18 Eylül 2009 Cuma

Tanjeviç'i savunmak


Sezon sonunda Tanjeviç'in final serisindeki berbat performansını görünce ''Tanjeviç'in aklı Roma'da'' diye düşünmüştüm. Yanılmışım aklı Polonya'daymış.
Milli takımın Eurobasket 2009'un şu ana kadarki en parlak performansa sahip takımı oluşunda onun payını görmemek olmaz. Takımdaki arkadaşlığı ve hedef birliğini, ortak aidiyeti uzun süreli kamp döneminde yavaş yavaş sağlaması kadar maçlardaki taktiksel ve moral müdahaleleride Tanjeviç'in Avrupa basketbolunda efsane olduğu günleri akla getirdi.
Neredeyse tüm memleket ona sırtını dönmüşken, artık onun takımından kimse başarı beklemezken Eurobasket in en heyecan verici takımını yarattı.
Kendisini yenilemeyi beceremeyen, elindeki kadroyu bir adım ileriye taşıyacak hamleleri yapmakta direnen hocayı her fırsatta boka batırmayı biliyorsak, bugün kalitesinin çok üzerinde işleri becerebileceğine inandığımız takımın hatrına hakkını teslim etmek lazım.
Kadro ve oyuncu seçimi konusunda 40 yıldır kimseleri memnun edemeyen, akla hayale gelmez seçimler yapan Tanjeviç'in Eurobasket için seçtiği kadroyu eleştirirken tercihlerini Fenerbahçe koçu olmasıyla bağlantılandıran, Semih, Ömer, Oğuz 3'lüsüne yer açmak için Hüseyin Beşok'u, Kaya'yı kadroya almadığını düşünen beyinlerin sorununun, bünyelerindeki tedavisi mümkün olmayan Fenerbahçe düşmanlığı hastalığının ürettiği virüslerin düşünme kabiliyetlerini esir almasıyla ilgili olduğunu zaten biliyoruz.
Ama Tanjeviç'le ilgili kaygılar bu hafif meşrep dokundurmalardan çok daha ciddiydi. Sezon boyunca Fenerbahçe'de hücum düzenini bir türlü oturtamaması bir kenara turnuva ve final periodu takımı yaratma konusunda uzman olan Tanjeviç'in Efes'e 4 kez üstüste kaybeden takımının yaşadığı dağılmayı toparlayacak tek bir hamlesinin olmaması onu destekleyenler açısından bile açıklanabilir bir atalet durumu değildi.
Ama belli ki, milli takımla çok doğru ve faydalı bir hazırlık süreci yaşamış. Takımın Eurobasket performansı heyecan verici.
Bir kere hazırlık kampı boyunca ''aman Ersan ve Hidayet'e bir şey olmasın, tek umudumuz onlar'' diyenlere inat, temel karakteri bu iki NBA oyuncusunun ellerine ve günlük performanslarına bakan bir takım değil aksine tüm oyuncularından maksimum verim alan ve her maçın her saniyesinde oyuna üst düzeyde bir konsantrasyon sağlayan, kazanmak için her topa, her hücuma, her savunmaya hiç azalmayan bir ciddiyetle değer veren savaşcı bir takım yarattı.
Slovenya maçının ilk dakikaları haricinde hiç bir maçta rakiplerine 7-8 sayılarla öne geçme imkanı sağlamayan bir takımdan bahsediyoruz. 6 maçta 40 dakikadan 240 dakika eder bir de uzatma devresi 245 dakika. Ve bu sürenin 5 dakikası haricinde bir dağılma, bozulma yaşamayan bir takım var elde. Gün aşırı, birbirinden sert ve çekişmeli maçlarda hem fizik olarak yorulan ve de özellikle her topu verimli kullanmak, her savunmayı maksimum dikkatle yapmak için kenardaki koçun planlarına, direktiflerine yoğun bir konsantrasyonla uyum sağlarken mental olarak çok yorulan bir takımdan bahsediyoruz.
İspanya gibi oyun hızlandığında karşısında direnmenin mümkün olmayacağı bir takım karşısında oyuna uyuşturucu iğne vurur gibi yapılan alan savunmasının ve skoru önde götürürken bile farkı açmak için tempoyu arttırma tuzağına düşmeden ısrarla hücum düzenini korumanın kolay bir iş olmadığı açıktır aynı şekilde oyundan hiç kopmadan oynayan hem fizik hem de basketbol bilgisi ve oyun disiplini üst düzeyde bir sistem takımı Sırbistan karşısında verilen kora kor mücadele de öyle. O maçta uzatma devresinde Sırbistan'a hiç sayı attırmamış olmak ise sadece acayiptir. O kadar zor ve fizik ve mental anlamda yorucu bir maçın sonunda tükenmeyip uzatma devresinde rakibe potayı göstermemek övgüyü hakeden bir direnişçilik örneğidir. Burada kadrodaki tüm oyuncuların emeğine saygı göstermek gerek ama toplamda bireysel performansların çok ötesinde bir başarı varsa burada takıma bugünkü heyecan verici kimliğini kazandıran Tanjeviç'e hakkını teslim etmek boynumuzun borcudur.

Hiç yorum yok: