29 Mayıs 2009 Cuma

Ömer Onan'ın sakatlığı ve Serhat Çetin


Transferi kadar Fenerbahçe'deki varlığı da garip bir hal alan Serhat Çetin'i arar hale gelebileceğimizi düşünürmüydük hiç ? Biz düşünemesek bile Tanjeviç'in ve teknik yönetimin düşünmesi gerekirdi.

Sezon başından bu yana bir kenara itilen genç oyuncuya Ömer Onan'ın sakatlığı sebebiyle yarı final serisinde ihtiyaç duymadık değil. Kısa oyuncu savunmasında ciddi katkılar verebilecek yetenekte bir oyuncudur Serhat ama sakatlıkları bir kenara bu kadar gözden çıkartılmışken ihtiyaç duyulduğunda katkı verebilecek kadar hazır olabileceğini de beklemek mümkün değil.

Umarım Ömer Onan final serisine kadar hazır hale gelir. Yoksa Efes'in kısa rotasyonuyla başa çıkmak zor olacak.

Ağır abiler işin içine girince...


Yarı final serisinin ilk 2 maçında benzer tablolar yaşandı. Telekom beklenenden daha sert ve dirençli başladı maça ama 1. periyotların sonlarına doğru Fenerbahçe'nin ağır abileri sahaya girince işler değişti.
Mirsad ve Solomon dağılın biz geldik dercesine benchten gelip maçları kopartıp aldılar.
Zaten her iki maçta da Fenerbahçe açısından ilginç istatistikler çıktı ortaya.
Benchten gelenler ilk 5'te başlayanlara fark attılar istatistiklerde.
Oyuncuların maça ve takıma katkılarını salt istatistiklere bakarak açıklama gafletine düşmem hiç ama ikinci maçtaki ilginç istatistikleri de verelim.


Maça ilk beş başlayanlardan sadece Devin Smith çift haneli sayılara ulaşabilmiş, 10 sayısı var 6 riabaund alıp 1 asist yapmış ekstra katkısı bloklarda oluyor onun tabii, 2 de blok yapmış. Green 5 sayı 1 riabund 2 asist, Semih 4 sayı 5 riabund'la kendi ortalamalarının da altına düşmüşler. İki maçtır ilk beş başlamasına rağmen kafası sahada olmayan Rasim 3 sayı 2 ribaund 1 asistle oynamış. Kaptan 0 sayı çekti, şaşırttı 2 riabund 3 asisti var. İlk beş oynayanlar toplamda 22 sayı üretmişler.

Kenardan gelenler coşmuşlar. Solomon ve Mirsad 17 şer sayı bulmuşlar. Kral ayrıca 3 ribaund 5 asist, Mirsad 5 riabund üretmiş. Oğuz Savaş 10 sayı 2 riabund, Ömer Aşık 10 sayı 9 riabund 1 asistle oynamış. Preldziç özellikle son periyotta takım hücumda çok sıkıştığında penetrelerle Telekom'un savunmasını bozdu ve 9 sayı 1 ribaund 1 asistle oynadı. Kenardan gelenler toplamda 63 sayı üretmişler. İlk beş başlayanların neredeyse 3 katı.

Kol uzunluğu



Solomon'un etkili bir savunmacı olmasında onun sert ve mücadeleci oyun karakteri kadar uzun kollarınında payı var.
Bu resmi onun kollarının ne derece uzun olduğunu çok iyi gösterdiği için koydum.
Kürek gibiler maşallah.

28 Mayıs 2009 Perşembe

Önce ver sonra kopart al


Bugünkü maçtan sonra bir kez daha anlaşıldı; bu takımda 3. periyot sendromu ciddi bir hastalık haline geldi. Soyunma odasında ne oluyor bu oyuncuların başına neler geliyor da 3. periyot başlamasına rağmen oyuncular hala kafa olarak oyunda değiller. Bir garip donma hali, şuursuzca sahada dolaşıyorlar.

Çok kıymetli bir fark yaratılmış. 13 sayı, bu kadar zor sayı bulunan bir maçta azımsanmayacak bir farkdır. Bu fark kapanabilir elbet ama rakip öyle tempoyu arttırmış attığını sokuyor falan da değil, fark öyle 1-2 dakika içerisinde kapanmıyor. Bağıra bağıra gidiyor maç.

Tanjeviç mental anlamda uyuşmuş halde seyrediyor olan biteni, sahadakiler kadar hararetle hareket ediyor kenarda ama dağılan, ne yaptığını bilmeden her hücumda süre sona erene dek şuursuzca süreyi tüketip sonra da panikleyip ya saçma sapan şutlar atan ya da topu rakibe veren takıma müdahele etme adına hiç bir hamle yapamıyor, bir fikir üretemiyor sahadakiler gibi o da insiyatifsiz, bilinçsiz.

Eğer basketbola 3. periyotta mola alınmaz diye bir kural gelmediyse Tanjeviç'in bu müdahalesizliğini 3. periyotlarda takımın basiretini bağlayan bir kara büyüden başka bir açıklama gelmiyor aklıma. Ömrümün yarısına gelmişken batıla, doğa üstü güçlere inandıracak beni bu takım.

Takım dağılmış, moral olarak da çökmüş, kimse ne yapacağını bilmiyor, gözler kenara kayıyor ve Tanjeviç elden kayıp giden maça hiç bir müdahalede bulunmuyor. Maçı kaybettiren adam olamadıysa da, seriye heyecan getiren adam oldu.

Sadece mola almamakla kalsa yine iyi. Sakatlar sebebiyle daralan kısa rotasyonu sebebiyle çok erken yorulan Mrsiç ardından ona karşı uzun kalıp koridora dönen Preldziç Serkan'ı maçı çeviren adam haline getiriyorlar Ömer Onan sahada yokken eli ısınmış Serkan'ı bir tek Solomon durdurabilir gibi görünüyor ama Tanjeviç 3. periyotta mola lınmaz kuralının yanına bir de 3. periyotta oyuncu değiştirilmez kuralını eklemiş bekliyor. Serkan yanlış 20 'ye yakın sayı atıyor 3. periyotta ve ona yapılan savunmayı değiştirmiyen bir kenar yönetimimiz var. Şaka gibi.

Maçın ilk yarısında Telekom uzunlarının ortasına atılmış tahrip gücü yüksek bir bombaya dönüşen Oğuz takımın bu içeriye indirilen her topu kaybettiği dakikalarda kenarda. Of ki of.

Fark eridi gitti hatta Telekom öne geçtikten sonra müdahaleler gelmeye başladı. Tanjeviç, takımın geriden gelip maç çevirme kapasitesini test etmek istedi sanırım.

Son periyotta bu sezon defalarca olduğu gibi Mirsad yine kurtarıcı olarak çıktı sahneye süre dolarken attığı potalı 3'lük baldı ama onun dışında her hareketiyle giden maçı kopartıp aldı.

Maçın sonunda Tanjeviç yine sahne aldı gerçi. Telekom'un taktik fauller yapacağı maçın son dakikalarına girilmişken, maç kısalar arasında oynanmaya dönmüşken takımın en kötü faul atan adamını, Ömer Aşık'ı çıkartmayıp intihara teşebbüs etti. Ömer Aşık önce kendisine yapılan 2 faulüde kaçırdı ardından Serkan şut atamayacağı pozisyonda Ömer'i kandırıp 3 atışlık faul çıkarttı ve Tanjeviç kafa kafaya gelen maçta 5 sayıya malolan hatasından ancak dönebildi.

Zor oldu, Telekom ilk maçtaki gibi sezon boyunca hiç yapmadıkları kadar sert oynadılar, yenilgiyi kolay kabul etmeyen, isyan eden bir kimlikleri vardı.

Bu seri İstanbul'da biter bitmesine ama Ömer Onan'ın sakatlıktan kurtulup dönmesi final serisi için elzemdir.

Telekom - Fenerbahçe 2. maç 1. devre


Yarı final serisinin 2. maçında ilk yarı tamamlandı.

İlk maça benzer biçimde alıştıklarının çok daha üstünde bir sertlik seviyesiyle başladı Telekom maça. Ama tüm sezon savunmada yatıp, final serilerinde savunmacı olunamıyor. Bunu yine gördük.

Sanırım 16. sayılarını attıklarında 10. kez faul çizgisinden sayı buluyorlardı. Ota boka faul çalmak bu düzeyde sertliğin olduğu bir maçın içine etmek dışında, gereksiz biçimde germeye de yol açabilir.

Ağır abiler ( Solomon-Mirsad ) oyuna girince maçta ibre Fenerbahçe'ye döndü. Lang bu kez hücumda sakatlığının izlerini atmış görünüyor ama savunmada Oğuz'un arkasında kaldığı pozisyonlarda adeta ezildi sadece o değil tüm Telekom pota altı top Oğuz'a geldiğinde diplerine dinamit konmuşa dönüyorlar.

Pazar günü, finale çıkan takımı alkışlıyor olacağız sanırım.

Solomon sonrası Marques Green


Sezon başından bu yana Tanjeviç'e ve takıma yönelik eleştirilerin temel dayanak noktalarından birisi olan Marques Green'in Telekom'la oynanan yarı final serisi ilk maçındaki performansı bir çok kişiyi şaşırtmış olabilir. Maçın kırılma noktaları belki de El-Amin ardı arkası hiç kesilmeyecekmiş gibi isabetli şutlar atarken Marques Green'in oyuna girip onu bozması üstüne üstlük bir kaçı downtown dan yolladığı şutlarla bir kaç kez Telekom'un skorda Fenerbahçe'yi yakalama umutlarını tam zamanında kırarak maçı kopartmasıydı.
Bir anlamda sezon başından bu yana silik ve yumuşak oyun karakteri sebebiyle Fenerbahçe'lileri kızdıran Green maçın adamı oluverdi.
Aslında Solomon'un dönüşünden bu yana Green'in performansında ciddi bir çıkış var. Herşeyden önce Green'in Solomon'un gelişini hiç dert etmeyip kendisine biçilen yeni göreve çabucak adapte olmasını takdir etmek lazım. Onun iş ahlakının üst düzeyde olduğunu, parçası olduğu takım için elinden geleni yapabilmek için tüm bir sezon konsantrasyonunu üst düzeyde tutabilen bir yapısı olduğunu zaten biliyorduk.
Bir kere bir çok guarda ters gelebilen bir savunmacı, Euroleague'de oynadığı tüm maçlarda en az 1 kez top çalmış. Azımsanacak bir istatistik değil bu. Ama onun gibi yumuşak huylu bir oyuncuya takımınızı saha içerisinde organize etme görevini verirseniz özellikle Euroleague gibi maç kazanmak için oyunu çok sert oynamanız gereken, hücumda da delici ve agresif olamadığınızda potayı görebilme şansınızın bile olmadığı bir düzeyde başarılı olma şansınız mucizelere kalır.
Green'i saha içerisindeki hafızı ilan eden Tanjeviç'in geçen sezona kıyasla takımın özellikle Euroleague'de bir geri vitese atmasına sebeb olan kritik tercih hatası da buydu.
Green Fenerbahçe'ye faydalı olabilecek yetenekleri olan ve kendisine sunulan her görevin en iyi biçimde yerine getirmek için çalışacak çok iyi bir takım oyuncusu.
Ama özellikle Euroleague seviyesinde lideriniz oysa hedeflerinize ulaşacak derece agresif ve zor koşullarda maç kopartacak bir takım yaratamazsınız.

Solomon ve takım oyunu


Solomon için beyinlere kazınmış olan ezbere hep karşı çıkarım. Solomon'un takımı sallamayıp kendine oynadığı, sorunlu bir oyuncu olduğu yollu iğnelemeler Solomon giderken de dönerken de söylendi durdu.

Solomon'un geçmişte uyumsuz olduğu doğru olabilir ama Aydın Örs'le geçirdiği Fenerbahçe'nin 100. yılına tekabül eden sezon onun kariyerinde ciddi bir eşik oldu. Solomon o sezondan bu yana artık müthiş bir takım oyuncusu. Kritik anlarda şut tercihlerinde önceliği kendisine tanımasına bakıp ''takımı değil kendisini oynatıyor'' tarzı eleştiriler yapmak hiç insaflıca değil. Zira kendine güvenen büyük oyuncular kritik anlarda topu elbette kendileri kullanmak isteyecektir.

Solomon'un hangi barda kavga çıkarttığı, taksinin içine işeyip işemediğininde son kertede bir önemi yoktur bizim için.

Maçı bu kadar isteyerek ve yaşayarak oynamasının yanı sıra rakip guardları bu kadar sinirlendirerek, gererek, itip, kakarak, mimikleriyle ve oyunuyla ezip, aşağılayarak oynayan bir oyuncunun maç içerisinde hiç sinirlenmemesinin, gerilmemesinin olanağı yoktur.

Onun gerginlikten, sorumsuzluktan takımını yaktığına en son ne zaman şahit oldunuz ?

Solomon sorunlu bir yıldız diyenler bence son 3 yılda yaşadığı büyük değişimi izlemeden ezberlerini tekrarlıyorlar.

Geçen yıl Aris' le oynanan Euroleague maçlarında kanlısı Kalaitzis'le giriştiği 2 maçlık mücadelede Solomon'un takımına karşı duyduğu sorumluluğun ne derece gelişmiş olduğunu çok açık görmüştük. O hep sorunlu her an takımını yakabilecek sorumsuz bir yıldız addedilen oyuncunun 2 maç boyunca Kalaitsiz'in tükürüklerine, tahriklerine, tekmelerine, küfürlerine karşılık vermeden oynaması önemli bir göstergedir. Hatırlatalım Solomon'la Kalaitsiz arasındaki düşmanlık ciddi bir boyuttadır ve Solomon Kalaitsiz'i sokakta vurulmuş görse eğilipte yardım etmez sanırım.

Dünkü maçtada El-Amin otomatiğe bağlayıp attıkça atarken onunla düelloya El-Amin'in tarzıyla girmek yerine takımın hücum düzenini bozmadan hücum organizasyonlarını yapması ciddi bir iş.

Organizasyon yeteneği, soğukkanlılık ve ne zaman hangi tempoda oynatacağını bilmek lider bir guarddan ilk planda bekleyeceğiniz meziyetlerdir. Solomon'u El-Amin'le aynı kefeye koyanların yanıldığı noktada burası.

Birisi atarken takımını bozmaz diğeri maç kazandırırken bile takımının düzenini dinamitler.

26 Mayıs 2009 Salı

Yarı final serisi 1. maç


Solomon'la başladık, Green'le bitirdik.
Gergin ve sert başlayan, düşük tempoda sayı atmanın deveye hendek atlatmaktan zor olduğu, skorda fark yaratmanın güç olduğu bir maç sergilenirken sahada, rakibi sindiren, kızdıran, hataya zorlayan; hücumda tempoyu arttırıp, dağılan rakibini abondene eden şutlarla, asistlerle maçı kopartıp almaya dair ilk adımı atan Solomon oldu.
Telekom beklenmedik ölçüde dengeli hücum ederek, savunmada sert ve dirençli durarak başladı oyuna. Hiç alışık olmadıkları şekilde oyunu iki yönlü oynama isteğiyle nihayet bu düzeyde sadece hücum ederek maç kazanamayacaklarını anlamış olduklarını gösteriyordu. El-Amin'i benche çekip Tutku liderliğinde oyuna başlamış olmak hücumda El-Amin transferi sonrası başgösteren huzursuzlukla doğan dağınıklığı da gidermiş görünüyordu. Telekom istediğini oynuyor Fenerbahçe bunalıyor görünüyordu ilk dakikalarda. Zaten ilk 5 dakikada sadece 5 sayı bulabilmek, Telekom gibi savunma zaafları üst düzeyde bir takıma karşı sergilenmesi beklenilen bir hücum performansı değildi. Griçek'i zaten hesaba hiç katmıyorduk ama Ömer Onan'ın sakatlığı özellikle savunmada ciddi zaaflar yaratabilirdi.
Bajramoviç gibi hem dışarıdan şut atabilen hem de içeriye penetre edebilen hareketli ve fundamentali düzgün 4 numaraları savunma zaafını 2 yıldır çözemeyen Tanjeviç'in Rasim'le maça başlama tercihi Bajramoviç üzerinden oynanacak setlere karşı bir tedbirdi belki ama onun da kafası maçta olmayınca aksaklıklar iyice diz boyuna çıkıvardi.
Telekom'da Tutku'nun maçtaki ilk sakatlığını yaşayıp kenara gelişi, Fenerbahçe'de Solomon'un oyuna girişiyle işler değişti. Zaten Telekom'un hiç alışık olmadığı sertliği ve dirençli oyunu tüm maça yayabilmesi pek mümkün değil. Hamur yoğrula yoğrula sertleşiyor öyle 1 günde takımın final takımı kıvamına girebilmesini bekleyemezsiniz.
Özellikle İlk yarıya damga vuran bir başka performans Oğuz'un ne derece hücum çeşitliliğine sahip çok önmli bir pivot olduğunu bir kez daha kanıtlaması oldu. Yaşından beklenmedik ölçüde sakin bir oyuncu, topu eline aldığında potaya gidebilmek adına çok fazla seçeneği var. Hem yakın hem uzak mesafeli şutlar atabiliyor. Arkası dönükken oynamayı iyi biliyor, rakibi geri iten, rakip sendelediği anda dönüp düzgün şut atabilen klasik pivot hücumunu iyi yapabilen bir oyuncu ama yüksek postta yüzü dönükken de hem yumuşak bir bileğe sahip olması sebebiyle düzgün şut atabiliyor hem de oyunu, seti sakin ve iyi biçimde okuyarak top dağıtabiliyor bir de 2.10'luk boyuna olduğu kadar enine de gelişmiş dev bir cüsseden beklenmedik ölçüde seri penetreleri var. Böylesine çok çeşitlilikte hücum alternatifi varken topu eline aldığında en doğrusunu yapabilecek basketbol aklına ve oyun tecrübesine henüz 22 yaşında sahip olabilen bir pivotu durdurabilmek güç elbette. Telekom'da durduramadı zaten.
8 sayı farkla önde kapattığımız ilk yarının ardından ikinci yarıya damga vuran ise El-Amin'in otomatiğe bağlayıp, akıl dışı işler yaparak farkı eritmesi oldu. Telekom maçın başındaki savunma direncini tüm maça yayamamışken, Fenerbahçe'de bir türlü oyun disiplininden kopmamışken farkı başka türlü eritmeleri belki mümkün değildi ama her topu tek bir oyuncunun kullandığı onun da her topu el üstünden 3'lükler atarak sokmaya çalıştığı bir düzenin yarı final maçı kazandırmayacağı aşikardır. Bu maç sonunda çift haneli farklarla gerideyseniz yapılabilecek bir iş ama 3. periyotta farkı bu şekilde eritseniz dahi maçın sonunu hücum düzenini bu kadar bozarak getiremezsiniz. Nitekim El-Amin'i iyi savunmacı Solomon değil ama El-Amin'den bile kısa adam Green ona yapışarak durdurdu. Hiç tutukluk yapmayacak gibi duran bir otomatiğin işleyişini bozdu. Maçı kopartan 3'lükleri de maçın kader adamı olmaya aday El-Amin'e karşı savunmada Solomon'un bile sağlayamadığı üstünlüğü sağlayabilmenin verdiği özgüvenle attı ve soktu.
Solomon'un dönüşü sonrası ondaki performans artışına dikkat çekmek ve iş ahlakı ve her koşulda elinden gelenin en iyisini verme konusunda dört dörtlük bir adam olan Green'i tebrik etmek gerek. Euroleague'le ilgili ifade edilen hedeflerimiz ciddiyse eğer bu takımın guardı Green olamaz iddiamı saklı tutmak kaydıyla Green'in yarı final, final serilerinde kilit önemde bir oyuncu olabileceğini söyleyebilirim.


Telekom maçı ilk yarısı...


El-Amin yerine Tutku'yla başlayan Telekom nihayet bu düzeyde savaşmadan, savunma yapmadan kazanılamayacağını anlamış görünerek oyuna başladı. Telekom'dan hiç beklemediğimiz bir savunma performansı hücumda adeta kilitledi Fenerbahçe'yi. İlk 5 dakikada sadece 5 sayı üretebilen ve hücumlarda şaşkın 3'lükler çember döven takımı Solomon'un girişi canlandırdı. Bu takımın ona neden bu kadar çok ihtiyaç duyduğunun kanıtıydı Telekom maçının ilk yarısı. Rakibi sahada psikolojik olarak ezen, tempoyu ne zaman arttıracağını çok iyi bilen, maçı koparıp götüren bir lider o. Rakibi sindirdikçe sindirirken, takımı coşturan bir kazanan.
Ömer Onan'ın yokluğu büyük dert. Griçek ve Ömer yokken bir de Devin Smith'in bu kadar silik kalması derdi ikiye katlıyor.
Oğuz olağanüstü bir hücum çeşitliliği sergiledi ilk yarıda. Çok sert, beklendik ölçüde gergin bir maç yaşanıyor.
Mrsiç son saniyede boş 3'lüğü yazabilse 11 sayı farkla bitirecektik ama 8 sayı farkda iyidir.
Darısı ikinci yarının başına diyelim...

Yarı final serisi başlıyor


Yarı final serisi bu akşam başlıyor. Perşembe günü yine Ankara'da oynanacak 2. maçın ardından seri İstanbul'da devam edecek.

Seriye dair en büyük korkum normal sezonun ardından play-off'ların geç başlamış olmasının üstüne bir de kolay bir çeyrek mücadelesi geçiren takımın maç temposunu, ritmini kaybetmesi olasılığının yanısıra bir de ilk 2 maçın Ankara'da oynanacak olması.

Normal koşullarda, Telekom gibi savunma direnci, zor maçları koparabilme inancı zayıf ve kenardan iyi yönetilemeyen bir takıma karşı play-off'larda tüm oyuncularının vites yükseltmesi olasılığı güçlü olan Fenerbahçe'nin geçen yılki final serisinden daha kolay biçimde üstünlük sağlaması gerekir ama bu uzun aralar, sezon boyunca sık sık maç oynama alışkanlığı kazanan takımları zorlayabilir.

Fenerbahçe'de Griçek, Telekom'da Chris Lang kadroya alınmışlar.

Ankara'da ki iki maçta alınacak bir galibiyet final yolunu açacaktır.


20 Mayıs 2009 Çarşamba

Aris Euroleague için


Normal şartlarda yarı finallerde elenen takımların 3. lük maçlarına çıkması ızdırapla eşanlamlıdır. Şampiyonluk umudu yokolmuş, moralleri çökmüş oyunculardan şevkle oynamalarını bekleyemezsiniz.

Ama Yunanistan liginde durum farklı.

Yarı finalde elenen iki takım, ağızlarına çalınacak bir parmak bal için değil Euroleague bileti için 3. mücadelesi yapıyorlar.

İlk maçı Euroleague'e yabancı olmayan Aris kazandı.

Marousi geçen yıl Panellinios'un başardığını tekrarlayıp PAO ve Olimpiakos'un ardından Euroleague'e gidecek 3. takım olmak istese de Aris karşısında tutunmaları pek mümkün görünmüyor.

Ethniki'de final zamanı


Fotoğrafta Olimpiakos koçu Giannakis PAO oyuncusuyken 1996 yılında kazandıkları Euroleague kupasını öpüyor. Bu yıl, bu kez koç olarak o kupayı kazanmak istedi ama eski takımı PAO'ya takıldı.

Rövanşı Yunan liginde almak istiyor.

Olimpiakos Maroussi'yi, PAO Aris'i 3-0'la geçip finale kaldılar.

İlk maç yarın normal sezonu lider bitiren Olimpikos'un sahasında, 2. maç PAO'nun ev sahipliğinde 25 Mayıs'ta, 3. maçta 28 mayıs'ta Pire'liler yine ev sahibi. Gerekirse 4. maç PAO, 5. maç Olimpikos'un evinde.

Ne kadar iyi bir koç olursa olsun Obradoviç gibi bir kurtla başa çıkamaz denilen Giannakis için son 11 yılda 10 kez şampiyon olan eski takımı PAO'ya dur diyip rüştünü ispat etme fırsatı.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Play-Off ve rakipler


Basketbolda, takımımız play-off ilk turunu antrenman tadında maçlarla geçip yarı finale kaldı. Diğer eşleşmelerde geride kalan maçlara bakınca şampiyonluk yolunda tek ciddi rakibimizin Efes Pilsen olacağı iyice kendini belli ediyor. Aslında sezon başında Telekom eskisine göre daha dengeli ve nihayet daha takım görüntüsünde bir ekip olabileceği izlenimini vermişti ama dönüp dolaşıp Khalid El Amin'i yeniden takıma kazandırmaları zaten oyunun sadece hücum yönünü oynayabilmeleri sebebiyle zirve takımı olmayı bir türlü beceremeyen ekibin iyice sıradanlaşmasına sebeb oldu. Bu kadar koşarak oynamayı iyi beceren, ikili oyunlara pek girmeden kendi atmayı seven ve bileğide düzgün kısalardan oluşan bir ekibe her topu kendi getirip atan savunmayı halen street ball seviyesinde yapan bir oyun kurucu değil, oyuna kimlik kazandıracak, nefes aldıracak, top ve şut dağılımında adaleti sağlayacak oyun görüşü olan bir lider gerekirdi. Görülen o ki, El Amin transferi onların en iyi yaptığı işi hücumu ve tempolu, koşarak oyunu da baltalamış, topu eline alan nasılsa El Amin bize bırakmaz kendi atar diye buldukları yerden sallıyor. Onların sorunu kısalarla sınırlı da değil. Çok iyi bir form yakalmış Lang-Wright ikilisini de kaybettiler. Lang'in, eğer çıkabilirlerse yarı finalde oynayıp oynayamayacağı belli değil. Ki, bizim uzunlara ters gelen bir hareketliliği var. Wright kadrolarında bir alternatifi olmayan çok iyi bir pota altı bitiricisiydi. Oscar Torres ve Bajramoviç gibi Eurolegue tecrübesine sahip, Avrupa'nın üst düzey liglerinde zirve mücadelesi yapan takımlarda oynamış 2 uzun getirip sorunu aşmaya çalıştılar ama özellikle El Amin sonrası o kadar düzensiz oyuncuların rolleri belli olmayan bir haldelerki yeni gelenin katkı yapması bu kaos ortamında pek olası değil.

Uzunca bir süre şampiyonluk adayı gibi görülen Galatasaray'da takıma takviye yapıp, kurulu düzenin içine edenlerden. Yugoslav ekolünden yetişmiş oyuncular üzerine kurduğun düzende yüreğiyle oynayan Cemal, Polat, Erdem gibi savaşçılara maksimum süreler verip savaşçı bir kimliği olan ciddi bir ekip yarat sonra sezon ortasında kadronun her topu kendi kullanmak isteyen Amerikalı'larla doldurup oyun planını onların üzerine kur. Her sezon başında bu sezon Fenerbahçe'yi şampiyon yapmayacağız diye hedef belirleyenlerin yönettiği şubenin basketbol aklı bu kadar oluyor işte. O seriden Beşiktaş'ın çıkması zor görünüyor, kadrodaki oyuncuların isimlerini dahi bilmeyen, 1 ay önce gönderdikleri oyuncuyu hala kadroda sanan yöneticiler varken başlarında ligi 5. sırada bitirmiş olmaları ciddi bir başarı sayılmalı.

Sadece hücum edilen hiç savunma yapılmayan bu seriden çıkanın Efes karşısında direnme şansı hiç yok.

Şampiyonluktaki esas rakibimiz Efes gibi görünüyor. Uzun süredir yenilmiyorlar, neredeyse kusursuz bir takım gibi gösterilmeye başlandılar. Kabul geçen yılki o hücumcu takım olma sevdasıyla gerçek kimliklerinden uzaklaşıp, yenilgiyi kolay kabul eden hallerinden sıyrıldılar ama dikkat edilmesi gereken nokta şu; Euroleague'den erken elendiler ve ligde de uzun süredir üst düzey maç oynamıyorlar. Finale dek zaten her gün birlikte antrenman yaptıkları altyapı takımları Daçka'yla ve muhtemelen her oyuncunun kendi hücum planını yazıp onu oynadığı, sıfır savunma dirençli Galatasaray'la oynayacaklar. Onlar için bu eşleşmeler finalin sert ve mücadeleci yapısına yeterince hazırlanamamak anlamına gelebilir.

Kendimize dönüp baktığımızda, en ciddi sorun Griçek'in sakatlığı gibi görünüyor. Aslında varlığından bir yarar görmediğimiz oyuncunun yokluğu da bir sorun yaratmayacaktır ama asıl sorun onun yokluğunu kabul edip play-off planlamasını ona göre yapmışken, yarı-final, final serilerinde bir maç oynayıp bir maç oynamaması olacaktır. Uzun süreli yokluğu sonrası takıma dönüşünde oynanan 3-4 maçlık periyot sezon boyunca en kötü hücum ettiğimiz zaman dilimiydi. Hücumda topu eline aldığında derleyici toplayıcı bir etkisi olan ve şutuna güven olan kısa forvetimiz bir o var ama transferinin gerçekleştiği günlerde kasığındaki sakatlığın maç trafiğinin yoğunlaştığı dönemleri kaldırmayacak derecede ciddi olduğu iddiaları haklı çıkıyor gibi. Muhtemelen play-off boyunca olmayacak.

Antalya karşısındaki alınan kolay galibiyetler yanıltıcı olabilir zira iyi hücum eden ama dirençsiz bir takım Antalya Belediye. Kaldı ki, bizim uzunlar karşı hayli cüssesiz ve kısa kalan pota altı oyuncularıyla direnmeleri pek mümkün olamazdı. Tek şansları standartlarının çok üzerinde atabilecek kısa oyuncularından birisinin olağanüstü günlerinden birisini yaşaması olabilirdi ama Solomon'un dönüşüyle öyle sıradan atıcılara hayatının maçlarını yaşatn savunma dirençsizliği v dağınıklığı sorununu beklendiği üzere aşmış görünüyoruz.

Solomon'un dönüşü sonrası Green'in yeni rolünü benimsemesi ve huzursuzluk yaşamaması sevindirici. Zaten bir Amerikalı oyuncudan beklenmeyecek ölçüde uyumlu ve verilen rolü benimseyen bir kişilik. Tam da bu yüzden maç kopartabilen değil ama rakip savunmanın dikkati onun üzerinde olmadığında öldürücü atışları çok yüzdeli kullanabilen bir oyuncu. Final serisinde maçların çok sertleştiği, sayı bulmak için şut yeteneği kadar fiziksel güç ve insiyatif kullanma cesaretinin gerektiği anlarda sahney pek çıkmaz ama maçların özellikle al gülüm ver gülüm temposuyla oynandığı başlangıç periyotlarında takımın sayı yükünü omuzlar.

Antalya serisinde hem hücum hem de savunma anlayışındaki disiplinli oyun takımın play-off'larda vites arttıracağı beklentisinde olanları haklı çıkartıyor.






14 Mayıs 2009 Perşembe

Griçek ve Play-off lar


Play-off lara Griçek'siz başladık. Transferi gerçekleştiği günlerde Rus'ların neden imza aşamasına gelmiş ( Kimi iddialara göre imzalar atılmıştı bile) transferden son anda vazgeçtikleri muammaydı. Sürekliliği olan bir sakatlığının olduğu iddiaları mide bulandırıyordu. Asıl sorunun belindeki sakatlık olmadığı özellikle maç yoğunluğunun ve maçların sertlik ve zorluk düzeylerinin artacağı play-off larda teklemesine sebeb olacağı kronikleşmeye yüz tutmuş bir kasık probleminin olduğu kulaktan kulağa fısıldanıyordu.

Sonuç olarak malesef play-off lara onsuz başladık. ''Dinlendiriliyor'' açıklamaları bana komik geliyor. Zira takım sezon boyunca alıştığı temposundan farklı olarak uzun aralıklarla maç oynanan bir döneme girmiş, play-off'lar yeni başlamış ve play-off'larda maçyoğunluğunun artacağı, fizik ve tempo olarak vites yükselteceğiniz yarı fnal, final serilerinin arefesinde oyuncular dinlendirilmez aksine ritm kazanmaları açısından bu maçta-bu seride tüm oyuncuların görev almaları çok önemlidir.

Bu noktada Griçek'in play-off'lar boyunca takıma katılamıyacak olması, ya da kimi maçlarda oynayıp kimi maçlarda oynayamayacak olması ihtimalini düşünmek lazım.

Sezon başında temposuz kontrol oyununu iyi beceren ama savunmalarını sertleştiren ve tempolu oynamayı beceren takımlara karşı hücumda şuursuzlaşan takımın Griçek'e bir an evvel kavuşmasını dört gözle bekliyordum Hücumda topu eline aldığında takımı o topu bilinçsizce elden ele dolaştıran ve çembere bakma adına hiç bir insiyatif geliştiremeyen akıl tutulması halinden kurtarabilecek elin o olduğunu düşünüyorduk ama griçek'in nihayet geri döndüğü maçlar Eurolegue'de en çetin rakiplerle karşılaştığımız maçlara denk gelince onunla hücum eden takımın iyice saçmalamaya başladığını gördük.
Doğaldır, onun dönüşüyle tüm hücum düzeni değişecek hücumlar yeniden yazılmaya başlanacaktı. Şimdi play-off'lara onsuz başlamışken daha ötesi play-off'lar boyunca katkı verip veremeyeceği belli değilken tüm planları Griçek'in hiç olmayacağını düşünerek yapmak daha mantıklı geliyor bana ve umarım 1 maç oynatılıp 1 maç dinlendirileceği bir zorlama dönüş olmaz zira onsuz oynamak her maç hücum düzenini değiştirmekten daha doğrudur.

Sezonun özeti

Futbolda sezonun özeti bu karikatürdür benim nezdimde.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Larry Spriggs ve travma


Fotoğrafta Lakers'ın 1984-85 sezonunda NBA şampiyonluğuna ulaşan kadrosu var.
O yıllarda bir nevi NBA finalleri klasiği haline gelen Celtics-Lakers kapışmasında Pat Riley yönetimindeki Lakers bir önceki sezonun rövanşını 4-2'yle alıp şampiyon oluyor.
Fotoğraftaki Magic Johnson'u, Abdul Cabbar'ı, Cooper'ı, James Worthy'yi, Byron Scott'ı hemencecik tanımışınızdır.
Ama bu fotoğrafa bakınca benim gözlerim kadrodaki o birbirinden değerli oyunculara değilde takımın en sıradan oyuncularından birisi olan Larry Spriggs'e takılıyor.
35 numaralı formayı giymiş olan objektife pis bir gülüş fırlatan arkadaştan bahsediyorum.
Yıl 1988. Ülkemizde play-off'lar oynanıyor. Hasret bitecek Fenerbahçe bu yıl basketbolda şampiyon olacak diye çok güçlü bir inanç var hepimizde. Spor serginin büyülü ortamında basketbol sevgisinin kalplerimizi esir aldığı, oyuncularla-taraftarın yürek yüreğe verip şampiyonluk için gün saydığı günler. Normal sezonu 1. sırada bitirimişiz, rakip dayanmıyor takıma.
Adeta şampiyonluk için gün sayıyoruz.
Sezon başında ligin en güçlü kadrosuna sahip oldukları konusunda herkesin hemfikir olduğu ama normal sezonda bir türlü bekleneni veremeyen Çukurova yarı finaldeki rakibimiz oluyor. Ligin en genç ve tecrübesiz kadrosu İTÜ karşısında beklenmedik ölçüde zorlanarak çıkmışız yarı finale. Beklentilerin çok üstünde performans gösteren dinamik ve savaşçı bir kadro karşısında zorlandık ama bir nevi yıldızlar topluluğu halindeki Çukurova'nın tüm sezonki kazanmayı beceremeyen, uyumsuz ve iyi savunma yapamayan kadrosu karşısında uçar gideriz diyoruz.
Behçet, Aytek gibi ülkenin en iyi guardlarını kadrosunda bulunduran Cihangir ve Can Sonat kardeşler gibi basketbol tedrisatını A.B.D'de almış çok iyi oyunculara sahip çok seçenekli bir kadrosu var Çukurova'nın. Üstelik NBA'de oynamış olmayı bırakın, Rucker Park'ta smaç vurmuş olmanın bile bizim ligimizde oynayabilmek için yeterli olduğu bir dönemde parmağına şampiyonluk yüzüğünü takmışta gelmiş Larry Spriggs var kadrolarında. Boru değil Lakers'tan gelmiş üstelik NBA şampiyonluğu yaşamış. O dönem her basketbolseverin ilahı konumundaki Magic'in asistlerini sayıya çevirmiş, onun verdiği pası Cabbar hookla potaya göndermiş falan.
Gerçi bütün sezon şampiyonluk yüzüğünü objektife dayadığı pozlarından başka bir şey görmedik adamın. Bu mu lan NBA şampiyonluğu yaşamış adam diye birbirimize soruyorduk.
Neyse ilk maçta deplasmanda yenildik, şoke olmuştuk ama nasılsa İstanbul'da farklı kazanıp 3. maçı İstanbul'a taşırız diyoruz. O zamanlar normal sezonda oynanan maçların play-off'larda serinin kaça kaç başlayacağına bir etkisi olmadığını hatırlatayım. 2 maç oynanıyor 2 maçıda kazanan takım tur atlıyor eğer seri 3. maça kalırsa ilk iki maçta hangi takım rakibini daha farklı yenerse 3. maç onun sahasında oynanıyor.
Spor sergi klasik tabirle tarihi günlerinden birini yaşıyor, kalabalıktan nefes alınmıyor, 1 dakika susmadan oturmadan, maçı sahadakiler kadar çaba harcayarak seyrediyoruz, adeta birlikte oynuyoruz. Fark bir aralar 13 - 14 lere çıkıyor, Erman Kunter ve Fatih Özal 3'lük yağmuruna tutuyor Çukurova'yı, zaten sezon boyunca birbirleriyle hep sorun yaşayan Çukurova'lı oyuncular birbirleriyle tartıştıkça bu iş bitiyor diyoruz ama farkda bir yandan eriyor. Neyse ki kazandık diye düşündüğümüz anda Fenerbahçe basketbol sevdalılarının başına gelen en büyük travmalardan biri yaşanıyor. Saatin bitiş düdüğünün çınlaması salondaki uğultuya karışırken o ülkemize teşrif eden ilk NBA şampiyonu adam orta sahadan sallıyor topu.
Ama şut atmıyor, sallıyor. Meyve-sebze hallerinde karpuzları kamyondan pavyona nasıl sallarlar aynen o şekilde. Havada süzülen top o sezon hasret biticek, şampiyon olacağız diyen yüreklerin tüm hayallerinin köküne konan bir dinamit gibi herşeyi yerle bir ediyor. Salonda bir saniye susmayan binlerce insan bir anda sessizliğe gömülüyor, panyaya dank diye çarpan topun sesi o ölüm sessizliğinde beynimizde çınlıyor adeta ve top filenin içinden süzülüp geçiyor.
NBA şampiyonu adamın parmağındaki yüzüğü dışındaki tek numarası buydu memleketimizde sergilediği. Binlerce taraftarın önce birbirlerine anlamsız biçimde bakışları, sonrasında ağlayanlar, yerlere yığılıp ne olduğuna anlam veremeden kendinden geçenler, o uğursuz top daha çemberden içeri girmeden soyunma odasına kaçan Spriggs'i yakalayıp dövmek için sahaya fırlayanlar...
O travmanın etkilerini yıllarca yaşadık. 1991'deki şampiyonluğa dek normal sezonda ortalığı kasıp kavuran takımın play-off'larda bir uğursuzluk yaşayıp elenip gideceği korkusu hep yüreğimizin bir yerinde bizi rahatsız edip durdu ve bu korku hep gerçekliğe kavuştu.
Larry Spriggs'te hiç mutlu olamadığı memleketimizden kaçıp gitti, bize hayatta yaşadığımız en büyük travmalardan birini yaşattı ve gitti...

7 Mayıs 2009 Perşembe

İnsan ağabeysine bunu yapar mı ?




Basketbol efsanesi Drazen Petroviç henüz delikanlılık evrelerini yaşıyor.


Ölene kadar taraftarı olduğu Sibenik formasıyla harikalar yaratıp, Yugoslavya gibi Avrupa basketbolunun kalbinin attığı bir ülkede küçük bir şehir olan Sibenik'in mütevazi takımını zirveye taşıyor.


Henüz 17 yaşında ve karşısında ülkenin en iyi oyuncularından kurulu takımı Cibona var, Ağabeyi Aleksander'de rakibi. 30 sayı attığı bir karşılaşmada ağabeyi onu savunurken, Drazen'in topla yaptığı hareketleri bırakın durdurmayı izlemekte zorluk çekmesi üzerine annesinin Drazen'e çok sinirlendiği ve maçtan sonra Aleksander'i düşürdüğü durumdan dolayı küçük oğlunu payladığı söylenir.

İyi oldu


Tam futbolu ''İspanyollar oynar İngilizler kazanır'' diyecektim ki İspanyollar bu kez oynamadan kazanıp ezberi bozdular.
Elitist, aşağılayıcı, ırkçı, ayrımcı Chelsea taraftarından, headhunters' larından, kankileri Rangers'tan, Linfield'dan nefret ederim, iyi oldu.
Finalde en azından bildiğimiz, sevdiğimiz futbolu izleyeceğimiz içinde mutluyum.
Futbol nasıl oynatılmazın bir mühendislik dalı haline gelmeye başlaması üzücü, Barca'nın varlığı umut verici.





5 Mayıs 2009 Salı

Atan & Tutan



Sarunas Jasikevicius kadar oynama ve sayı atma iştahı olan bir oyuncu zor bulursunuz. Adamın benchte geçirdiği dakikalar onun için azap, benchteyken tipik bir amigo oyuncu, bir dakika oturmaz benche sürekli hoplar zıplar, arkadaşlarına taktik verir, havlu sallar, parkeleri döver, ıslık çalar, havluyu ısırır koparır, neredeyse Obradovic gibi bir üstadı ıskartaya çıkartıp kendi koçluk yapacak benchteyken o derece oyunun içerisinde hele molalardaki hali. Tüm takım hocanın etrafında kümelenmiş onun gözleri, aklı sahada mola bitse de oyuna dönsek diye iç geçiriyor. Sahada olduğunda da onu zaptetmek bir sorun. Topu eline almak için çırpınır aldımı da doğrudan potaya yönelir.

Final four'da 2 maçta toplam 43.15 dk sahada kalıp 28 sayı atmış 9 asist yapmış.

Diamantidis'i anlatmaya gerek yok. 5. kez Euroleague'de yılın en iyi savunmacısı olan adama ne denir ki.
Allah her takıma böyle atan ve böyle tutan nasip etsin.

Şampiyonluk yarınlara kaldı


Fotoğraftakiler; Sloven Matjaz Simodis ve Litvanya'lı Ramunas Siskauskas.

Simodis'in kariyerinde 3 Euroleague şampiyonluğu var, CSKA'nın son iki şampiyonluğunda kadrodaydı, daha önce 2001'de Virtus Bologna formasıyla da şampiyon olmuştu. Kendisi dörtliyemedi, dörtliyen PAO'luları seyrediyor.

Ülkesinde, Lietuvos Rytas taraftarlarınca efsane kabul edilen Siskauskas ise son iki senedir önce PAO sonra CSKA'yla Euroleague şampiyonluğu yaşamıştı, bu sezon yanlış tarafta yer almış.

Üç yapraklı yonca 5 şampiyonluk


Obradovic vs. Giannakis




Hocan kadar takımsındır.

Basketbolseverler AKP'yle gurur duyuyor !!!


Türkiye'de düzenlenecek 2010 Dünya kupasıyla ilgili şok bir gelişme yaşandı.

Uzun süredir bir türlü ilerlemeyen salon inşaatları sebebiyle FIBA'nın şampiyonayı bir başka ülkeye alacağından korkuluyordu, son zamanlarda yani yumurta kapıya dayanınca hükümet işe ele atıp inşaatlara hız verilmesi için kesenin ağzını azıcık açmıştı, FIBA yetkililerine sözler verilip şampiyonanın elimizden alınmasına engel oldular ama bir istisna vardı.

Şampiyonanın yapılacağı 4 ilden bir tanesi olan Antalya'da yapılması gereken 10 bin kişilik salon inşaatı için desteği tamamen kesen hükümet yetkilileri Antalya yerine Kayseri'yi önermişlerdi FIBA yetkililerine. Şampiyonanın 4. ayağının Kayseri'de yapılması için canla başla çalışıldığını, Antalya'daki inşaatın metruk halini gören ve Antalya'dan umudu kesen FIBA yetkilileri bu talebi kabul edip Antalya'yı listeden çıkarttılar.

Birinci ligde 2 takımı bulunan, basketbola ilginin günden güne arttığı, dünyanın önemli turizm merkezlerinden birisi olan, böylesi bir turnuva dolayısıyla şehre akın edecek konuklara hizmet edebilecek altyapıya sahip, hele spor turizmi açısından dünyada akla gelecek ilk bir kaç merkezden birisi olan Antalya listeden çıkartıldı. Kayseri'de sanırsın Zagrep ya da Kaunas gibi bir basketbol şehri hemen orayı gezdirmişler adamlara. Ne turizm altyapısı ne basketbol kültürü var Kayseri'de. Maçlarını 1000 kişinin izlemediği sezonda 5 tane kombine kartı satan Kayserispor'a halka ucuz konut yapma misyonuyla kurulmuş bir kamu kuruluşunun bütçesinden 38 bin kişilik stad yaptıranların ayrıcalıklı şehrine piyango vurmuş yine.

Tabii, yerel seçimlerde AKP'nin bu şehri kaybetmesinden hemen sonra başbakanın Antalya'da kaybetmeye çok içerlediğini, bizzat kendisinin o şehirde yapılan onlarca hizmetin açılışını yaptığını ama buna rağmen Antalya'lıların kendilerini seçmemesini anlayamadığını açıklamasını ve seçimler sonrasında Antalya'da yapımı süren spor salonu için hükümet desteğinin tamamen kesildiğini unutmamak lazım.

Yazıklar olsun, FIBA'nın şampiyonayı bize verdiğine bin pişman olduğunu zaten biliyoruz. Ama keşke tamamen alsalardı elimizden. Kesinlikle haketmiyoruz.

Özgür Çek


Futbol takımımızda altyapıdan yetişen bir oyuncunun forma giymesini görme hasretimiz aşağı yukarı Federasyon, yeni adıyla Türkiye yada endüstriyel adıyla Fortis kupası hasretimiz kadar yakıcıdır.

Semih PAF forması giymiş bir oyuncuydu ama aslolarak Fenerbahçe'ye transferi A takım için gerçekleştirilmiş yaşı tuttuğu için PAF takımda da oynatılmıştır. Kaleci küçük Volkan bir nebze dindirse de bu hasreti, insan istiyor alttan gelip takıma dinamizm kazandıracak isimleri.

Biliyorum zordur; hele o, verdiğimiz paranın karşılığında güzel oyun isteriz, hataya tahammül göstermeyiz diyip, yuhtan, ıslıktan öte tribünde seslerini duyamadığımız zor beğenen müşteri portföyümüzün olası tepkilerinin altyapıdan A takıma çıkacak oyuncular için büyük tehdit oluşturmaktadır.

Ama şu önümüzdeki 4 maçlık süreç kadar da uygun bir başka zaman dilimi bulmak mümkün değil, tam ümit telkin eden gençleri sahaya sürme vakti. Hazır hata yapan her futbolcuyu ıslıklayıp, yuhalayan başarı dönemi taraftarları şampiyonluk umutları tükenince koltuklarını yavaş yavaş terkediyorken tam zamanı.

Genç derken, yeteneklerini geliştirebileceği, bulunduğu düzyden sıçrama yapabileceği o kritik yıllarını kulübede harcamış ve bu fırsatı büyük oranda tepmiş Can'lar dan, Gürhan'lar dan bahsetmiyorum. Maalesef onlarda öncesindeki Olcan gibi, Efe gibi, Kerim gibi o sıçrama yapabilecekleri kritik dönemi geçtiler.

1991 doğumlu Özgür Çek isimli bir genç var kadroda. Hani şu yönetimin devre arasında geleceğin takımını oluşturuyoruz diyerek 5 yıllık sözleşmeyle profesyonel yapılan PAF oyuncumuz. PAF maçlarını izleyenler yeteneklerinden haberdardır. Sol kanat oyuncusu, duran topları hep o kullanıyor, Alex'in sağ kanattan yaptığı bombeli, kesme ortaların benzerlerini yapabiliyor, dikine ve çabuk oynayan, top sürerken kafasını kaldırıp oyuna bakabilmek gibi genç oyuncularda pek bulunmayan bir meziyete sahip, takımın attığı gollerin bir çoğunda ya golcü ya da asistçi olarak imzası bulunan bir yetenek.

Abi Barca'da Messi 17 yaşında şans buluyor bizimkiler niye bu çocukları oynatmıyorlar ezberlerine karşıyım ama şu önümüzdeki ''yensek ne farkeder yenmesek ne'' tadındaki 4 lig maçında da bu çocuğa forma şansı verilmeyecekse eğer nacizane tavsiyem odur ki gitsin forma şansı bulabileceği bir yerlerde kendisini yetiştirsin.

Sıçrama yapma şansını çoktan kaçırmış olacağı 24-25 yaşına dek kulübede altyapıdan yetişmiş 2 oyuncuyu kadroda bulundurma prosedürünü yerine getirme amacıyla oturarak harcayıp, 25'li yaşlarda bu çocuk ne işe yarar lafını duymaktan sıkılıp Anadolu turnesine çıkmaktansa tası, tarağı bu günden toplayıp fırsatların peşine düşmek yeğdir.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Kızların final serisi; ilk maç.


Kızların final serisi beklentilerin çok üzerine çıkan kalitede bir maçla açıldı.

Aslında seri başlamadan önce bayağı kaygılıydım. Galatasaray serisinin final serisi gibi görülmüş olması, Galatasaray'ı eledikten sonra muhtemel bir rahatlama hissi, nasıl olsa şampiyonuz düşünceleri takımın mücadele gücünü düşürebilir diye düşünmüyor değildim. Kaldı ki, Mersin Galatasaray kadar kaliteli bir kadroya sahip olmasa da ligin en plancı-programcı ve iyi koçlarından birisi olan Ceyhun Yıldızoğlu'nun elinden çıkma çok disiplinli bir takım. Galatasaray serisine başlarken biz nasılsa onlardan iyiyiz havası takımda sezilmişti. Bereket, Caferağa'daki ilk maçın ilk yarısından sonra oyuncularımız basketbolun altın kuralı maç oynanmadan kazanılmaz gerçeğini hatırlamışlardı.

Neyse ki final serisinin hava atışından itibaren bu kaygımda zerre kadar haklı olmadığımı gördüm.

Maçın ilk hücumundan itibaren topun değerini çok iyi bilen 2 takım vardı sahada. Sert savunmalar çok top kaybettiriyor ama kaybedilmek üzere olan topun ardından kimse bakmıyor, önce topu kaybeden atlıyor yere. Sanki maçın son hücumu ve o top şampiyonluğun kaderini belirleyecek.

Ligin son 10 yılını domine eden takımın oyuncularının halen şampiyonluğu bu kadar istemeleri halen böylesine yürekten oynamaları şampiyonluk kadar değerli.

Beni ligimizin kalitesi açısından mutlu eden şey; ilk yarısı gözü yoracak derecede tempolu oynanan bir maçta savunmaların bu kadar sert olabilmesiydi. Bu kadar sert bir maçın yorduğu bünyelerin 40 dk. koşarak, tempoyu hiç düşürmeden ve hem fiziksel hem de mental olarak diri kalarak oynamaları büyük iş. İki takım açısından da söylüyorum bunu. 30 sayıya yakın bir fark yemelerine karşın Mersin'de dirençli bir takım olduğunu gösterdi.

Mersin gibi tempoyu seven bir takım karşısında onlar gibi koşarak oynamayı tercih etmek risk almak gibi görünebilir ama savunma sertliği ve en önemlisi de savunma da yardımlaşma o kadar üst düzeydeydi ki bir an olsun kontrolü kaybedip kolay sayılar yemedik.

Hızlı basketbolu seven ve hücum kapasitesi yüksek bir takımdan bu kadar tempolu bir ilk yarıda sadece 30 sayı yemekte önemli bir başarı.

Guard kalitesi de bunda önemli bir rol oynadı tabii. Birsel'i skora pek katkı yapamadığı maçlarda bile oyunun temposunu belirleyebilme yeteneği sebebiyle takdir ederim hep ama dün sanki bize TAU-Barcelona maçı izliyormuşuz gibi hissettiren tempolu bir maç oynanırken kullandığı her topu o kadar doğru pozisyonlardaki doğru ellere atmayı başrdı ki neredeyse hiç hızlı hücum yemedik. Kaldı ki kendisine de sert ve baskılı savunma yapıldı maç boyunca.

Bir de Magic Johnsonvari asistler yaptı, Katie gibi dünyanın en iyilerinden beslenmeye alışkın bir yıldızı bile mutlu eder cinsten asistler.

Katie ayrı bir yazı konusu. Onun katkısının az olduğunu düşünenler olabilir, dünkü oyunu sonrası işte Katie falan diyebilirler ama onun Galatasaray serisinde de katkısı muazzamdı bence. Müthiş bir lider hücumda topu hep isteyen değil çoğu kez kimin nereden kullanması gerektiğini guarda gösteren ve çok kez Ajavon'u perdeyle boş şuta çıkaran o. Savunması çok sert ve her topa yardıma gidiyor. 3 sayı kralı olduğunu biliyoruz ama hücumda asıl katkısı savunmayı delecek hiç bir opsiyon bulunamadığında beton deler gibi savunma duvarını aşabilecek gücü ve bu gücünü gösterirken topu çembere yumuşakça gönderebilecek koordinasyona sahip oluşu.

Hücumlar sıklıkla onun üzerine yazılmıyor ama o her kullandığında verimli kullanıyor.

Mersin 2. maçta direnç gösterecektir. Bu kadar kolay teslim olacaklarını zannetmiyorum ama bir gerçek var; cidden iyi takımız. Kazanmayı bilen, iyi yardımlaşan, birlikte oynamaktan zevk alan bir takım.

Bizi kendinizle karıştırmayın




Kirli ittifaklar bizim işimiz değil.

Biz sadece kendimize güveniriz.

Şampiyonluk sizin kupa bizim pazarlıkları sizlerin işidir.

Şampiyonluğu da kupayı da alamasakta
Fenerbahçe'nin büyüklüğünün kupa büyüklüğü olmadığını biliriz.

Kötü geçmiş bir sezon, mağlubiyetler, kayıplar, üzüntüler, kulüp içi,
yönetim-taraftar arası kutuplaşmalar, kavgalar yaşanmış olabilir ama sizlerin pek alışkın olduğu kupa paylaşma pazarlıkları bizim işimiz olmaz.

Puan tablosunda yerlerde süründüğümüz bir sezonda bile, onurumuzla hep sizlerin tepesinde yer alırız ve çubuklu formayı giyenler Fenerbahçe'ye pazarlıkçı sıfatını yakıştırmaya kalkanların ağzına tokatı çarpar.
Bizi sizlerden ayıran kalın çizgiler var bir daha hatırlatırız.


Ver Leftere


İstanbul deyince aklıma stadyum gelir
Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık
Memleketimin insanlarına
Daha fazla sokulmak isterim yanlarına
Ben de bağırırım birlikte
Avazım çıktığı kadar
Göğsümü gere gere
Ver Lefter'e Yaz deftere!


B.Rahmi Eyboğlu / İstanbul Destanı