizan gibi oyunun liderliğinin ona verildiği bir takımda oynuyor olsaydı muhtemelen Avrupa'nın üst sınıf guardlarından birisi olarak adını anıyor olacaktık.

Deplivesman


Deplasmana gidemeyenlere deplase olanlardan canlı anlatım. 1907 geçliğin eline sağlık.


24 Eylül 2009 Perşembe

Sezon başlarken uzun rotasyonu sorunu


Eurobasket 2009, gören gözlere milli takım açısından olduğu kadar Fenerbahçe açısından da çok şey gösterdi. Her şeyden mühimi son 2 yıldır en güçlü bölgemiz dediğimiz pota altı rotasyonumuzun bir yandan da en dertli bölgemiz olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleştik. Hele de gidişi çok kişi tarafından ''varlığından ne fayda sağladık ki yokluğu dert yaratsın'' şeklinde tepki gören Vidmar'ın gidişinden sonra yetenekleri ve fizikleri ile Avrupa'nın gelecek vaadeden 3 önemli uzununa sahip olmamıza rağmen bu bölgede yetersiz olduğumuzu söylemek yanlış olmaz.

Tanjeviç'in takımında uzunların işlevini değerlendirirken bildik kalıpların dışına çıkmamız gerekiyor. Son 3 yıldır bizim uzunların değerlendiremediği her pota altı şutundan sonra çoğu Fenerbahçe taraftarı ''ah şöyle Kambala veya Dudley tarzında bir pivotumuz olsa'' diye iç geçirmiştir. Hatta çok kez tribünde ''Kambala olsa bunları sokardı'' şeklinde laflar duyuyoruz. Bildiğimiz, klasik anlamda pivot, arkası dönük topu aldığında o topu lokum gibi sayıya çevirecek bitirici bir 5 numara ihtiyacı gönüllerde her daim vardır ama Tanjeviç'in kafasındaki oyunda böyle bir 5 numaraya hiç yer olmadı. Hele de etkinliği sadece 3 saniye koridoru civarında olabilecek, oyunda kaldığı süre boyunca her hücumda bitirici olmayı isteyecek, faul alma korkusuyla ya da fiziksel olarak yıpranmama güdüsüyle pis işlerin içine girmeyecek, savunmada 4 numaranın omuzuna ekstra görevler yükleyecek bir pivota hiç yer yok onun kafasındaki takımda.

Bırakalım Kambala ve Dudley gibi oyunun tek yönünü oynayabilen pivotları, Oğuz gibi pota altı oyun için harika yeteneklere sahip ve gençliği sebebiyle savunma konsantrasyonu ve çabası da hayli yüksek olan bir oyuncuyu olabildiğince potadan uzaklaştırarak faydalanmaya çalıştı.

Onun kafasındaki uzunların mutlaka uzun boylu ve atletik ama illa da uzun kollu olması gerektiğini biliyoruz. Bunun yanı sıra mutlaka oyun zekalarının çok gelişmesi gerekiyor zira Tanjeviç'in hücum setlerinde uzunların topu aldıktan sonra rakibiyle birebir oynayıp şutu bulmasından ziyade 2 li 3 lü oyunlarla yardımlaşarak bitirici şutu atmak gibi bir görevleri var. Dolayısıyla perdeyi doğru yere koyup sonrasında çabuk hareket edip kısa oyuncunun asisti yapacağı yere devrilmek, pası aldığı anda rakiplerinden daha avantajlı konumda olabilmek, en yüksekte topu kontrol edebilecek fiziksel üstünlüklere sahip olmak, topu alır almaz potaya düzgün biçimde bırakabilecek koordinasyon yeteneğine sahip olmak şart.


Tanjeviç, Ömer Aşık ve Semih gibi atletik özellikler açısından bu tanımlara uyabilecek ama yetenek ve alışkanlıklar olarak kafasındaki uzun oyuncu tanımlamasına uymakta zorluklar çeken oyuncuları evriltmeye çalışıyor dolayısıyla o bölgenin performansında halen istikrarsızlık yaşanıyor. Oğuz gibi hücumda doğru şut kullanabilen oyunu okuma yeteneği olan ve kendisine pozisyon yaratırken uygun şut durumundaki adamı görüp asist yapabilen, delici ve dengeli driplingleri olan bir uzuna ise bir türlü istikrarlı biçimde süre veremiyor. Onun ribaund zaafı, hareketli savunmadan ziyade belirli bölgeyi fiziğiyle kapatma alışkanlıkları Tanjeviç'in kafasındaki oyunun sergilenebilmesi açısından zaaf yaratıyor.

Aslında bu bölgede her ne kadar çok zengin bir rotasyona sahip olduğumuzu düşünsek bile aslında bir yandan bir şişkinlik bir yandan da bir eksiklik çok yakıcı biçimde göze çarpıyor. Belki de bu 3 genç uzunun oynayacağı süreleri kısmamak adına yapılmayan 4 numara takviyesi sebebiyle esasında 5 numara olan Semih ve Oğuz'dan 4 numara yaratma çabası aslında bu oyuncuların performansını ve gelişimini olumsuz etkiliyor. Tamam bu çabalar sonunda Oğuz dış şutunu geliştirdi, yüksek posttan topla içeriye devrilmeyi öğrendi, Semih artık orta mesafe şut atmayı beceriyor, kendinden kısa oyuncuları savunabilmek için ayaklarını hızlandırıyor ama bir yandan da hareketli ve şutu olan uzunlardan yediğimiz sayılarla kaybedilen maçların günah keçileri onlar oluyor. Bu dertlere ek olarak takımın gerçek anlamda 4 numarası olan Mirsad'ın da artık gün geçtikce takım oyunundan kopup bireysel istatistiklerini geliştirmeye yoğunlaşması ve savunmada ağırlaşması gerçeği var. Gerçek anlamda bir 4 numaraya sahip olamamanın özelikle Eurolegue'de artık basketbola dair her işi çok iyi yapan, dışarıdan oynama becerileri yüksek 4 numaralar karşısında yaratacağı savunma zaaflarını tahmin etmek güç değil.


Eğer transfer yapılmazsa bu bölgede işimiz zor.

18 Eylül 2009 Cuma

Tanjeviç'i savunmak


Sezon sonunda Tanjeviç'in final serisindeki berbat performansını görünce ''Tanjeviç'in aklı Roma'da'' diye düşünmüştüm. Yanılmışım aklı Polonya'daymış.
Milli takımın Eurobasket 2009'un şu ana kadarki en parlak performansa sahip takımı oluşunda onun payını görmemek olmaz. Takımdaki arkadaşlığı ve hedef birliğini, ortak aidiyeti uzun süreli kamp döneminde yavaş yavaş sağlaması kadar maçlardaki taktiksel ve moral müdahaleleride Tanjeviç'in Avrupa basketbolunda efsane olduğu günleri akla getirdi.
Neredeyse tüm memleket ona sırtını dönmüşken, artık onun takımından kimse başarı beklemezken Eurobasket in en heyecan verici takımını yarattı.
Kendisini yenilemeyi beceremeyen, elindeki kadroyu bir adım ileriye taşıyacak hamleleri yapmakta direnen hocayı her fırsatta boka batırmayı biliyorsak, bugün kalitesinin çok üzerinde işleri becerebileceğine inandığımız takımın hatrına hakkını teslim etmek lazım.
Kadro ve oyuncu seçimi konusunda 40 yıldır kimseleri memnun edemeyen, akla hayale gelmez seçimler yapan Tanjeviç'in Eurobasket için seçtiği kadroyu eleştirirken tercihlerini Fenerbahçe koçu olmasıyla bağlantılandıran, Semih, Ömer, Oğuz 3'lüsüne yer açmak için Hüseyin Beşok'u, Kaya'yı kadroya almadığını düşünen beyinlerin sorununun, bünyelerindeki tedavisi mümkün olmayan Fenerbahçe düşmanlığı hastalığının ürettiği virüslerin düşünme kabiliyetlerini esir almasıyla ilgili olduğunu zaten biliyoruz.
Ama Tanjeviç'le ilgili kaygılar bu hafif meşrep dokundurmalardan çok daha ciddiydi. Sezon boyunca Fenerbahçe'de hücum düzenini bir türlü oturtamaması bir kenara turnuva ve final periodu takımı yaratma konusunda uzman olan Tanjeviç'in Efes'e 4 kez üstüste kaybeden takımının yaşadığı dağılmayı toparlayacak tek bir hamlesinin olmaması onu destekleyenler açısından bile açıklanabilir bir atalet durumu değildi.
Ama belli ki, milli takımla çok doğru ve faydalı bir hazırlık süreci yaşamış. Takımın Eurobasket performansı heyecan verici.
Bir kere hazırlık kampı boyunca ''aman Ersan ve Hidayet'e bir şey olmasın, tek umudumuz onlar'' diyenlere inat, temel karakteri bu iki NBA oyuncusunun ellerine ve günlük performanslarına bakan bir takım değil aksine tüm oyuncularından maksimum verim alan ve her maçın her saniyesinde oyuna üst düzeyde bir konsantrasyon sağlayan, kazanmak için her topa, her hücuma, her savunmaya hiç azalmayan bir ciddiyetle değer veren savaşcı bir takım yarattı.
Slovenya maçının ilk dakikaları haricinde hiç bir maçta rakiplerine 7-8 sayılarla öne geçme imkanı sağlamayan bir takımdan bahsediyoruz. 6 maçta 40 dakikadan 240 dakika eder bir de uzatma devresi 245 dakika. Ve bu sürenin 5 dakikası haricinde bir dağılma, bozulma yaşamayan bir takım var elde. Gün aşırı, birbirinden sert ve çekişmeli maçlarda hem fizik olarak yorulan ve de özellikle her topu verimli kullanmak, her savunmayı maksimum dikkatle yapmak için kenardaki koçun planlarına, direktiflerine yoğun bir konsantrasyonla uyum sağlarken mental olarak çok yorulan bir takımdan bahsediyoruz.
İspanya gibi oyun hızlandığında karşısında direnmenin mümkün olmayacağı bir takım karşısında oyuna uyuşturucu iğne vurur gibi yapılan alan savunmasının ve skoru önde götürürken bile farkı açmak için tempoyu arttırma tuzağına düşmeden ısrarla hücum düzenini korumanın kolay bir iş olmadığı açıktır aynı şekilde oyundan hiç kopmadan oynayan hem fizik hem de basketbol bilgisi ve oyun disiplini üst düzeyde bir sistem takımı Sırbistan karşısında verilen kora kor mücadele de öyle. O maçta uzatma devresinde Sırbistan'a hiç sayı attırmamış olmak ise sadece acayiptir. O kadar zor ve fizik ve mental anlamda yorucu bir maçın sonunda tükenmeyip uzatma devresinde rakibe potayı göstermemek övgüyü hakeden bir direnişçilik örneğidir. Burada kadrodaki tüm oyuncuların emeğine saygı göstermek gerek ama toplamda bireysel performansların çok ötesinde bir başarı varsa burada takıma bugünkü heyecan verici kimliğini kazandıran Tanjeviç'e hakkını teslim etmek boynumuzun borcudur.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Euroleague'de grubumuzdaki takımların son durumları; Zalgiris Kaunas


Kuralar çekildiğinde Zalgiris'in grubun en zayıf takımı olduğunu düşünenler çoktu ama bir gerçek var ki, Kaunas sokaklarında dolaşıp hasbelkader 12 kişiyi yoldan çevirseniz onlardan kuracağınız bir takım bile az çok iş yapar.
Avrupa'nın en köklü basketbol geleneğine sahip takımlarından birisi olan, eski S.S.C.B'nin ve sonrasında Litvanya'nın basketbol başkenti Kaunas'ın takımı olan Zalgiris'in son yıllarda Litvanya'nın en güçlü medyasının desteğini arkasına alan Lietuvos Rytas'ın ardında kaldığı söylenebilir. Ama 3-5 yıllık maddi kaynaklı sorunlar Avrupa'nın bu belki de en köklü basketbol okulunun gücünden çok bir şey kaybettirmiyor. Sürekli olarak yeniden üretiyorlar kendilerini. Her yıl yeni yıldızlar yetiştirip, tahminlerin çok ötesinde başarılar elde etmeleri muhtemeldir.
Kuralar çekildiği zaman son bir kaç yıldır kendilerini çok zorlayan ve kulübü iflasın eşiğine getiren maddi sorunların yarattığı yıkımla sadece 2-3 kişilik bir kadro ellerinde kalmışken şu anda yavaş yavaş önümüzdeki yılın kadrosunu şekillendirmiş durumdalar. Kaldı ki alttan gelen genç oyucular içerisinde bu sezon önemli patlamalar yapabilecek oyuncuları var. Geçen sezon hem Litvanya hem de Baltık liglerinde tüm kupaları Rytas'a kaptıran Zalgiris'in geri dönüş sezonu olabilir bu yıl.
En büyük kayıpları, 1-2 yıl içerisinde Avrupa'nın en iyi uzun forvetlerinden birisi olması muhtemel olan 2.09'luk Paulius Jankunas'la takımın hücumdaki lideri olan Litvanya'lı kısa skorerlerin klasik mükemmel fundemantel ve mükemmel oyun zekasına sahip bu özelliklerine savaşçılığıda eklemiş olan Jonas Mačiulis'u ellerinde tutamamış olmaları. Mutlaka alttan gelen oyuncularla kadroyu destekleyeceklerdir, zaten her yıl en iyi 1-2 oyuncusunu kaybetmeye alışkın olan Avrupa basketbolunun fabrikası konumundaki Rytas'ın kayıplarını telafi etmesi güç olmayacaktır.
Mačiulis'un yerine ona göre daha yumuşak hücum eden Dainius Salenga'yla doldurmak isteyecekler ama Mačiulis'un agresifliği ve sert savunmalar karşısındaki delici özellikleri onda yok. Hızlı ve bol yardımlaşmalı hücum düzenlerinde bu iki oyuncuyu kaybettikleri için mutlaka sorun yaşayacaklar ama içeride de özellikle Olimpija'dan aldıkları 2.20'lik dev Mirza Begic transferiyle geçen yıla göre daha güçlü hale geldiler. Bu pozisyon için öncelikle bizim eski oyuncumuz Kambala'yla ilgilendikleri söyleniyordu ama o olmadı. Aslında Kambala Begic'e göre elbette daha tehlikeli bir hücum gücü ama stili biraz bizim Ömer Aşık'a benzeyen Begiç'in özellikle tehditkar bir blogcu olduğunu ve savunmasıyla Zalgiris'in arkasını sağlama alacağını söylemek lazım.
Begic dışında ayıboğan kontenjanından Povilas Cukinas Litvanya'ya döndü, ayrıca iki sezon öncesinin Eurolegue ribaunt kralı Amerikalı Travis Watson'ı da alıp ağır, iri yarı oyunculardan kurulu uzun rotasyonuna hareket kattılar, Jankunas'ın boşalttığı bölgede patlama yapması muhtemel olan genç yetenekleri Tadas Klimavicius'u da kadroda tutmayı başardılar.
Ama en önemli transferleri belki de Marcus Brown oldu. Euroleague'de tüm zamanların sayı kralı ünvanına sahip olan 35 yaşındaki kısa forvet belki eskisi kadar hareketli ve çabuk değil ama eski takımının revize olmuş genç kadrosuna tecrübesiyle katacağı çok şey olabilir.
Kuralar çekildiğinde gruptan çıkabilmek için Kaunas'la birlikte bir takımı daha altımıza almamız lazım deniyordu ama gelinen noktada onların bu kadar güçsüz olduğunu söyleyemeyiz.

3 Eylül 2009 Perşembe

Euroleague'de grubumuzdaki takımların son durumları; Montepaschi Siena


Eğer grupta ilk iki sırada yer alıp TOP 16'da görece daha kolay bir grupta yer alma şansına erişmek istiyorsak Siena'yı geçmemiz gerekecek.

Son 2 sezonda toplamda 4 kere karşılaşıp 4 yenilgi aldığımız, son 10 yıldaki gelişimi Avrupa'nın gelişmekte olan takımları için uygulanabilecek bir model haline gelen İtalyan takımı düşüşteki İtalyan basketbolunun aksine yükselişte oluşuyla ilgi çeken bir takım.

Aslında transfer dönemi onlar için hayli sıkıntılı başladı. Litvanyalı guard Kaukenas'ın takımdan ayrılacağının kesin oluşu dışında son 2 yıldaki harika çıkışıyla Eurolegue'in en iyi 3-5 guradı arasına giren Mc Intyre'ın, pivot Benjamin Eze'nin, Sato'nun ve Kristof Lavrinoviç'in ayrılma ihtimalleri bu son 10 yılın örnek takımının ciddi bir sarsılma yaşayacağının habercisiydi.

Ancak beklenenler olmadı. Yüksek bütçeli bir kulüp olmamalarına rağmen Real Madrit'e giden Kaukenas dışındaki oyuncuları ellerinde tutular. Her zamanki gibi çok büyük yıldızları değil ama mükemmel bir sistem takımı olan kadroya katkısı olabilecek nokta transferleri yaptılar.

Kaukenas'dan boşalan yeri 2 oyuncuyla doldurdukları söylenebilir. CSKA'nın Rus olmayan oyuncuları temizleme operasyonunda Siena'ya Nikos Zisis düştü. AEK'deki müthiş çıkışını CSKA'da daha az süreler ve daha pasif görevler alınca devam ettiremeyen ve son 2 yılda kendisini pek fazla geliştiremeyen bir oyuncudur Zisis. Ama atletik yeteneklerinin, süratinin kısıtlı oluşuna rağmen oyun konsantrasyonu hiç azalmayan basketbol zekası ve oyun disiplini üst düzeyde bir guarddır. Siena'nın sisteme ve planlara maksimum konsantrasyon gösteren kadrosuna uyum sağlaması ve CSKA'daki pasif rollerden kurtulup tekrar yükselişe geçmesi muhtemeldir. Kaukenas'ın yerine alınan bir ikinci isim, Siena'nın İtalya ligi finalindeki rakibi AJ Milano'nun skoreri David Hawkins oldu. Hawkins, geçen yıl Eurolegue'de beklentilerin üzerinde işler yapan Milano'nun düşük tempolu ve savunmacı oyununda skorer ve çabuk yönleriyle sivrilmişti. Ama ayrılan oyuncu Kaukenas gibi basketbolun her parametresini mükemmel biçimde uygulayabilen, Avrupa'nın en iyi guardlarından birisi olunca yeri biri 1numarada diğeri 2 numarada oynayabilen 2 oyuncu birden alsanızda dolmuyor. Geçen yıl, Kaukenas'ın sakatlığı süresince Siena'nın hem İtalya'da hem de Eurolegue'de özellikle hücumlarda çok zorlandığını unutmamak lazım.

Bunun dışında pek bir değişiklik yok Siena'da. Banca Tercas Teramo'dan 2 ve 3 numara oynayabilen David Moss ve geçen yıl Udinese'de kiralık oynayan kendi öz evlatları oyun kurucu Lorenzo D'Ercole'ı kadroya kattılar. ''Taş'' gibi takım olmaya devam edeceklerdir. Yüksek bütçeleriyle müthiş transferler yapan ya da güçlü basketbol gelenekleriyle sürekli yeni yıldızlar yetiştiren Eurolegue takımları arasında bu iki özelliğe de sahip olmayıp sistem takımı olmayı başararak final four kovalamaya devam edeceklerdir.

2 Eylül 2009 Çarşamba

Euroleague'de grubumuzdaki takımların son durumları; Barcelona

Bloğu epeydir boşladık, tekrar yazmaya başlayalım. Eurolegue kuraları çekildiğinde grubun gücü hakkında temkinli konuşmak gerektiğini, kadroların henüz kurulmadığını, yapılacak transferleri gördükten sonra grupta neler yapabileceğimizi tahmin etmeye çalışmanın daha doğru olacağını düşünmüştüm. Kadrolar kuruldu sayılır. Genel bir bakış yapmak lazım.
Terence Morris, atletik oyunculardan kurulu, çabuk oynayan Barça'ya kolay uyum sağlar

Grubun ağababasından başlamak yerinde olur.
Barcelona sezona iddialı girecekti, bunu daha önceden biliyorduk. Onlar geçen yılın başarılı sayılabilecek takımlarından birisiydi. ACB'de TAU'nun elinden şampiyonluğu aldıkları yetmemiş gibi final foura çıkarkende İvanoviç'i mat etmeyi başardılar. Kaldı ki, final fourda az kalsın CSKA'yı bile dize getirip finale çıkıyorlardı. Eurolegue'in en seyredilesi ve heyecan verici takımlarından birisiydiler. Bu başarılar onlara yetmedi tabii. Real Madrit transferin en parlak takımı olurken onlarda en az rakipleri kadar önemli imzalar attırdılar. CSKA'nın bütçeyi kısıp takımı Ruslaştırdığı bu sezon için final fourda daha iyi işlere imza atabilecek bir ekip kurmaya çalıştılar. Ancak, onların kadroya kattıklarından önce ellerinden kaçırdıkları oyunculara dikkat çekmek daha doğru olur. Hem Ersan hem de Andersen yerleri kolay kolay doldurulabilecek oyuncular değiller. Her ikisine di kadroda tutabilmek Barça'nın kadroya oyuncu katmaktan daha fazla önem verdiği hamlelerdi ama basketbolcu bir kere rüyasında NBA'de oynadığını görünce ona engel olmak pek mümkün olmuyor.



Andersen'i çok uğraşmalarına rağmen elde tutamadılar, yerine Sloven Lorbek, Andersen gibi CSKA'dan geldi.


Andersen göze çok fazla batan özelliklere sahip olmasa da potaya arkası dönük oynarken topu eline aldığında çok dengeli ve düzgün pivot hareketlerine sahip olan, hücumda çok faydalı bir pivottu. Bu kadar iyi ve tecrübelisini boşta bulup almak kolay değil. Ama asıl büyük kayıp Ersan oldu. 2 numara oynayabilecek kadar iyi dribling ve şut yeteneğine sahip bir 4 numarayı, hem de bu kadar iştahlı ve her oynadığı maçta hem hücumda hem savunmada her türlü işi yapabilen bir oyuncuyu kaybetmiş olmanın açtığı yara kolayca onarilabilecek türden değildir. Onula eşleşmek rakiplerin 4 numaraları için başa belaydı; onun kadar çabuk olamıyorlar, dinamizmi, çok yükseğe sıçraması, her topa el sokup mücadeleyi hiç bırakmıyor oluşu, penetrelerindeki yırtıcılığı da cabası. Barca o oyundayken 4 numaralı pozisyonu çok kez hücuma liderlik yapan forvet gibi kullanıyordu. Onun gidişiyle işler değişecek zira onun özelliklerinde bir oyuncu alamadılar. Alamadılar derken, vardı da alamadılar değil tabii. Yoksa bu sezon İspanyollar, özellikle de Real ve Barça istediğini oyuncuyu parayı basıp alıyor.
Yaz boyunca NBA'e gidip gitmeyeceği konusuyla çenemizi yoran Rubio'u Barça kaptı. 3,5 milyon euroyu da Badalona. 6 yıllık sözleşme yapılmış Rubio'yla. 2 yıl sonra NBA'e gitmek isterse sözlşmesinde önünü açan, kolaylıklar sağlayan maddeler varmış.


Giden 2 önemli oyuncusuna karşın şu ana dek 5 oyunuyu kadrolarına kattılar. TAU'dan Pete Mickeal ilk transferleriydi, gidenlerden birisine değil ama ihtiyaçları olan bir pozisyona kısa forvete. Mickeal çok üst düzey bir oyuncu olmayabilir ama delici, penetresi olan bir 2 numaraya ihtiyaçları olduğu açıktı. CSKA'dan Terence Morris transferi ise Ersan'dan boşalan yere yapılmış gibi duruyor. Ama Morris bildiğimiz klasik Amerikalı dört numaradır, Avrupa basketbolunun bol yardımlaşmalı, sert karakterine Ersan kadar ''cuk'' oturmaz ayrıca onun gibi dış şutu olan, oyun kurucu özelliklere sahip bir oyuncu da değil. Arada bir de Malaga'da harika bir sezon geçiren N'Dong transferi yapıldı ki, bu oyuncunun dev gibi cüssesine karşın çok hareketli ve boyalı alanda dağıtıcı oyun karakteri ekstra bir güç katacaktır Barça'ya. Ama yine de biraz bam güm bir oyuncu olan Senegal'linin Andersen'in yerini doldurması beklenemezdi. Andersen'in halefini yine Andersen'de olduğu gibi CSKA'da buldular. Bütçeyi kısıp kadroyu Ruslaştırmak isteyen CSKA Erazem Lorbek'ten vazgeçince, geçen yıl Euroleague'de 12 sayı 5 ribaundla oynayan Sloven oyuncuyu kaptılar. Gerçek anlamda bir pivota bu transferle sahip oldular ama yine de Andersen'in en iyi savunmalar karşısında bile soğukkanlılıkla hücum edişini arayacaklardır.
Asıl büyük bombayı en sonda patlattılar. Şişman kadın sahneye en son çıktı. Yaz gündeminin adı en çok telafuz edilen ismi Ricky Rubio, oyuncu fabrikası Badalona'nın son yıllarda Rudy Fernandez'den sonra yetiştirdiği en büyük yıldız olan oyuncuyu Badalona'ya 3,5 milyon euro ödeyip aldılar. Navarro, Basile ve Lakoviç'in hücumdaki korkutucu güçlerine paralel bir savunma performanslarının olmadığı ve Lakoviç'le Basile'nin yaşlarının artık kemale eriyor oluşunu da düşünürsek uzun kolları ve çabuk ayaklarıyla iyi ir savunmacı olan Rubio'nun Barça'ya katacağı çok şey olabilir diyebiliriz.
Başlarında çok da karizmatik bir koç olmamasına rağmen geçen yılı kazançlı ve Euroleague sözkonu olduğunda belki de başarılı denebilecek bir performansla kapatan Barça'nın bu sezonda büyük işler başaracağını düşünebiliriz.
Onları grupta geçebilmek mümkün görünmüyor ayrıca Euroleague'de yer aldığımız son 3 sezonda bu düzeydeki takımlara ( bir kez hariç ) hep yenildiğimizi düşünürsek onlara karşı her 2 maçtada mağlup olmak şaşırtıcı olmayacaktır.