18 Mayıs 2009 Pazartesi

Play-Off ve rakipler


Basketbolda, takımımız play-off ilk turunu antrenman tadında maçlarla geçip yarı finale kaldı. Diğer eşleşmelerde geride kalan maçlara bakınca şampiyonluk yolunda tek ciddi rakibimizin Efes Pilsen olacağı iyice kendini belli ediyor. Aslında sezon başında Telekom eskisine göre daha dengeli ve nihayet daha takım görüntüsünde bir ekip olabileceği izlenimini vermişti ama dönüp dolaşıp Khalid El Amin'i yeniden takıma kazandırmaları zaten oyunun sadece hücum yönünü oynayabilmeleri sebebiyle zirve takımı olmayı bir türlü beceremeyen ekibin iyice sıradanlaşmasına sebeb oldu. Bu kadar koşarak oynamayı iyi beceren, ikili oyunlara pek girmeden kendi atmayı seven ve bileğide düzgün kısalardan oluşan bir ekibe her topu kendi getirip atan savunmayı halen street ball seviyesinde yapan bir oyun kurucu değil, oyuna kimlik kazandıracak, nefes aldıracak, top ve şut dağılımında adaleti sağlayacak oyun görüşü olan bir lider gerekirdi. Görülen o ki, El Amin transferi onların en iyi yaptığı işi hücumu ve tempolu, koşarak oyunu da baltalamış, topu eline alan nasılsa El Amin bize bırakmaz kendi atar diye buldukları yerden sallıyor. Onların sorunu kısalarla sınırlı da değil. Çok iyi bir form yakalmış Lang-Wright ikilisini de kaybettiler. Lang'in, eğer çıkabilirlerse yarı finalde oynayıp oynayamayacağı belli değil. Ki, bizim uzunlara ters gelen bir hareketliliği var. Wright kadrolarında bir alternatifi olmayan çok iyi bir pota altı bitiricisiydi. Oscar Torres ve Bajramoviç gibi Eurolegue tecrübesine sahip, Avrupa'nın üst düzey liglerinde zirve mücadelesi yapan takımlarda oynamış 2 uzun getirip sorunu aşmaya çalıştılar ama özellikle El Amin sonrası o kadar düzensiz oyuncuların rolleri belli olmayan bir haldelerki yeni gelenin katkı yapması bu kaos ortamında pek olası değil.

Uzunca bir süre şampiyonluk adayı gibi görülen Galatasaray'da takıma takviye yapıp, kurulu düzenin içine edenlerden. Yugoslav ekolünden yetişmiş oyuncular üzerine kurduğun düzende yüreğiyle oynayan Cemal, Polat, Erdem gibi savaşçılara maksimum süreler verip savaşçı bir kimliği olan ciddi bir ekip yarat sonra sezon ortasında kadronun her topu kendi kullanmak isteyen Amerikalı'larla doldurup oyun planını onların üzerine kur. Her sezon başında bu sezon Fenerbahçe'yi şampiyon yapmayacağız diye hedef belirleyenlerin yönettiği şubenin basketbol aklı bu kadar oluyor işte. O seriden Beşiktaş'ın çıkması zor görünüyor, kadrodaki oyuncuların isimlerini dahi bilmeyen, 1 ay önce gönderdikleri oyuncuyu hala kadroda sanan yöneticiler varken başlarında ligi 5. sırada bitirmiş olmaları ciddi bir başarı sayılmalı.

Sadece hücum edilen hiç savunma yapılmayan bu seriden çıkanın Efes karşısında direnme şansı hiç yok.

Şampiyonluktaki esas rakibimiz Efes gibi görünüyor. Uzun süredir yenilmiyorlar, neredeyse kusursuz bir takım gibi gösterilmeye başlandılar. Kabul geçen yılki o hücumcu takım olma sevdasıyla gerçek kimliklerinden uzaklaşıp, yenilgiyi kolay kabul eden hallerinden sıyrıldılar ama dikkat edilmesi gereken nokta şu; Euroleague'den erken elendiler ve ligde de uzun süredir üst düzey maç oynamıyorlar. Finale dek zaten her gün birlikte antrenman yaptıkları altyapı takımları Daçka'yla ve muhtemelen her oyuncunun kendi hücum planını yazıp onu oynadığı, sıfır savunma dirençli Galatasaray'la oynayacaklar. Onlar için bu eşleşmeler finalin sert ve mücadeleci yapısına yeterince hazırlanamamak anlamına gelebilir.

Kendimize dönüp baktığımızda, en ciddi sorun Griçek'in sakatlığı gibi görünüyor. Aslında varlığından bir yarar görmediğimiz oyuncunun yokluğu da bir sorun yaratmayacaktır ama asıl sorun onun yokluğunu kabul edip play-off planlamasını ona göre yapmışken, yarı-final, final serilerinde bir maç oynayıp bir maç oynamaması olacaktır. Uzun süreli yokluğu sonrası takıma dönüşünde oynanan 3-4 maçlık periyot sezon boyunca en kötü hücum ettiğimiz zaman dilimiydi. Hücumda topu eline aldığında derleyici toplayıcı bir etkisi olan ve şutuna güven olan kısa forvetimiz bir o var ama transferinin gerçekleştiği günlerde kasığındaki sakatlığın maç trafiğinin yoğunlaştığı dönemleri kaldırmayacak derecede ciddi olduğu iddiaları haklı çıkıyor gibi. Muhtemelen play-off boyunca olmayacak.

Antalya karşısındaki alınan kolay galibiyetler yanıltıcı olabilir zira iyi hücum eden ama dirençsiz bir takım Antalya Belediye. Kaldı ki, bizim uzunlar karşı hayli cüssesiz ve kısa kalan pota altı oyuncularıyla direnmeleri pek mümkün olamazdı. Tek şansları standartlarının çok üzerinde atabilecek kısa oyuncularından birisinin olağanüstü günlerinden birisini yaşaması olabilirdi ama Solomon'un dönüşüyle öyle sıradan atıcılara hayatının maçlarını yaşatn savunma dirençsizliği v dağınıklığı sorununu beklendiği üzere aşmış görünüyoruz.

Solomon'un dönüşü sonrası Green'in yeni rolünü benimsemesi ve huzursuzluk yaşamaması sevindirici. Zaten bir Amerikalı oyuncudan beklenmeyecek ölçüde uyumlu ve verilen rolü benimseyen bir kişilik. Tam da bu yüzden maç kopartabilen değil ama rakip savunmanın dikkati onun üzerinde olmadığında öldürücü atışları çok yüzdeli kullanabilen bir oyuncu. Final serisinde maçların çok sertleştiği, sayı bulmak için şut yeteneği kadar fiziksel güç ve insiyatif kullanma cesaretinin gerektiği anlarda sahney pek çıkmaz ama maçların özellikle al gülüm ver gülüm temposuyla oynandığı başlangıç periyotlarında takımın sayı yükünü omuzlar.

Antalya serisinde hem hücum hem de savunma anlayışındaki disiplinli oyun takımın play-off'larda vites arttıracağı beklentisinde olanları haklı çıkartıyor.






Hiç yorum yok: