17 Aralık 2010 Cuma

Sezonun ilk ağır mağlubiyeti


Siena mağlubiyeti sonrası öncelikle şunu söylemeli; bu ligde sezonun ilk 4 maçında 2 final four adayını mağlup ettiğinde bu takımın bu sezon şampiyonluğun en önemli adayı olduğunu düşünenler kadar, takımın dünkü mağlubiyetle dejavu yaşayıp geçen seneki hüsran günlerine geri döneceğini düşünenler de yanılıyorlar.
Sezon başında bu takım için her şey yolunda gitti, Aydın Örs'ün dönüşünün takım içi disiplinden şubede sevgi ortamının yeniden tesis edilmesine dek zincirleme etkiler yaratması yadsınamaz bir gerçek ama takımın yükseliş dönemi boyunca sezon başında yaşanan Engin sakatlığı haricinde önemli sakatlıklar yaşamadığı, dolayısıyla koçun oyun planını ve kafasında dağıttığı rolleri etkileyebilecek eksikliklerin olmadığı da bir gerçek.
Vidmar'ın sakatlığı sonrası işler zaten sezon başındaki kadar iyi gitmezken bir de grubun en zorlu rakipleri karşısına çıkarken takımdaki tek alternatifi zaten sakat olan Ukiç'in sakatlığıyla eksikten öte tüm planları alt üst olmuş şekilde çıkmak zorunda kalan bir takım kaldı elde.
Dün alınan farklı mağlubiyet kimseyi yanıltmamalı, bu takımın sezon başında gösterdiği kazanma direnci, mağlubiyeti kabul etmemek gibi Euroleague savaşında yer almak için gerekli olan karakterinde bir bozulma yok.
Dünkü maçı şöyle değerlendirmek daha doğru olur; işler yolunda giderken, Euroleague'de yenemeyeceği takım olmadığını ispat eden bu takımın işlerin kötü gittiği bir dönemde henüz bu ligin en üst düzey takımlarının olduğu yere ulaşmak için katedilecek yolu olduğunu gösterdiği bir maçı seyrettik. Bu konunun ayrı bir yazı konusu olduğunu söylemek kaydıyla maça dönelim.
Maçı sunan Murat Kosova salonun soğukluğunu diline dolamıştı hatta atkı, şapka, palto kombinasyonuyla maçı sunduğundan bahsediyordu bir de Greer ve Preldziç'in henüz ilk çeyrekte yaptıkları 5 top kaybında ayakta durmakta güçlük çektiklerini görünce maçın buz pistinde oynandığını düşünebilirdiniz. Maç aslında olabilecek en kötü senaryoyla başladı.
Ukiç'in yokluğu bu takım için zaten büyük bir dert.
Geçen hafta Barselona maçında bileğinde ağrılarla oynarken her zamanki deliciliğini sergileyememişti, maç boyunca rakip savunmanın dengesini bozmakta zorlanırken onun sakatlığının etkilerini hissetmiştik. Dün daha kötüsü oldu, topu rakip alana bile taşımakta zorluk çekerek başladık. Değil şut pozisyonu yaratmak hücum bile edemiyordu takım. Birebir hücumu çok iyi olan ritmini bulunca kısa bir periyotta kendi pozisyonunu yaratarak atacağı sayılarla maçın gidişatını değiştirebilecek Greer takımın 1 numarası olarak her başladığında yaptığını yine yaptı, topu erken tuttu, baskıda bunaldı, bozuldu ve onun eline bakan takım top hücum alanına dahi taşınamayınca çaresiz kaldı. Oysa ilk dakikalarda hücum edebildiği zamanlarda uzunlarının bugün oyunu domine edebileceği izlenimi veren bir takım vardı sahada ama ilk dakikalar bir basketbol maçından çok bir futbol maçını andırıyordu. Ancak bir futbol maçında oyun bir takımın yarı sahasında oynanır. Greer ve sonrasında Preldziç'in top kayıpları sayesinde garip bir görüntü aldı maç. Zaten Siena ilk dakikalarda farklı bir skorla gerisine düşmeyi isteyeceğiniz son takım olur. İtalya liginde neredeyse tüm maçlarında henüz ilk yarıda devasa farklarla öne geçtiği için olsa gerek hep önde oynamayı iyi bilen buna karşılık savaşçı kimlikleriyle fark ne olursa olsun gevşemek nedir bilmeden oynamayı ilke edinmiş oyunculardan kurulu bir ekipler.
Abondene olarak başlamak bir de üstüne üstlük skorerlerinin topu rakip alana taşımaktan korkar hale gelip mental olarak maçtan kopmaları kalan dakikarda maçı çevirmenin çok güç olacağını belli ediyordu. Yine de denediler, alan savunmasına geçip dış şutları riske ederek Mc Calebb'in başa dert olan penetrelerini kestiler, tempoyu düşürüp hücumda paniklemeden, içeri top indirerek farkı eritmeyi başardılar ama rakip başka takıma gitse acaba oynayabilir mi dediğiniz ama Siena'nın kusursuz yapısında harikalar yaratan savaşçıların aynı zamanda ince işler yapabilen zanaatkarlara dönüştüğü bir takım.
En kritik anlarda, Stonerook her Fenerbahçe maçında olduğu gibi yine bizi deli eden savaşçılığıyla çıktı karşımıza, David Moss ve Carraretto tam yakaladık dediğimiz her pozisyonda kritik üçlüklerin hepsini soktular.
Kaybettik, sezonun ilk ağır yenilgisi oldu bu ama yine de kader bu takımın sezon başından bu yana sergilediği çalışkanlığını ödüllendirircesine Barselona'nın Litvanya'dan eli boş dönüşünü hediye olarak verdi.

Hiç yorum yok: