21 Ocak 2011 Cuma

Olimpiakos maçı sonrası


Sezon başından bu yana, bu takım için final four henüz çok erken ama bu ekip ve bu ciddiyetle yolun sonu açık, 2-3 sezon içerisinde final four takımı oluruz diyorum.
Dün akşamdan sonra bu takımı final four adayı olarak görmemek ayıp olur. Avrupa'nın en üst düzey organizasyonunun son finalistlerini hem de deplasmanda yenme becerisi göstermiş bir takım o ligin finalini de hakediyor demektir.
Benim asıl merak ettiğim şu, geldiği günden bu yana tempoyu düşürmeyi beceremiyor, frene basması gerektiği zamanlarda dahi çabuk hücum ederek oyunu koş koşa çeviriyor diye eleştirdiğimiz Ukiç nasıl oluyorda Barcelona ve Olimpiakos deplasmanları gibi tempoyu düşük seviyede tutmanın çok zor olduğu atmosferlerde bunu başararak oyunun galibiyetin anahtarını kilide sokan adam olabiliyor.
Onu yönetebilme becerisini gösteren, bir nevi onu farklı bir modda çalıştırmanın kodunu yazan adam Spahija'yı tebrik etmeli. Elbette Ukiç'in de Avrupa'ya dönüş sonrası kıtasına yeniden uyum sürecini artık atlattığını atlamamalı.
Teodosiç, Spanoulis ve Papaloukas gibi guardlarıyla bu mevkide belki de Avrupa'nın en zengin, en çeşitli guard rotasyonuna sahip takımı olan Olimpiakos karşısında hem de deplasmanda oyunun hiç bir bölümünde dümeni rakibin eline vermemeyi başaran takım şaşırtıcı yükselişine devam ediyor ama elbette bu takım şapkadan tavşan çıkartılırcasına yaratılmadı.
Bir kere, Aydın Örs ve Spahija ikilisinden evvel oyunculardan başlamalı. Karakterli oyunculardan kurulu, takım planlarına uymaktan gocunmayan, başarı payesini paylaşmayı seven oyunculardan kurulu bir kadro var. Kafalarda yapabileceklerinin üst sınırından daha ötesinin hayalleri var. Her koşulda direnç gösteren, yenilgiyi kabul etmemeyi takıma öğreten takımın temel taşları olan oyuncular var; Ömer ve Mirsad gibi. Takımın temel taşı olup herkesten az çalışmayı seçenler vardır bir de onlar gibi her ağır yükün altına girmeyi gönüllü olarak isteyenler.
Bu takımın misal Mrsiç gibi top eline gelip şuta kalktığında ''bu kesin girer'' dedirtecek şutörü yok diyorduk sezon başında ama Tomas gibi Emir gibi ekmeğini taştan çıkartan kısa forvetlerin takıma en belalı savunmalar karşısında bile pozisyon yaratabilme becerisi getireceğini düşünüyorduk. Yanılmadık. Her ikisi de ritm bulamayıp moralsiz günler yaşadılar, hele Emir'in sezon başındaki içi içini yiyen, dağılmış, özgüveni dibe vurmuş haline şahit olduktan sonra dünkü oyununu görmek oyuncuların elinden tutma becerisini gösteren teknik ve idari kodroya güvenimizi daha bir sağlamlaştırıyor.
Asıl ilginç olan, Barcelona ve Olimpiakos gibi geçen sozonun iki finalistini deplasmanda yenebilen Fenerbahçe'nin halen formsuz, ritm bulamamış oyuncularının olmasıdır.

Hiç yorum yok: