Bloğun açılış yazısına konu olan TAU maçından umduğumuzu bulamadık. Maç kaybedilince maçın önemini daha iyi anladık, kazansaydık guruptan çıkma şansımız hayli artacağı gibi, gurubu ilk 2 içerisinde bitirip TOP 16'da görece daha kolay kura çekme şansımız olacakken, şimdi TOP 16'nın zora girmemesi için Berlin'de Albatrosları altetmek gerekecek. Neyse ki Berlin'lilerde bizim gibi şuursuzca hücum etmekte direnen bir takım.
Abdi İpekçi'de bu kadar kötü hücum ettiğimiz bir ilk periyot pek yoktur herhalde. Evsahibi olmanın avantajıyla oyuna hızlı bir giriş yaparsın, rakip henüz oyunu sertleştirecek kadar ısınmamış olur o sırada Mike Tyson girişi yaparsın maça ya. Yok, şuursuzca hücum ediyorduk. Ta ki Mrsiç girene dek.
Green kenardayken, hücum setlerimiz tıkanıyor, topu paylaştırmakta, doğru pozisyonda doğru eli bulmakta zorlanıyoruz diye düşünüyorduk ama son maçlarda bu sorunu Green sahadayken yaşamaya başladık. Aksine topu Preldziç ve Mrsiç getirince potaya daha çabuk bakıyor takım. Preldziç'in bu özelliği zaten var da kaptanda 40 ından sonra azıp, set hücumlarında bile penetre edip, uzunların üzerinden turnike atmaya başlayınca bu takımın esas guardı hafız Green mi yoksa Mrsiç veya Preldziç'mi diye düşünüyor insan.
Gerçekten çok kötü hücum ettik 1. periyotta. Skor şaşırtmasın, atılan 18 sayının 12'si pozisyon yokken, takım nasıl hücum edeceğine karar verememişken süre bitmesin diye potaya sallanan 3 lüklerden geldi.
Bayıltıcı derecede hareketsiz, Green'in önce topu sağındakine verip sonra alıp solundakine verdiği, hücum süresi bitene dek içeriyi hiç zorlamayan, ikili oyunları denemeyen bir şuursuzluk hakimdi.
Bereket atmaya başladı mı kıyamet kopsa çemberden topu geçirmekten vazgeçmeyecek adam Rakoçeviç henüz atmaya başlamamıştı. Tabii kısa skorerlerin belalısı Ömer Onan'ın bunda katkısı büyük.
2. periyotta işler değişti. Bu sene bir nevi ''azgın teke'' sendromu yaşayan kaptanın alışageldiğimiz 3 lük isabetleri dışında, penetreleri ve fast-break bitiricilikleri, hücum ribauntlarındaki başarı ve her topa el sokup ortada kalanları alma yürekliliğiyle adeta çoştu takım. Bu kadar tempo riskliydi tabii. Zira rakip TAU. Avrupa'nın en iyi hücumcularından. Atan kazanıra dönmemeliydi oyun. Savunma direnci, kaçan hücumlarda rakibe ribauntu vermeme versen de kolay aldırmayıp hızlı hücum yolunu tıkama, ve ellerin, yüreklerle bir olup çemberimizin etrafını karartılması atan kazanıra çevirmedi oyunu.
Ama 1. periyottaki şuursuzluk 3. periyotta kabus gibi çöktü üzerimize.
Rakoçeviç ve Teletoviç'in fişleri prize takılmayı unutulmuş yokediciler olduğu farkedildi sanırım. Hatayı giderdiler, Teletoviç peşpeşe üç 3'lükten sonra süre biterken sırtı çembere dönük halde Mirsad ensesinde solurken topu eline alıp, pivot hareketiyle dönüp dördüncü 3'lüğünü attığı anda bir daha hiç kaçırmayacaklar diye düşündüm.
Atan kazanıra döndü ve böyle olunca elbette TAU kazandı.
Şimdi Griçek'in değerini daha net anlıyoruz. Topu şuursuzca elden ele dolaştırırken, o topu çembere gönderebilecek en uygun pozisyonu kafasında oluşturup, ilk adımı atacak bir lider lazım. O görev Green'in değil Griçek'in.
Abdi İpekçi'de bu kadar kötü hücum ettiğimiz bir ilk periyot pek yoktur herhalde. Evsahibi olmanın avantajıyla oyuna hızlı bir giriş yaparsın, rakip henüz oyunu sertleştirecek kadar ısınmamış olur o sırada Mike Tyson girişi yaparsın maça ya. Yok, şuursuzca hücum ediyorduk. Ta ki Mrsiç girene dek.
Green kenardayken, hücum setlerimiz tıkanıyor, topu paylaştırmakta, doğru pozisyonda doğru eli bulmakta zorlanıyoruz diye düşünüyorduk ama son maçlarda bu sorunu Green sahadayken yaşamaya başladık. Aksine topu Preldziç ve Mrsiç getirince potaya daha çabuk bakıyor takım. Preldziç'in bu özelliği zaten var da kaptanda 40 ından sonra azıp, set hücumlarında bile penetre edip, uzunların üzerinden turnike atmaya başlayınca bu takımın esas guardı hafız Green mi yoksa Mrsiç veya Preldziç'mi diye düşünüyor insan.
Gerçekten çok kötü hücum ettik 1. periyotta. Skor şaşırtmasın, atılan 18 sayının 12'si pozisyon yokken, takım nasıl hücum edeceğine karar verememişken süre bitmesin diye potaya sallanan 3 lüklerden geldi.
Bayıltıcı derecede hareketsiz, Green'in önce topu sağındakine verip sonra alıp solundakine verdiği, hücum süresi bitene dek içeriyi hiç zorlamayan, ikili oyunları denemeyen bir şuursuzluk hakimdi.
Bereket atmaya başladı mı kıyamet kopsa çemberden topu geçirmekten vazgeçmeyecek adam Rakoçeviç henüz atmaya başlamamıştı. Tabii kısa skorerlerin belalısı Ömer Onan'ın bunda katkısı büyük.
2. periyotta işler değişti. Bu sene bir nevi ''azgın teke'' sendromu yaşayan kaptanın alışageldiğimiz 3 lük isabetleri dışında, penetreleri ve fast-break bitiricilikleri, hücum ribauntlarındaki başarı ve her topa el sokup ortada kalanları alma yürekliliğiyle adeta çoştu takım. Bu kadar tempo riskliydi tabii. Zira rakip TAU. Avrupa'nın en iyi hücumcularından. Atan kazanıra dönmemeliydi oyun. Savunma direnci, kaçan hücumlarda rakibe ribauntu vermeme versen de kolay aldırmayıp hızlı hücum yolunu tıkama, ve ellerin, yüreklerle bir olup çemberimizin etrafını karartılması atan kazanıra çevirmedi oyunu.
Ama 1. periyottaki şuursuzluk 3. periyotta kabus gibi çöktü üzerimize.
Rakoçeviç ve Teletoviç'in fişleri prize takılmayı unutulmuş yokediciler olduğu farkedildi sanırım. Hatayı giderdiler, Teletoviç peşpeşe üç 3'lükten sonra süre biterken sırtı çembere dönük halde Mirsad ensesinde solurken topu eline alıp, pivot hareketiyle dönüp dördüncü 3'lüğünü attığı anda bir daha hiç kaçırmayacaklar diye düşündüm.
Atan kazanıra döndü ve böyle olunca elbette TAU kazandı.
Şimdi Griçek'in değerini daha net anlıyoruz. Topu şuursuzca elden ele dolaştırırken, o topu çembere gönderebilecek en uygun pozisyonu kafasında oluşturup, ilk adımı atacak bir lider lazım. O görev Green'in değil Griçek'in.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder