Gürültü, patırtının ardından takımımız açısından değerlendirmelere geçmek lazım.
Öncelikle elbette Tanjeviç.
Serinin 3. maçı mucivezi biçimde geri dönmese muhtemelen bugün şampiyon takımın koçu olarak tüm yaptıkları taltif edilecekti. Dahası, yine onun üstün eğitici koç yetenekleri, onu bir basketbol devrimcisi yapan ileri görüşlülüğü, bildiklerinden taviz vermeyen yapısı ve elbette Kukoç'ları, Bodiroga'ları, Fucka'ları yaratan adam oluşu argümanları eşliğinde bulunmaz nimet statüsüne sokulacaktı birkez daha. Ama olmadı, takım öylesine bir dağılma yaşadı ve bu dağılma da Tanjeviç'in payı o kadar büyüktü ki en Tanjeviççilerimiz için bile onu bugün savunabilmek çok güç hale geldi.
Tabii artık klasikleşen bir ezbercilikle eldeki malzeme bu Tanjeviç ne yapsın diyenler hala olacaktır ama unutmamak lazım bu takımın gelecek hedeflerini ve kadro yapısını, kimyasal bileşenini oluşturan ekibin beynide Tanjeviç'tir. Hal böyleyken bu kapıdan da çıkış olmadığı bilinmelidir.
Tanjeviç hakkında göreve ilk geldiği günden itibaren bir çok Fenerbahçe taraftarının kendisinden bağımsız olarak beslediği antipatinin hadi bu tanımlama ağır olduysa hoşnutsuzluğun temel sebebi Aydın hoca gibi sadece yıllar sonra şampiyon olan takımı yaratmış olması sebebiyle değil, bu camianın sözüne, yaptıklarına, söylediklerine en çok güvenilen isimlerinden bir tanesi olan Aydın Örs'ün yerine hem milli takımda hem de Fenerbahçe'de Aydın Hocanın hiçte haketmediği yöntemlerle getirilmiş olmasıdır. Yoksa Tanjeviç hakkındaki eleştirilerin bir çoğunun onun basketbol felsefesiyle veya koçluk ve takım yönetimi becerisiyle ilgili olduğunu pek düşünmüyorum. Kaldı ki ona karşı bizim memlekette beslenen antipatinin büyük oranda onun milli takım koçu olmasından kaynaklı olduğunu unutmayalım.
Seçici koç olduğunuzda mutlaka birileri sizden hoşnutsuz olacaktır. Kadroya girebilecek oyuncu sayısıyla kadroya alınabilecek oyuncu sayısı hiç bir zaman eşit olamayacağına göre birileri mutlaka hoşnutsuz olacak elbette. Bu durum Tanjeviç'in abuk seçimlerinin mazereti olamaz ancak ondan hoşnutsuz olanların sayısının çokluğuna bakarak ona yöneltiğimiz eleştiri oklarının uçlarını sivriltmeye kalkmakta pek akıllıca değil. Tanjeviç'e eleştirel bakışın ona karşı bu ülkede duyulan antipatinin etkisinde kalmadan yapılması gerektiğine inandığım için bunları söylüyorum. Yoksa Tanjeviç'in milli takım performansı Fenerbahçe koçu olarak yapabilecekleri açısından çok belirleyici değildir elbette. Aslında benzer bir antipatiyi Fenerbahçe'nin başına malum operasyonla geçirilmesinden kaynaklı Fenerbahçe taraftarları da besler kendisine ama Tanjeviç değerlendirmemizde bu bakışta etkili olmamalıdır. Bu konuda eleştiri oklarını ondan önce başkalarına yöneltmek lazım.
Öncelikle söylemek lazım; Tanjeviç final serisinde kendinden beklenmedik ölçüde kötüydü belki de şöyle demek lazım formsuzdu. Onun bildiğimiz inatçı tavırlarının göz göre göre maç kaybettirdiğini çok gördük ama final serisindeki gibi kolayca teslim olan, takımın dağılıp gitmesine müdahalesiz kalan hali nasıl açıklanır bilemiyorum. Ancak asıl sorun onun final serisindeki kararları ya da kararsızlıkları değil. Sadece 3. maçta 15 sayılık fark erirken dağılmış takımı seyretmek yerine bir mola alsa belki iş buralara gelmeyecekti ama bu durum onun 2 yıllık süre içerisinde yarattığı erezyonu durdurmaya yetermiydi bilemiyorum. Tanjeviç'le başlayan dönem herşeyden önce takımın mevcut kadro gücüyle uyumlu olmayan hedeflerin ve planların yarattığı bir erezyon dönemidir.
Tanjeviç göreve başladığı gün bunu düşünüyordum hala bunu düşünüyorum. Bu tespit Tanjeviç'in Fenerbahçe koçu olarak yarattığı değerleri, yakaladığı başarıları da dışlamaz. Misal onun çokca eleştirilen bir yönü olan rotasyona çok oyuncuyu sokması zor maçlarda, final dönemlerinde tüm oyuncuların o maçların stresine, zorluğuna direnebilecek hazırlıkta olmasını sağlıyor. Ya da 5 önemli oyuncunun uzun süreli eksikliğiyle başlanılan sezonda uzun süre dar bir kadrodan maksimum verimi alabilmesi, takımın Euroleague'de gruplarda takılma gibi bir sürprizi yaşamaması, bu talihsiz dönemde tüm oyuncuların konsantrasyonunun ve direncinin üst noktada oluşu onun katkısından bağımsız değerlendirilemez. Semih'ten 3 numara yaratmaya çalışırken onu eleştirdik, Oğuz'u potadan uzaklara çektiği içinde ama mesela Semih'in orta mesafe şut atma becerisini geliştirmesinde, Oğuz'un power forvet gibi oynayabilmesinde onun payını es geçemeyiz.
Yine de Tanjeviç dönemi bir erezyondur. Zira devraldığı kadro, bir daha çok zor biraraya gelebilecek türden bir kadroydu. Tecrübeli ve kazanmayı bilen, üstün yetenekleri olan ve herbirisi takımına güçlü bağlarla bağlı olan ve birbirleriyle şaşırtıcı biçimde çok iyi uyum sağlayan yerli oyuncuların temelini oluşturduğu ve yaşlarının çok üzerinde tecrübeye ve kazanma alışkanlığına sahip, çok yetenekli genç oyuncularla beslenen bir yapıydı. Kadro kimyası Euroleague'de mücadele ediyorsanız çok önemlidir. Kazanmanın çok zor olduğu, maçların çok sert geçtiği bir ligde en üstün yetenekli oyuncular bile kendi başlarına sazı eline alıp oynayamıyorlar. Takım olabilmek, kazanmak için hem savunmada hem hücumda yardımlaşmayı üst düzeye çıkarmak şart. Ve en önemlisi de takımın kimyasını doğru formüllerle oluşturmalısınız. Takıma güçlü aidiyet duygularıyla bağlı oyuncular, kadroya dinamizim katacak yetenekli ve bu ligde yükselme azmine sahip gençlerin sürekliliği, özel yetenekteki oyuncuların topu paylaşma istekleri, savunmada herkesin katkı vermesi ve mutlaka tüm kadronun savaşan oyunculardan kurulu olması gibi. Tanjeviç'in devraldığı kadro bu yapının temellerinin çok sağlam biçimde atıldığı bir kadroydu. Yapılması gereken iş bu kadroya Euroleague tecrübesi üst düzeyde, bu ligde takıma sınıf atlatabilecek özel yeteneklerde ve kazanma alışkanlığına sahip 1-2 yabancı oyuncu transferiydi.
Ama Tanjeviç tarihi kendinden başlatmayı seçti. 2010-11 sezonu için final four hedefi nasıl ulaşılacağı, hangi planlar dahilinde yol alınacağı belli olmayan muğlak bir hedef olarak ortaya atılıp mevcut kadroya sınıf atlatıcak değil devranılan kadronun yeni eklenenlerinde ağırlığını taşıyacağı, tüm yükü çekeceği bir planla yola devam edildi. Aslında geçen yıl yapılan yabancı oyuncu transferlerine tek tek baktığımızda hiç birisine yanlış tercih diyemeyiz. Emir-Vidmar üzerine yatırım yapmak kabul edilebilir. Gelişimlerinin beklenenden yavaş olması, hatta belki Vidmar'ın beklentileri hiç karşılayamamış olması bu gerçeği değiştirmez. Veya White-Kinsey tarnsferleri de kabul edilebilir. Zira her ikisi de atletik özellikleriyle takımın eksik olan yönlerini kapatabilecek yetenekte oyunculardı. Ama tek tek bakıldığında yanlış transfer değil diyeceğiniz oyuncular kadroya yapılan tüm takviyeyi oluşturduğunda ortaya bir sorun çıkıyor.
Avrupa'daki ilk senelerinde White ve Kinsey'in buradaki basketbola hatta kurallara bile alışmalarının aylar süreceği kesinken, Emir ve Vidmar'ın takıma sınıf atlatabilecek ölçüde kendilerini geliştirmelerinin 1 sezon içinde gerçekleşmesi mucize kategorisindeyken tüm bir transfer politikasının bundan ibaret oluşu kadronun mevcut gücüne itici bir etki yapamamanız demekti. Zaten öyle de oldu. White ve Kinsey tam da Avrupa basketbolunu tanımaya başlamışken, alan savunmasına karşı nasıl hücum edeceklerini öğrenmişken, sert savunmalara karşı isabetli şut atabilmeyi artık becerirken, eskisi kadar fazla hatalı yürümeler yapmazken sezon sonunun gelip çatması ve bu kez de onların gönderilip yerlerine sıradan bir İtalyan ligi takımında liderlik yapabilen ama Euroleague tecrübesi hiç olmayan yumuşak oyuncularla kadronun takviye edilmesi ise çöküşe ivme kazandıran bir hataydı.
Tüm yabancı oyuncu tercihlerimizin üst düzey kalitede, yıldız oyunculardan yana kullanılması gerektiği fikrine hep karşı çıkmışımdır. Avrupa'da oyuncu fiyatlarının çılgın rakamlara ulaştığı bir ortamda zaten 4-5 tane üst düzey, takımı sırtlayabilecek, fark yaratacak oyuncuyu transfer etmeniz mümkün değil. Kaldı ki, takımın kimyasını bozacak bir hamle olur bu.
Yerli oyuncuların insiyatiflerini kıran, sürelerini azaltan, genç oyuncuların gelişmelerini engelleyen bir kadro kurarsanız bu elimizdeki takımın kaybedilmesi anlamına gelecektir.
Bu açıdan bakılacak olursa 5 yabancı oyuncu tercihinden 2 tanesinin gelecek vaadeden oyunculardan yana kullanılması anlaşılabilir. Genel görüş Vidmar'ın beklentileri karşılayamayacağı, Preldziç'in ise önemli bir oyuncu olacağı yönünde. Burada bir kayıptan bahsedemeyiz. % 50 isabet iyidir. Eklemek lazım, Preldziç'i sadece sahada aldığı sürelerle değerlendirmemek lazım, onu benchteyken, maç öncesinde ısınırken, maçtan sonra taraftara koşarken de görün. Takımı en fazla sahiplenen yüreklerden birisidir o. Ömer Onan'dan, Mrsiç'ten bir farkı yok. Taraftar oyuncu kontenjanında yerini çoktan aldı da lider özellikli olduğunu da gösteriyor. Büyük kazanım olacaktır.
Ama sorun 2 yabancı oyuncu tercihini bu isimlerden yana kullanmak değildir, Tanjeviç'i buradan vurmaya çalışmak beyhude bir çabadır.
Asıl sorun, onun devraldığı kadronun yapabileceklerine inancı olmayışıdır. Bir koçun kendi felsefesi, kendi sistemi olması ve başına geçtiği takıma bu felsefe ve sistem doğrultusunda plan çizmesi normal.
Tanjeviç'i yıllardır biliyoruz, atletik özellikli, uzun kollu, yapılı olmayan hareketli ve uzun oyunculardan kurulu bir takım ister. Her oyuncusu özellikle uzunları her mesafeden şut atabilmeli ve pas yetenekleri gelişmiş olmalıdır. Klasik 5 numaraların onun sisteminde yeri yoktur. Mesela Kaya Peker ve Hüseyin Beşok'u neden milli takıma almıyor sorusunun cevabı onlarla olan kişisel husumetlerinden önce bu gerçekte gizlidir.
Savunma zaafiyeti olan oyunculara tahammülü yoktur ama zaten devraldığı kadronun böyle bir sorunu da yok. Tüm oyuncuların eşit miktarda top kullanmasına gayret eder, üst üste 3-5 hücumda öne çıkan oyuncuya tahammül edemez, bu tip öne çıkışların takımın düzenini bozduğuna inanır. Maçlarda ona hep adamı iyi oynarken çıkarttı diye kızmamızın sebebi budur.
Onun kafasındaki takımın tüm parametreleri aslında bir sistem takımında olması gereken unsurlardır ama sorun onun bu kafasındaki takımı yaratma uğruna devraldığı çok değerli kadronun hakkını verebilecek hamleleri yapmamakta direnmesi ve belki de bir daha bir araya gelemeyecek kadar değerli ve bu takıma çok güçlü bağlarla bağlı, kazanmayı bilen yerli oyunculardan kurulu kadronun günden güne erimesine sebeb olmasıdır.
Mevcut bütçelerle ve basketbol altyapımız, kültürümüzle Euroleague'in en tepe noktalarındaki takımları yakalamak kolay değil. PAO'nun, bu sezon bütçeyi çok ciddi biçimde kısacak olsa da CSKA'nın, hatta Barcelona'nın, TAU'nun, finansal gücüyle Olimpiakos'un olduğu düzeye erişmek kolay iş değil. Ama mesela evvelki sezon Avrupa basketbolunu iyi bilen bir çoklarına göre Partizan'la birlikte en iyi gençleri kadrosunda barındıran bir takımın Siena gibi Partizan gibi Euroleague'de yüksek bütçeli takımları zorlayabilecek, doğru yatırımlarla ve sürekli alttan gelen yeni oyuncularla zirveye hamle yapma cüretini sürekli gösterebilecek, ciddi bir gelenek ve sürekliliğe sahip bir takım olabiliridik.
Tanjeviç'le başlayan süreç bu fırsatın adım adım kaçışına sebeb olmuştur.
Takımın bu sezonki performansının geçen yılın geride kalmasının da temel sebebi bu yönelimdir.
Daha önce defalarca söylendi, yazıldı, çizildi. Bu sezon başındaki transfer hamlelerinin takımın temel karakteristik yapısına ciddi darbe vurduğu en görmek istemeyenlerin bile gözlerinin içine sokulan bir gerçekti.
Bir kere ön alan savunmasındaki sertliğin ortadan kaybolması zor maçların kazanılamamasında öenmli bir etkendi. Oyun kuruculuk görevini Marques Green'e skor yükünü Smith'e verirsen hücumda agresif olamayan, penetresi zayıf ve kaliteleri ancak İtalya liginin başaltı takımlarında oynayabicek düzeyde olan oyuncuların eline bakan hücum gücün sebebiyle Euroleague'in en az sayı atan takımı olarak kalırsın.
Korkarım Tanjeviç kalacak. Roma'nın bütçeyi kısması sonrası İtalyan'lar ondan vazgeçmiş.
Ve korkarım bu erezyon devam edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder