26 Aralık 2008 Cuma

Unutulmayanlar Vol. 1 : Pete Williams & Larry Richard


Bu ikiliyi birlikte anmak lazım derken salsabasket in bloğunda güzel bir yazıya rastladım. Ellerine sağlık. Buradan ulaşabilirsiniz o güzel yazıya. Yazısında linkini verdiği Yiğiter Uluğ'un yazısı da aslında bu ikili hakkında zihnimde, belleğimde duranların birçoğunu kapsıyor.
Yine de bir iki kelam etmek lazım bu ikili hakkında. He, ikili derken bu arkadaşlar sıkı kanki olarak geldikleri memleketimizde hiç takım arkadaşı olmadılar o ayrı.
Williams'ın gelişini çok net hatırlıyorum. Küçük bir haber okumuştum -sanırım Güneş gazetesiydi- ''örümcek adam Fenerbahçe'de '' başlığı altında Pete'nin gözlerimize bayram yaptıracağını muştulayan potaya asılmış bir fotoğrafı eşliğinde. Yılların şampiyonluk özlemine son verecek bir kadro atılımının ilk ayak sesleriydi bu haber.
Bir nevi dream team kurulmuştu. Dream team derken yanlış anlamayın, dream 5 demek daha doğru olur. O zamanlar memleket basketbolunda öyle 12 kişilik ( zaten kadrolar 12 değil 10 kişilikti ) rotasyon falan hak getire. İlk 5 başlayanlar 40 dakikanın en az 30'unda sahada kalırdı. Benchten 1-2 kişi arada sahaya girerler onlar da en fazla savunma yaparlar, rakibin çok sayı atan adamını yıpratırlar falan.
Bizim 1986-87 sezonu kadrosunun dream 5'i de Aliço, Fatih Özal, Erman Kunter, Ferhat Oktay ve Örümcek Pete Williams'tan oluşuyordu işte. Spor serginin kalaslardan müteşekkil, süspansiyonlu tribünleri sezon boyunca tozlu parkeleri cilalayan bu harika 5'linin tempolu, gözlere basketbol ziyafeti veren kadronun hareketleriyle hop oturdu, hop kalktı. Erman'ın 153 sayılık oha dedirten sayı rekoru da bu sezonun son maçına denk gelir.
Neyse, ''20 yıllık bu çile bitsin artık bu sene'' diye inlettiğimiz spor sergide en güzel anılarımız arasında Pete Williams'ın o yay gibi gerili vücudunun topu eline aldığı anda okun yaydan fırlaması gibi parkeden havalanıp potaya asıldığı enstantaneler baş köşededir. Pek görmeye alışık olmadığımız türden çift elle ters smaçlarda çocuk oyuncağıydı onun için.
Pek uzun bir oyuncu değildi bizim spider. 2.00 metre civarı, şimdinin pivotları için hayli ince bir yapıdaydı ayrıca. Onu hayranlıkla izlerken Eczacıbaşı efsanesi henüz başlamamış ama Tamer Oyguç'ların, Orhun'ların henüz bıyıklarının yeni terlediği o günler alttan alta Eczacı efsanesinin mayalandığı günlerdi. Bizim Pete'in Amerika'daki kankisi Larry Richard'da işte o Eczacıbaşı'nın genç, mütevazi kadrosunda yer buluvermişti, sanırım ligimizin en ucuz yabancısıydı o sezon ama en faydalılarından biriydi aynı zamanda.
Normal sezonu Pete Williams'lı Fenerbahçe lider bitirirken örümcek adamın kankisi Richard'ın Eczacıbaşı'sı nefes nefese ancak 7. olarak kalabilmişti play-off lara, aslında bu sonucun bile onlar için başarı olduğu söylenebilirdi.
Bu ikili için hayli ilginç bir sezon oluyordu aslında şampiyonluğun mutlak favorisi olan Fenerbahçe'nin Pete Williams'ı play-off lar başlayıpta yoğun maç trafiğine girince aksamaya başlamış, zirve için pek toy olan Richard ve arkadaşları Galatasaray'ı geçip sezon öncesi ancak rüyalarında görebilecekleri finallere adlarını yazdırmışlardı.
Fenerbahçe'nin kadrosu derin değil Erman ve Williams'tan başka silahı yok, plaf-off larda sert ve yoğun maç trfiğinde zorlanacaklar diyenler haklı çıkıyor gibiydi. Önce bu güne dek tanıdığım en iyi yerli guardlardan birisi olan Necati ve Levent Topsakal önderliğindeki İ.T.Ü'yü zar zor geçip yarı finale kalmıştı. Harika bir açık alan oyuncusu olarak Fenerbahçe basketbol sevdalılarına sezon boyunca unutulmaz hazlar yaşatan Pete insan azmanı gerçek bir pivot karşısında 3 günde bir maça çıkınca teklemeye başlamıştı.
Yarı finalde spor sergi tarihinin en uğursuz en hüzünlü anı yaşanacaktı, hayli geniş bir kadroya sahip olan Çukurova, memleket topraklarına teşrif etmiş ilk NBA şampiyonluğu yüzüğüne sahip adam Lary Sprigs'in son saniyede orta sahadan sallayıp, panyaya çarptırıp soktuğu 3 lükle hayatımızın en büyük travmasını yaşattı bize. O günü yaşamayanlara şöyle söyliyeyim 2006'da Denizli'de 90 dakika içinde yaşanan travmanın topun Spriggs'in elinden çıkıp panyaya toslayıp, filenin içinden süzülüşü sırasında geçen 2-3 saniye içinde yaşanmasıydı.
Ne spor serginin tahta kalaslardan oluşan tribünlerine yığılıp kalan, etrafa şaşkın şaşkın bakan bizler ne de bizle aynı şoku yaşayıp gözyaşlarına boğulan Pete Williams ve arkadaşları olup biteni anlayamamıştı. Kader bu ya; İki kankiden yıldız olanı Pete Williams'ın sezon sonunda şampiyonluk kupasını kaldıracağına kesin gözüyle bakılırken kimsenin adını sanını bilmediği, Pete Williams sayesinde Türkiye'ye gelen ve hayli mütevazi bir ücret alan Richard Eczacıbaşı'yla birlikte şampiyon oluyordu.
Önce Galatasaray sonra Çukurova'yı elemeleri şaka gibiydi ama yıllarca basketbol salonlarında fırtına gibi esen harika kadronun ilk sahne aldığı sezondu o. Richard tam da o kadroya uyumlu bir oyuncuydu.
Williams gibi spektaküler hareketleri olan bir oyuncu değildi. O da 2.00 metre civarında Pete'dan az biraz daha kalıplı onun kadar atletik olmasa da, çabuk ayaklara sahip ama Pete 'den daha iyi pivot hareketleri yapabilen bir oyuncuydu. Garip bir şut stili vardı, topu göğsünden çıkartıp potaya doğru gönderirken bir disk atıcı seyrediyor gibi olurdunuz.
Bu ikilinin Türkiye'deki ilk sezonları Fenerbahçe için böyle uğursuz bir anla noktalanınca ta ki 90-91 sezonuna dek ne Williams'ın smaçları, blokları ne de Fenerbahçe basketbolu yüreğimizdeki acıyı dindirebilmiş değildi.
Ve bu iki kankinin yolu o sezonun finallerinde bir kez daha kesişti. 20 yıllık çilenin bu kez sonlanacağından emin olarak Bursa'da kazanıp, İstanbul'da kaybettiğimiz serinin devamı için Akdeniz yollarına düşmüştük. Kankiler bu kez finalde karşı karşıyaydı ama bizim adamımız bu kezPete değil Larry Richard olacaktı. Levent Topsakal, Hüsnü, Ferhat Oktay, Altobelli Can, Richard'lı kadro Efe'li Williams'lı Tofaş'a karşı.
Körfez savaşı sebebiyle tüm Amerikalı'lar ülkeyi terkederken bu ikili iş ahlakları gereği kendilerine güvenen ve seven basketbol sevdalılarını kırmamış, bizleri terketmemişlerdi.
Garip bir tesadüf dananın kuyruğunun kopacağı maç öncesi her iki oyuncununda sahaya çıkabileceği hala meçhuldü. Williams'ın fıtığı Richard'ın kan şekeri başa bela olmuştu hatta Antalya'da hayatımda gördüğüm en boğucu ve sıcak atmosfere sahip spor salonunda işkence görürcesine maçı beklerken, sabah gazetelerde okuduğumuz Richard'ın sarılık olduğu ve sürekli serum yüklemesi yapıldığı büyük ihtimalle de final maçında oynayamayacağı haberinin doğruluk payını hala bilemiyorduk. Bu bir yıkım olurdu zira Richard her maçta 40 dk boyunca oynayan alternatifsiz bir koca yürekli pivottu. Onsuz maç kazanmamız hele de bu maç Tofaş'la oynanıyorsa pek mümkün değildi.
Neyse ki sahaya çıkan müfreze Richard'tan yoksun değildi ama tüm maç boyunca bitkin hali sebebiyle ne o etkili olabilmiş ne de artık Tofaş'ın umudu olan Williams maç boyunca kasığını tutmaktan, her zıplayışında acıyla kıvranmaktan maça kendini verebilmişti.
Hüsnü'nün bulduğu yerden salladığı 3 lüklerle kazandık.
Maç sonunda iki yakın arkadaş savaştan sağ kurtulmuş gaziler gibiydi. Ayakta duracak hali olmayan Richard'ında her adım atışını azaba çeviren sakatlığına rağmen formasının hakkını veren Williams'ında sporcu ahlaklarının ''profesyonel oyuncuyum'' klişesinden öte anlamlarla yüklü olduğunu bir kez daha anlamıştık o gün.

1 yorum:

agopist dedi ki...

Fotoğraf harika. Arşive göndereyim hemen:)