30 Aralık 2010 Perşembe

Bu kadar telaş iyiye işaret değil


İlginç bir maç oynadık Galatasaray'la. Maç beklediğimizden farklı başladı aslında. Taraftar desteği ve liderlik ihtimalinin bile Galatasaray'lı oyunculara artı bir motivasyon kaynağı oluşuyla baskılı sert savunmada ve hızlı oyunda becerisi yüksek oyunculardan kurulu Galatasaray'ın iyi bir başlangıç yapacağını düşünüyorduk.
Fenerbahçe'nin baskı karşısında düzen içinde hücum etme, ritm bulma çabasındaki oyuncuların gereksiz dış şutlarla bu düzensizliği iyice körükleme sorunları varken kötü bir başlangıç olasıydı. Sonrasında ise tecrübe ve kıtanın en üst düzey liginde yıllardır oynamanın kazandırdığı yetenekler devreye girer ve oyunun kontrolünü Fenerbahçe eline alır diye düşünmüştük.
Şaşırtıcı biçimde tersi oldu.
Fenerbahçe hücumda derli toplu oynamasa bile boğucu bir savunmayla başlayıp, dağınık görünen Galatasaray karşısında ilk yumruğu atan taraf oldu.
Ama asıl şaşırtıcı olan Fenerbahçe'nin maçın büyük bölümünde oyunun kontrolünü elinde bulunduran taraf olmasına rağmen kırılma anlarında rakibine hep boyun eğişiydi. Geri düştüğü anlarda, arada kolaylıkla kapatılacak bir fark varken dahi telaşla hücum edip atamayan ardından dağılıp savunmaya dönemeyen ve maçı bu şekilde kaybederken Euroleague tecrübesine sahip olan taraf sanki Fenerbahçe değil Galatasaray'dı.
Fenerbahçe'de yedek guard sorunu artık can sıkıcı hale geldi, bereket Engin'in takıma dahil oluşuna az kaldı ama elbette onun dönüşünün bu sorunu çözüp çözemeyeceği belirsiz. Uzun sakatlık sonrası dönüşünde, yeni takımına uyum süreci, fiziksel yetersizlikler, dönüşünün sezonun kritik bir evresine denk geliyor oluşu gibi sorunlar var önünde.
Sadece guard sorunu değil Fenerbahçe'nin yaşadığı, kısaların hiçbiri bileğine çok güvenilir şutörler değil. Ömer bu sezon takımın en istikrarlı şutörü gibi görünse de onun aıl işi bu değil. Preldzic asla güvenilir bir şutör olmadı, Tomas'da boş şutu bulmuşken ''tamam bunu soktu'' diyebleceğimiz bir oyuncu değil. Ama bu mesele bu sezon transferle çözülecek bir sorun değil. Bu sorunun çözümü için yapılacak bir hamle takımdaki tüm rolleri yeniden dağıtmayı gerektirir ki sonrasında işler arapsaçına döner. Fenerbahçe bu sezon bu karın ağrısını çeke çeke oynayacak gibi. Takımın bileğine güvenilir bir şutörünün olmayışı gerçeği su yüzüne yeni çıkmış değil, sezon başından bu yana bu gerçekle yaşıyor takım. Muhtemelen Spahija'yı rahatsız eden bir sorun değil bu. Aksine bileği iyi olanın değil, en iyi pozisyonu bulanın atmasını daha çok tercih ediyor sanki. Ama bu kadar ritmini bulamamış oyuncu birarada olunca insanın canı sıkılıyor.
Galatasaray iyi takım. Sezon başından bu yana Efes'ten daha fazla çekindiğim bir ekip. Kısa savunmaları müthiş, pota altı savunmaları takımın karakteri dolayısıyla yumuşak değil ama kötü. Tutku nihayet kendinden beklentileri karşılayacağı bir role soyunmuş gibi (tabii onun kötü gidiş başladığında yelkenleri suya çabuk indiren bir oyuncu olduğunu da unutmamalı). Haluk'un, Ermal'ın deneyimi, Oktay Mahmuti'nin disiplinli takım yaratma çabasının sahadaki izdüşümü adeta. Galatasaray yıllardır ilk kez iyi yolda. Ama Fenerbahçe dünkünden çok daha zor 3 deplasmana giderek ve belki de bu deplasmanlarda zaman zaman farklı skorlarla geri düşerek ve dünkü gibi kötü hakem yönetimleriyle karşılaşarak TOP 16 oynayacak.
Dünkü 4-5 sayılık geri düşüşlerde yaşanan dağınıklık, telaş iyiye işaret değil. Spahija'nın bu telaşa ortak oluşu ise umarım bir daha yaşanmaz.

29 Aralık 2010 Çarşamba

Gençler Final Four


Erkek basketbol takımı için sezon başından beri, bu takım final four oynar diyenlere henüz çok erken 2-3 senesi daha var diyorum. Ama genç takım ağabeylerinden önce Euroleague'de final four oynayacak gibi.
Nike International Junior Tournament'in Roma ayağında grubunu 2 galibiyet 1 yenilgiyle lider kapatan genç takımımız bu akşam Siena ile final four'a çıkmak için mücadele edecek.
Geride kalan 3 maçta oyuncularımızın ilgi çekici istatistikleri şöyle;
Berkay Candan 104 dk; 39 sayı, 28 ribaund, 4 asist.
Erbil Eroğlu 70:10 dk; 19 sayı, 4 ribaund, 5 asist
Kerem Hotiç 69:30 dk; 38 sayı, 2 ribaund
Nuri Gül Güney 83:40 dk; 45 sayı, 23 ribaund, 6 asist
James Metecan Birsen 45:36 dk; 16 sayı, 11 ribaund 2 asist

27 Aralık 2010 Pazartesi

Nike International Junior Tournament

Şu sıralar gözden kaçan bir turnuva oynanıyor. organizasyon ULEB'e ait. Nike International Junior Tournament.
Gençlerin Eurolegue'i. 3 gün boyunca içlerinde Fenerbahçe'nin de olacağı 24 takım 3 ayrı şehirde her şehirde 2 gruptan 8'er takım olacak şekilde mücadele edip Mayıs ayında Barcelona'da yapılacak final four'a kalmaya çabalayacak.
Bizim gençler, Roma grubunda yeralıyorlar ve ilk maçlarını bugün İtalyan Benetton takımına karşı oynayıp kazandılar. 2 . maçta rakip bu akşam grubun favorilerinden Lietuvos Rytas.

Takımımızın ilk maç istatistikleri, turnuva kadrosu ve tüm gruplar şu şekilde.







ROMA GRUBU


L'HOSPITALET - İSPANYA GRUBU

BELGRAD - SIRBİSTAN GRUBU

25 Aralık 2010 Cumartesi

Tofaş maç notları


Bugünkü Tofaş maçı, sezonun en zevksiz maçlarından birisini sahne oldu. Can Maxim ve Rasid Mahalbasic'in maçın en skorer iki oyuncusu olması dışında üzerine değinilecek pek fazla bir şeyde yoktu maçta.
Kısa kısa bir iki not düşmek gerekirse;
- Mirsad 35'ine merdiven dayamışken adam oldu. Tamam bazen bildiğin Mirsad atışlarını yapıyor ama ilk kez herkesle bu kadar uyumlu ve takımdaki her oyuncuya bu kadar saygılı. Kenardayken kavgacı değil güleryüzlü.
- Can Maxim, ekseriyetle maçlar kopmuşken oyuna giriyor bu yüzden hakkında derli toplu bir değerlendirme yapmak mümkün değil. Ama onun zaten cesur bir şutör olduğunu biliyoruz, potaya bakmaktan bugünde korkmadı A takım kariyerinde ilk kez takımının en fazla sayı atan oyuncusu oldu. Uzunların perdelerini değerlendirip penetre etmekten çekinmemesi çok mühim ama tam ritmini bulmuşken işin suyunu kaçırıp saçma bir hücum faul yaptı, bunları yapmamayı öğrenecek. Skor almış başını gitmişken değil, kafa kafayayken daha fazla oynarsa savunma sertliğini de geliştirme şansı bulacak. Bugün 2 hücum ribaundu aldı. Ki bundan önceki maçlarda da yaptı bunu, aslında hücum ribauntlarında ortalığı bu kadar karıştırması karakteristik özelliği değil ama bu düzeyde kendini kabul ettirmek için ekstra işlere soyunuyor.
- Can'la beraber Erbil'e de dikkat etmeli. İlk zamanlarda hayli ürkekti. Bugün hem hızlı hücuma çıkartmaya çalıştı takımı hem de sık sık penetre etmeye kaltı bu özgüveninin gelişmeye başladığının işaretidir. Sırada bekleyenler gençleri de yüreklendirir onun bu hali.
- Öte tarafta Mahalbasiç hakikaten iyi kumaşmış. İyi bir guardla oynasa Yüksek posttan ışık hızıyla içeri devrildiği o pozisyonlarda eline topu ulaştırabilen olsa daha da fazla atardı. Bileği düzgün, adımları düzgün, koordinasyon yeteneği yüksek ama henüz pota altı oyuncusu değil. Sertleşmeli, itiş kakıştan yılmamalı, geleceği pivot mevkisinde değil 4 numarada gibi görünüyor.

- Emir ve Tomas bir terazinin iki kefesi gibi biri yükseliyor diğeri düşüyor.

- Lavrinoviç iki maçtır savunmada çok çabalıyor, özel olarak buna dikkat edilmeli. Takımın Greer'la beraber en kötü savunmacısı her topa el sokuyor.

- Oğuz hata yapınca, ertesi pozisyonda saçmalamak zorunda mı ? Bu çocuğun hata yaptığı pozisyonu ardında bırakmayı öğrenmesi lazım.

- Maçın 2. yarısı boyunca pota arkasındaki tribünden Ömer Abi, (Kinsey'i kastederek) Zenci Abi forma versenize diye bağırıp, Ömer'e yeter ulan dedirten, Cenk Renda'ya maçı terkettiren ve bizim kafamızı s...n çocuk maç çıkışında salondan metrobüse kadar tek başına hiç susmaksızın tezahuratlar yaparak yürüyerek cümle Ataköy sakinlerininde kafasını s...ti. Bu çocuktaki enerjiye sahip bir önliberonun acilen futbol takımımıza transfer edilmesini talep ediyorum.

24 Aralık 2010 Cuma

Eyvah Ruslar gelemiyor


Euroleague'de sezonun en büyük hayalkırıklığı hiç kuşkusuz CSKA'nın grubunda sonuncu oluşuydu. 2002-03 sezonundan bu yana tüm final fourlarda yer alan bir efsanenin, Avrupa basketbolunun kıt imkanlardan harikalar yaratmasıyla ünlü hocasıyla bir araya geldiği sezonda yaşadığı çöküş akıl alır gibi değil. Sezon hazırlıkları kapsamındaki Amerika turnesiyle takımı henüz sezon başlamadan yıpratan CSKA yönetimi bu çöküşün birinci elden sorumlusu sayılmalı.
Sezona kötü ve yorgun başlayan, peşpeşe yediği yumrukların etkisinden kurtulmayı başaramayan CSKA'nın bu çöküşünde takımın kilit oyuncuları Jr. Holden'ın rahatsızlığı, Siskauskas, Khrypa, Sasha Kaun'un sakatlıkları da önemli bir rol oynadı. Ama en kötüsü de Vujosevic gibi bir koçun görevine son verilmesi oldu.
Öte tarafta CSKA'nın hemşehrisi Khimki Moscow'da ışıltılı ve Eurolegue tecrübesine sahip oyunculardan kurulu kadrosuna rağmen ilk tur gruplarından çıkmayı başaramadı.
Sergey Monya dışında kadroda fazlaca sorumluluk alan Rus oyuncusu olmayan Khimki'de Amerika'lı guard Keith Langford normal sezonun MVP'si olurken onun dışında Tomas Kelati, Sergey Monya, Benjamin Eze, Zoran Planinic gibi üst düzey oyuncuları TOP 16'da seyredemeyeceğiz.

Yeniden doğuş


Öncelikle şu söylenmeli; Euroleague'de 4 yıldır kendisinden güçlü takımlar karşısında sürekli olarak ezilen, henüz maç başlarında havlu atan Fenerbahçe'nin bu sezon hem Siena'yı hem Barca'yı yenip grup maçlarını Barca'nın önünde kapatması bu takımın geleceği açısından çok önemli.
2. torba 3. torba tartışmasından önce bu takımın iddiasını göstermesi ve özgüvenini sağlaması açısından muazzam bir iş bu.
Özellikle Vidmar'ın sakatlığı ve her maçı aynı ciddiyetle oynamanın verdiği yıpranmanın etkilerinin ortaya çıkışı sonrası sezon başında bazı taraftarlarda oluşan ''bu takım kesin final four oynar şımarıklığı'' yerini ''bu takım zaten Euroleague için zayıf bir kadroya sahip'' düşüncesine doğru evrilemeye başlanmışken kader maçını farklı bir skorla kazanmayı başardı.

Cholet, bu düzey için güçlü bir takım olmayabilir ama karşısında oynamanın zor olduğu, ters bir takım. Onlara karşı hızlı hücum etmek çok zor, bir kere kolay kolay ribaunt vermiyorlar, geriye çok çabuk koştukları gibi geri koşarken bile her topa el sokuyorlar.

Onların atletik ve çalışkan görüntüleri her takım için başa bela ama dünkü maçtaki gibi onları bir kez çözdünüz mü arkası geliyor. Hücum silahlarının az, skor seçeneklerinin dar oluşu sebebiyle geri düştükleri maçları çevirmeleri zor oluyor.

Erman Kunter'in Fransa'daki maçta yaptığını burada da denemesi şaşırtıcıydı aslında. Yine Fenerbehçe'yi dış şut atmaya çağırdı ve yine Fenerbahçe peşpeşe kaçırmaya başladı. Henüz ilk 5 dakika dolmuşken yanlış saymadıysam 9 hücumda 6 üçlük kullanmıştı takım. Neredeyse tamamı boş şut olan 6 üçlüğün sadece 1'ini sokan ilk periyodun sonlarına dek tek bir asist dahi yapamayan takımın Ukiç'in dönüşüne rağmen oyun kurucu aklından yoksun oynayışı kaygı vericiyken, Spahija hiç durmadı hep denedi.

Hücumdaki bu şuursuzluğa çözüm için Greer'i, Kinsey'i çok erken kullanmaya başladı ama Cholet'nin Fenerbahçe'yi hücumda kitleyen oyununun çözülüşü Preldziç'in bu sezon ilk kez suratını düşürmeden sahada yeteneklerini sergilemesiyle, Oğuz'un pota altını dömine eden hücum aklını ortaya koyuşuyla ve Mirsad'ın Cholet'nin kavgacı uzunlarına onlar gibi oynayarak cevap verişiyle gerçekleşti.

İlk yarının ortalarına dek hiç asist sonrası sayı bulamamış olan takımın maçı 28 asistle bitirişi ilginç ve önemli bir nottu. Aynı şekilde Fenerbahçe'de en kötü sezonunu yaşayan Preldziç'in yaptığı 11 asist ve takımı oynatma becerisini yeniden sergilemeye başlaması dışında özgüvenini yeniden kazanmış oluşu gelecek için çok önemliydi. Tabii, Mirsad'ın bu sezon yaşadığı büyük değişime değinmeden olmaz. belki de kariyerinde ilk kez takım içinde bir lider gibi davranıyor, sorumluluk alırken alışılageldik sorumsuzluklarını sergilemiyor, hakemlerle diyalogtan bile kaçınıyor. Dün kendisine sinirlenip, topu üzerine fırlatan Kinsey'i bile hoşgörüyle karşıladı. Aslında ondaki değişim bir bütün olarak takım içerisinde bu sezon sağlanan havayla ilgili. Aydın Örs ve Spahija'nın takıma güven ve sevgi ortamı yaşattığı çok açık.

Bir kez öne geçtikten sonra maç boyunca Cholet'nin kendisine yaklaşmasına izin vermeyen bir ciddiyetle oynadı takım ama yine de sözkonusu olan TOP 16 gruplarından çıkmak olunca işlerin bu kadar kolay olmayacağını bilmek lazım.

Bir kere, halen Ukiç'in alternatifi yok bu takımda. Engin'in dönüşü muhtemelen TOP 16 maçlarının ortalarına denk gelecek ve uzun süren sakatlık sonrası ondan ne zaman verim alınmaya başlanıcak, bu belirsiz. İkincisi, Oğuz'un dün Cholet pota altına 7 faul aldırtıp, orayı dağıtmasına, Kaya'nın yavaş yavaş ritmini bulmasına aldanmamak lazım o bölgede TOP 16 süreci halen sancılı geçecek gibi. Pota altında ortalığı savaş alanına çevirecek oyuncu eksikliği mesela İtalya'daki Siena maçındaki gibi baş ağrıtan bir sorun olabilir.

TOP 16 gruplarıyla ilgili daha net bir değerlendirmeyi kuralar çekildikten sonra yapabiliriz ama bilmek lazım ki son sekize kalmak bu takım için kolay olmayacaktır.

20 Aralık 2010 Pazartesi

19 Aralık 2010 Pazar

Sıkıntı var


Başlık Sergen'den, altını biz dolduralım...


- Aydın Örs ve Spahija başarıdan önce en zor anlarda dahi pes etmeyecek, kendinden güçlü takımlara diş geçirebilecek karakterde bir takım yaratmak istiyorlar. Bu bir geçiş dönemi, zor ve sancılı olacak. Bu süreçte Spahija takımı göz göre göre yıpratarak ilerliyor. Bu bilinçli bir tercih. Siena maçı artık kaybedilmişken acılar içinde sahada koşturan ve buna rağmen farkı kapatmak için çırpınan Ömer'i kenara almamasının başka açıklaması yok. 30 sayı gerideyken de, ligin en zayıf takımıyla oynarken de sahada direnç istiyor, takım her an her hücumda her savunmada maçın son 1 dakikasını oynuyormuş ciddiyetiyle mücade etsin istiyor. Takıma aman vermiyor. Vidaları sıktıkça sıkıyor. Kolay maç düşüncesini aklına getiren olmasın istiyor. Elbette mental olarak bu kadar yıpratıcı bir tutumu sürekli olarak devam ettirmeyecektir ama bu sezon bir geçiş süreci ve bu takım Euroleague'in kaymak tabakasındaki takımlarla her koşulda boy ölçüşebilecek seviyeye gelmeli. Oysa henüz onları sadece işler iyi gittiği zamanlarda yenebilecek durumdayız. Takım yıprandı ama yıpranırken de direnç kazanmayı öğrenecek, krizden kurtulmayı başaracak. Cibona Zagrep maçı öncesi tribünde Aydın Hoca'ya ''hocam Cibona dertli, Radoseviç'te sakatmış galiba'' dediğimde hoca ''böyle düşünmeyin, zayıf takım diye bir şey olmaz asıl bu maçlarda bizim işi ne kadar ciddiye aldığımız ortaya çıkacak'' gibilerinden bir şeyler söyleyip bizi bile hafiften azarladı. Düşünün artık takım içerisinde ipleri nasıl ellerinde tutuyorlar. O maçta atılan 100 sayıya sevinmek yerine yenilen 70 sayıya kızan Spahija'nın ve Aydın Hoca'nın öncelikli hedeflerinin takımda her an işini ciddiyetle yapan bir takım yaratmaya çabaladıkları ortada. Aksi taktirde yoğun maç programını düşünüp bazı maçlarda takımı daha sakin daha gevşek hazırlayabilirlerdi. Ama onlar Siena gibi 30 sayı öndeyken bile maç başındaki ciddiyetini kaybetmeden oynayan bir takım istiyorlar. Sabretmek lazım, sıkıntılı bir süreç bizi bekliyor ama yolun sonu aydınlık.
- Eldeki kadronun henüz Spahija'nın kafasındaki kadro olmadığı açık. Zamanla kadro derinliği ve kalitesi artacaktır. Greer meselesi çok konuşuldu. Spahija'nın onu aslında düşünmediği ama yüksek kontratı sebebiyle elde kaldığı falan. Greer kadrodaysa ondan nasıl faydalanabileceğiniz belli aslında. Sahaya çıktığında eğer topu karşı sahaya o getirmiyorsa şut ritmini çabuk bulabilen bir oyuncu, hücumda tıkandığınızda onun bire bir oyunlardaki yeteneğine güvenip kısa periyotlarla ondan faydalanabilirsiniz. Tabii savunmada onun arkasını başkaları toparlamak zorunda kalır. Ama topu karşı alana o taşıyacaksa, oyun kurma görevini ona verirseniz olmuyor. Hem takım hücum aklını kaybediyor hem de takımın şutuna güvenebileceğiniz ender oyuncularından birisini kaybediyorsunuz. Zaten Greer bir çok yönden takımın zayıf halkası gibi duruyor. Belki de hocanın kafasındaki takımın yaratılması sürecinde onunla yollar ayrılacaktır.
- Kadro derinliği Türkiye ligi için hayli fazlasıyla yeterli olabilir ama sözkonusu olan Euroleague olunca hele de Barcelona ve Siena galibiyetleriyle beklentileri arttırmışken 3 oyuncunun yokluğu takımı yetersiz kılabiliyor. Ön alanda baskının boğucu olmadığı maçlarda gerçek anlamda oyun kurucu olan 2 oyuncunun birden eksikliği sorun olmuyor ama takım bu savunmayı kıtanın en iyi yapan takımlarından birisi karşısında dağılıyor, kafası kesilmiş tavuğa dönüyor. Ukiç'siz takım 3 maçtır Greer'i, Preldziç'i, Can Maxim'i, Erbil'i hatta zaman zaman Kinsey'i ve Ömer'i oyun kurucu gibi oynattı ama yeterli verimi alamadı. Kritik bir süreçteyiz Cholet maçını ve ardından Türkiye ligindeki en iyi iki rakiple 1 hafta içinde oynanacak iki maçı Ukiç'siz kazanmak gerçekten çok zor. Greer ve Preldziç'in oyunkurucu oynamak zorunda kalmaları da onların daha fazla hata yapıp zaten kötü durumda olan morallerini iyice dibe batırıyor.
- Sezon başında bu takımın pota altındaki patlayıcı güç potansiyelini sorguluyorduk. Vidmar'ın yükselişi bu kaygılarımızı gidermiş olsa da onun sakatlığı sonrası pota altında ciddi zaaflar yaşadığımız herkes tarafından kabul edilen bir gerçek. Ağır ve yavaş ayaklara sahip uzunlarımız pick n roll savunmasında felaket, boyalı alan savunmasında positioning zaten kronikleşmiş bir sorun bu takım için. Boyalı alanda rakipler için bu kadar misafirperver olunca rakipler potaya daha yakın pozisyonlar yaratabiliyor, saçma, zorlama şutları daha az atıyorlar. Pota altı savunmasındaki bu direnç eksikliği ve o alanı kapatamamak aynı zamanda çok fazla hücum ribaundu vermeye de yol açıyor ki Barselona, Siena ve Karşıyaka maçlarında bu yüzden rakipler bizden çok daha fazla hücum kullandılar.
- Vidmar'ın sakatlığı sadece pota altı savunmasını etkilemedi. Aynı zamanda hücumda da ciddi sorunlar yaşanmaya başlandı. Vidmar yokken sadece Oğuz'un oynadığı sürelerde rakip uzunları arkasına alıp pota altına topun inmesine sebeb olan pivot oyununu oynayabiliyoruz. Bu olmayınca rakip savunmanın dengelerini bozmak zorlaşıyor. Lavrinoviç ve Mirsad'ın pota altına girmekten çok şutu tercih etmeleri normal. Bu durumda son 2-3 maçtır aldığı süreler arttıkça kendini bulan Kaya'nın 4 numaradan çok 5 numara özelliklerini ortaya koymasını beklemekten başka çare yok gibi. Ama nereden bakılırsa bakılsın pota altında bu kadar dirençsiz kalıp, rakiplere bu kadar çok hücum ribaundu verirken ellerine aldıkları her topu önce potaya atmayı düşünen, savunmada eksik hücumda çoğu kez dağınık iki 4 numaraya sahip olmak sıkıntı yaratıyor.
- Tomas'ı beğenmeyenlere asla katılmıyorum. Transferinden önce bu takıma gelmesini istediğim 3-5 oyuncudan birisiydi. Spahija'nın sisteminde ekmeğini taştan çıkartan skorere ihtiyaç var. Tomas hücumu savaşaşarak yapıyor. Klasik catch n shot skoreri değil. Penetresi, ikili oyunları, fizik mücadelesiyle ve oyun zekasıyla deliyor, dengeleri bozuyor ve yaratıyor. Ama bazen kendisini pure sutör sanıp saçmalamaya başlıyor. Onu yüksek yüzdeyle atacak , kritik anlarda her attığını sokacak bir şutör olarak görmemeli, zaten takımda böyle bir şutör yok.
- Bu takım beklentileri çok arttırdı. Euroleague'de final four lafı çok erken dillendirilmeye başlandı. Oysa yaratılmak istenen takımın henüz ilk nüveleri ortaya çıkıyor. İşler yolunda giderken Barselona'yı bile deplasmanda yenebilen bir takım olabilir eldeki ama ilk kriz anında topu rakip alana taşımakta bile zorluk çeken yanlarını da görmek lazım.

17 Aralık 2010 Cuma

Final-four ne kadar kolay ?


TARİH: 2006 YER: PRAG

ŞAMPİYON: CSKA
DİĞER KATILIMCILAR: BARSELONA, TAU, MACCABI

TARİH: 2007 YER: ATİNA

ŞAMPİYON: PAO
DİĞER KATILIMCILAR: MALAGA, TAU, CSKA
TARİH: 2008 YER: MADRID

ŞAMPİYON: CSKA
DİĞER KATILIMCILAR: SIENA, TAU, MACCABI


TARİH: 2009 YER: BERLIN

ŞAMPİYON: PAO
DİĞER KATILIMCILAR: CSKA, BARSELONA, OLIMPIAKOS

TARİH: 2010 YER:PARIS

ŞAMPİYON: BARSELONA
DİĞER KATILIMCILAR: CSKA, PARTIZAN, OLIMPIAKOS

Yukarıdaki liste son 5 yılın Euroleague final four finalistlerini içeriyor.
Barselona deplasmanı ve Siena zaferleri sonrası Fenerbahçe'nin sezon sonunda final four oynayacağını kesin gözüyle bakanların sayısı azımsanmayacak kadar azdı.
Euroleague'in ne kadar zor bir lig olduğunun farkında olmayanlar için çabucak inanılabilecek bir hedef ama ligin favorilerinin bir kısmının bu sezonki formsuzluğuna bakınca sezon başında alınan parlak sonuçlar böyle bir yanılsama doğurdu.
Bu ligde dönemsel sıçramalar sonucunda büyük başarılar elde etmek mümkün değil zaten ligin tarihine kısa bir göz atarsanız bunu rahatlıkla görebilirsiniz.
Kaldı ki, Fenerbahçe'yi bu sezon işin ehli insanların yönettiği ve onların da dönemsel bir sıçramadan çok biriktire biriktire giderek ciddi bir Euroleague deneyimi üzerine inşa edilecek başarıları hedefledikleri ortada.
Sezon başından bu yana, her maçı aynı ciddiyetle oynayan takımda iplerin ne kadar sıkı tutulduğunu gözlemleyeblirsiniz. İstanbul'daki Cibona maçı sonrası Spahija'yı atılan 100 sayının memnun etmeyişi ama yenilen 70 sayıdan rahatsız oluşunun sebebi de budur; bu takım her attığı adımı seçerek atmalı ve biran olsun gevşemeden ilerlemelidir. Yoksa devasa bütçelerle, harika kadrolar kuran devleri yakalamak hiç bir zaman mümkün olamaz.
Yukarıdaki liste açıkca anlatıyor bazı şeyleri. Euroleague'de final four oynamak öyle 1-2 sezonda gösterilecek sıçramalarla olmaz, süreklilik şart.
Bu ligin sert atmosferinde üst düzey takımlarla başa baş mücadeleler çıkartmak, onları yenmeyi öğrenmek, zor şartlarda ayağa kalkmasını becerebilmek lazım.
Siena gibi, son 10 yıldır bir çok takım için model olabilecek nitelikte bir yükseliş dönemi yaşayan, her daim Euroleague'in en çekinilen takımlarından birisi olmayı becermiş bir takım bile son 5 yılda sadece 1 kez final four oynayabilmiş.
Avrupa basketbolunun efsane kulüplerinden olan, son yıllarda her pozisyonda yetiştirdiği yıldızlar Euroleague'in en üst seviyelerindeki takımlarda oynayan Partizan 19 yıl aradan sonra ilk kez geçen yıl final four'a yükselebildi. Son 15 yılın Avrupa'da en başarılı olan takımı olarak addedilebilecek PAO son 4 yılda 2 kez son 8'e dahi kalamadı bu ligde.
Bir yıllık yükselişle olacak iş değil bu. Khimki, Prokom gibi bol paralar harcayıp dönemsel çıkışlar yapan takımların esamesinin okunmadığı bir düzey orası. Hatta Real Madrit gibi her sezon çok parlak kadrolar kuran ve Avrupa basketbolunda önemli bir yeri olan bir ekibin bile yıllardır ulaşamadığı bir hedef.
Ama ilk kez bu sezon Avrupa'nın üst düzey takımlarını yenebileceğini gösteren ekibe güven duyulmalı. Bu yatırımın ve yaratılan sinerjinin çizdiği yolun sonu final foura çıkar. Ama henüz erken.

Geçmiş olsun

Sezonun ilk ağır mağlubiyeti


Siena mağlubiyeti sonrası öncelikle şunu söylemeli; bu ligde sezonun ilk 4 maçında 2 final four adayını mağlup ettiğinde bu takımın bu sezon şampiyonluğun en önemli adayı olduğunu düşünenler kadar, takımın dünkü mağlubiyetle dejavu yaşayıp geçen seneki hüsran günlerine geri döneceğini düşünenler de yanılıyorlar.
Sezon başında bu takım için her şey yolunda gitti, Aydın Örs'ün dönüşünün takım içi disiplinden şubede sevgi ortamının yeniden tesis edilmesine dek zincirleme etkiler yaratması yadsınamaz bir gerçek ama takımın yükseliş dönemi boyunca sezon başında yaşanan Engin sakatlığı haricinde önemli sakatlıklar yaşamadığı, dolayısıyla koçun oyun planını ve kafasında dağıttığı rolleri etkileyebilecek eksikliklerin olmadığı da bir gerçek.
Vidmar'ın sakatlığı sonrası işler zaten sezon başındaki kadar iyi gitmezken bir de grubun en zorlu rakipleri karşısına çıkarken takımdaki tek alternatifi zaten sakat olan Ukiç'in sakatlığıyla eksikten öte tüm planları alt üst olmuş şekilde çıkmak zorunda kalan bir takım kaldı elde.
Dün alınan farklı mağlubiyet kimseyi yanıltmamalı, bu takımın sezon başında gösterdiği kazanma direnci, mağlubiyeti kabul etmemek gibi Euroleague savaşında yer almak için gerekli olan karakterinde bir bozulma yok.
Dünkü maçı şöyle değerlendirmek daha doğru olur; işler yolunda giderken, Euroleague'de yenemeyeceği takım olmadığını ispat eden bu takımın işlerin kötü gittiği bir dönemde henüz bu ligin en üst düzey takımlarının olduğu yere ulaşmak için katedilecek yolu olduğunu gösterdiği bir maçı seyrettik. Bu konunun ayrı bir yazı konusu olduğunu söylemek kaydıyla maça dönelim.
Maçı sunan Murat Kosova salonun soğukluğunu diline dolamıştı hatta atkı, şapka, palto kombinasyonuyla maçı sunduğundan bahsediyordu bir de Greer ve Preldziç'in henüz ilk çeyrekte yaptıkları 5 top kaybında ayakta durmakta güçlük çektiklerini görünce maçın buz pistinde oynandığını düşünebilirdiniz. Maç aslında olabilecek en kötü senaryoyla başladı.
Ukiç'in yokluğu bu takım için zaten büyük bir dert.
Geçen hafta Barselona maçında bileğinde ağrılarla oynarken her zamanki deliciliğini sergileyememişti, maç boyunca rakip savunmanın dengesini bozmakta zorlanırken onun sakatlığının etkilerini hissetmiştik. Dün daha kötüsü oldu, topu rakip alana bile taşımakta zorluk çekerek başladık. Değil şut pozisyonu yaratmak hücum bile edemiyordu takım. Birebir hücumu çok iyi olan ritmini bulunca kısa bir periyotta kendi pozisyonunu yaratarak atacağı sayılarla maçın gidişatını değiştirebilecek Greer takımın 1 numarası olarak her başladığında yaptığını yine yaptı, topu erken tuttu, baskıda bunaldı, bozuldu ve onun eline bakan takım top hücum alanına dahi taşınamayınca çaresiz kaldı. Oysa ilk dakikalarda hücum edebildiği zamanlarda uzunlarının bugün oyunu domine edebileceği izlenimi veren bir takım vardı sahada ama ilk dakikalar bir basketbol maçından çok bir futbol maçını andırıyordu. Ancak bir futbol maçında oyun bir takımın yarı sahasında oynanır. Greer ve sonrasında Preldziç'in top kayıpları sayesinde garip bir görüntü aldı maç. Zaten Siena ilk dakikalarda farklı bir skorla gerisine düşmeyi isteyeceğiniz son takım olur. İtalya liginde neredeyse tüm maçlarında henüz ilk yarıda devasa farklarla öne geçtiği için olsa gerek hep önde oynamayı iyi bilen buna karşılık savaşçı kimlikleriyle fark ne olursa olsun gevşemek nedir bilmeden oynamayı ilke edinmiş oyunculardan kurulu bir ekipler.
Abondene olarak başlamak bir de üstüne üstlük skorerlerinin topu rakip alana taşımaktan korkar hale gelip mental olarak maçtan kopmaları kalan dakikarda maçı çevirmenin çok güç olacağını belli ediyordu. Yine de denediler, alan savunmasına geçip dış şutları riske ederek Mc Calebb'in başa dert olan penetrelerini kestiler, tempoyu düşürüp hücumda paniklemeden, içeri top indirerek farkı eritmeyi başardılar ama rakip başka takıma gitse acaba oynayabilir mi dediğiniz ama Siena'nın kusursuz yapısında harikalar yaratan savaşçıların aynı zamanda ince işler yapabilen zanaatkarlara dönüştüğü bir takım.
En kritik anlarda, Stonerook her Fenerbahçe maçında olduğu gibi yine bizi deli eden savaşçılığıyla çıktı karşımıza, David Moss ve Carraretto tam yakaladık dediğimiz her pozisyonda kritik üçlüklerin hepsini soktular.
Kaybettik, sezonun ilk ağır yenilgisi oldu bu ama yine de kader bu takımın sezon başından bu yana sergilediği çalışkanlığını ödüllendirircesine Barselona'nın Litvanya'dan eli boş dönüşünü hediye olarak verdi.