28 Aralık 2011 Çarşamba

Top 16 Değerlendirmesi


Top 16 kuraları çekildi; Grubumuz ve Top 8 şansımız üzerine kısa bir değerlendirme yapma vakti.
Öncelikle; elbette gruptaki takımların gücü ve kalitesinden öte, takımımızın Top 8 şansını belirleyecek olan en önemli etkenin sezon başından bu yana her maç ya bir vites yükselten yada bir vites düşüren istikrarsız halinden sıyrılıp, kadro kalitesinin ve tecrübesinin hakkını veren karakterini her maç ortaya koyması olduğunu belirtmek gerekiyor.

Sezon başında, takımın 3 guardından birinin halen sakat, diğerinin sakatlığından dolayı fizik yetersizliği oluşu ve nihayet bir diğerinin ise henüz takıma alışamamasından kaynaklı hücum organizasyonlarında şuursuz ve bilinçsiz bir takım görüntüsü verilmesinden bahsettik.
Ama neredeyse sezon ortasına gelinmişken halen bu sorunun tam anlamıyla çözülememiş olmasını aynı sebeblerle açıklayamayız. Maç içerisinde takıma taktik tahtasıyla değil daha çok motivasyon katkısıyla müdahale etmeyi tarz edinen Spahija’nın 1,5 yıldır set çizmek ve çalıştırmak konularında da sınıfta kaldığı düşüncesindeyim.
Hücumda, EL standartları için dribling, pas ve penetre yetenekleriyle yaratıcılık konusunda hayli iyi seviyelerde sayılabilecek 4 oyuncuya (Ukiç – Curtis – Bogdanoviç - Emir) sahipken, halen takımın özellikle sete set hücumlarda pozisyon yaratma sıkıntısı çekip, birebir zorlamalarla potaya gitme çabasında olması sadece oyuncuların bireysel performans eksiklikleriyle, form düşüklükleriyle, fizik olarak hazır olmamalarıyla açıklanamaz.
Bu takım belli ki, hücum seti yaratma ve çalıştırma konusunda pek becerikli bir koçun elinde değil.
Bu takımın en önemli hücum silahının rakip savunmaya yerleşmeden hücum edebilmesi olduğunu biliyoruz. Ama rakip savunmaya yerleştiğinde, savunma dengesini bozacak oyunları oynayamayan bir takımın EL’de başarılı olabilmesi mümkün değil. Hızlı hücumu en iyi oynayan Maccabi’nin bile ilk 10-15 saniyede pozisyon bulup şutunu atamadığı zaman, oynadığı onlarca farklı hücum seti var. Zaten onları 2 yıldır EL’nin en iyi takımlarından birisi yapan özellik ellerindeki çok sayıda yetenekli oyuncunun herbirinin hep en verimli olabilecekleri pozisyonda şutunu bulabilmesi, takımın hep bu pozisyonları yaratabilecek hücum portföyü zenginliğini çalışarak yaratabilmiş olmasıdır.
Bence bizim açımızdan şu an en önemli eksiklik tamda bu noktada.
Zaman zaman, takımın penetre edip potaya gitme konusunda eksiklik yaşandığından bahsediliyor zaman zaman ise son yıllardan farklı olarak çok az dış şut kullanıldığından. Aslında hücumdaki iki sorunun da temelindeki sorun, hızlı hücuma çıkılamadığında durarak hücum eden anlayı yatıyor. Topsuz oyunda Ömer Onan dışında kısalar pozisyon bulmak için koşular yapmıyor, Bogdanoviç biraz daha hareketli olsa da Ukiç-Curtis-Emir hep topu bekleyen, topu eline alıp penetre etmeye çabalayan oyuncular. Oysa kısaların Ömer Onan gibi savunmacısını peşine takıp base line dan koşu yapıp, şut pozisyonu için fırsat aramadığı, uzunlarının kısalarla ikili oyunlara girmediği bir düzende penetre etmek, rakip savunmanın dengesini bozmadığı için duvara toslamak anlamına gelir. Penetreyi yapan oyuncunun bitirişinde hem pas hem şut opsiyonu yoksa o penetre kötü bir tercihdir. Ki top elinde olmayan oyuncular bu kadar hareketsiz olunca penetre eden oyuncunun ne uzunlara ne kısalara pasla hücumunu bitirme şansı pek kalmıyor. Takımın EL’deki asist istatistiklerindeki kötü ortalamanın ve yapılan asistlerin bir çoğunda Emir’in harika oyun görüşünün damgası oluşunun en önemli sebebi de budur.
Bu takım, TOP 16’dan ötesini görmek istiyorsa, hücum seti çalışmalı, penetre, dribling, asist yetenekleri olan yaratıcı oyuncularına Ömer Onan’ın topsuz koşularla pozisyon alma becerisini nasıl geliştirdiği örnek olmalı. Uzunlar hücumda sadece arkasını savunmaya yaslayıp, alçak postta top bekleme devirlerinin gerilerde kaldığının farkına varıp, hücumun her saniyesinde hareketli ve ikili oyunların içinde olmaları gerektiğinin farkına varmalı.
Bu noktada kafamızı kurcalayan önemli hadise; Spahija tarzı oyuna set çizerek müdahale etmeyen bir koça sahipken sahada koç gibi davranmaktan ziyade sadece çok yetenekli bir skorer kimliğini kendine uygun gören Ukiç’in bu takımın birinci guardı olması sorunudur.
Takımı değerlendirirken, hücumdaki eksiklere çok vurgu yaptık. Bu takımın savunmada iştahlı ve savaşçı ruhunun takımı üst tura taşıyacak en önemli silahı olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Ama bu sezon pota altında boyalı alanı kapatma becerisini gösteren Vidmar’ın savunma yaparken değil her gereksiz pozisyonda faul yapan savurganlığı devam ettiği, Gist’in savunma yapmaktan anladığı şeyin rakibe blok yapmak olduğu, Oğuz ve Kaya’nın güçsüz halleri devam ettiği sürece Top 16’da uzun savunmasında sıkıntı yaşamamız kaçınılmaz.
Gruptaki rakiplere gelirsek;
2. torbadan gelen PAO için bu sezon önceki sezonlara göre zayıf yorumuna mutlaka rastlayacağız. İnanmayınız; geçen sezon ilk tur maçlarından sonrada benzer yorumlara rastladık ama onlar tüm zamanların en fazla kazananı olan takımlarının kültürü ve en fazla kazanan koçlarının başarısını, EL’nin her daim kendi lehlerine olan hakem tavırlarıyla birleştirip şampiyon olmayı başarmışlardı. Düşük tempolu oyunun Avrupa’daki en başarılı temsilcisi oldukları tartışılmaz bir gerçek. Diamantidis gibi dominant ve her koşulda sakin kalmayı becerebilen bir oyun kurucu sayesinde her maçın her anında oyunun temposunu ve atmosferini kendi istedikleri düzeyde tutmayı başarabiliyorlar. Zaten onlar için başarının anahtarı tam da bu.
Diamantidis’in bu dominant karakterine rağmen, geçen yıl Barcelona deplasmanında henüz ilk periyotta 2. Faulünü alıp oyunun büyük bölümünde sahada yer almamasına rağmen o maçtan rakibi uyuta uyuta final four çıkartmış olmaları, Diamantidis gibi tüm takımın her maçın her anını istedikleri tempoda oynatma becerisini kazanmış olduğunun kanıtıydı. Onları alıştıkları düzeni maça hakim kılmaktan alıkoymak hiç kolay değil. Sadece Diamantidis değil, son 2 yıldır Diamantidis’le oynaya oynaya kendini aşan Nick Calathes, bir basketbol efsanesi Saras ve kısa boyuyla oyunbozan bir savunmacı olan top hırsızlığı konusunda sabıkalı Davis Logan’la çok dominant bir guard rotasyonuna sahipler.

3.torbadan EL’den çok Eurocup’ta görmeye alışkın olduğumuz geçen yılın Eurocup şampiyonu Unics Kazan geldi. Sezonun çıkış yapan ekiplerinden birisi oldukları doğru ama ilk tur gruplarında ligin bu sezon en zayıf iki takımı olan Prokom ve (üzülerek söylüyorum) U.Olimpija vardı. Bir diğer rakibi Galatasaray’ın EL’deki ilk sezonunu oynadığını düşünürsek bu çıkışa övgü düzmek konusunda temkinli davranmak gerekir.
Geçen yılın Eurocup kadrosuna önemli takviyeler yaparak EL’ye giriş yaptılar. Herhalde en önemli hamleleri Domercant gibi ritmini bulduğunda durdurulması çok güç bir hücum silahı olan ve yetenekleri kadar fizik gücüyle de rakip savunmaya zorluk çıkartan çok yönlü ve çok inatçı bir hücum gücünü kadrolarına katmış olmalarıydı. Domercant’ın bu sezon kendileri için çok kıymetli olan Siena deplasmanı galibiyetindeki katkısı müthişti. Onu durdurmak kolay değil.
Kazan’da koç Pashutin’in hücum planı öncelikle iyi bir savunmacı olan ama sayı opsiyonu fazla olmayan Samoylenko’yı topu getiren ve dağıtan oyuncu olarak kullanmak ve birebirde çok başarılı iki Amerikalı kısa Terrell Lydal ve Henry Domercant’la sayı bulmak üzerine kurulu. Domercant potaya yaklaşıp atmayı, Lydal içeriye doğru ilk adımı atıp sonra geriye çekilip şut atmayı daha çok seviyor. Her ikisi de sahadayken çok önemli bir hücum gücüne sahip oluyorlar. Bizim eski dost Lynn Greer bizdeki gibi orada da henüz ritmini bulamamış görünüyor. Yine de onun bir anda maçın seyrini değiştirecek hucüm hamleleri yapacak hücum potansiyelie sahip olduğunu biliyoruz. Kazan 1 ve 2 numaralardaki yetenek zengini oyunculara karşın 3 numarada daha sıradan ama yine de faydalı oyunculara sahip. Kelly McCarty maç içerisinde pek suya sabuna bulaşmaz görünen ama maç sonu istatistiklerine baktığınızda her şeyi biraz yapmış oyuncu olarak göze batar. 4 numarada eski Galatasaray’lı Mike Wilkinson şutör uzun olarak bize ters gelebilecek bir isim, Veremeenko ise hem hücumda pota altı oyunlarını iyi bilen hemde savaşçı kişiliğiyle ribauntlarda etkili olan bir oyuncu. Pivot pozisyonunda blok tehtidi güçlü bir ikilileri var. Jawai geçen yıl Partizan’da bu yıl Kazan’da gördüğümüz kadarıyla fiziğini kullanabildiği ölçüde pota altında etkili olabilen bir oyuncu. Potaya yaklaştırılmadığı sürece sorun yok, Aleksev Savresenko ise 2.15’lik bir oyuncuda olabilecek tüm defolara ve tüm ekstra özelliklere sahip.
Kazan özellikle iki skoreri Lydal ve Domercant’in omuzlarında yükselen bir takım. Özellikle EL’nin en uzak deplasmanında işler kolay olmayacaktır.
4. torbadan gelen rakibimiz için ne öngörülebilir bilmiyorum. Transferin en hareketli takımlarından biriyken yerel liglerinde hem Siena hem Cantu’nun gölgesinde kaldılar, EL’de hiçte beklenen başarıyı gösteremediler. Ama yine de acaba bu geniş ve yetenekli oyunculardan kurulu kadro Top 16’da patlama yapar mı düşüncesini taşımıyor değiliz. Koçları Scariolo’nun hatırı sayılır bir Eurocup kariyeri var ama EL kaderi toplama takımları adam etmeye çalışmak oldu. Gruplarda sadece 4 maç kazandılar, felaket kötü savunma yaptılar. Bir türlü oturmayan hücum düzenleri var. Daha fazla bir şey söylemeyelim. Scariolo bu takımı toparlayabilirse 4. Torbadan bu takımın gelmesine lanet okuruz. Ama zor.