2 Aralık 2008 Salı

Ne olmuş sana be abi



1998 yılı; potada müessese kulüplerinin egemenliğine dur diyecek yeni bir dream team denemesiyle gaz verdiğimiz bir sezon başlangıcıydı. Acayip cool ve karizmatik bir stile sahip ama o yıllar için ligimize fazla gelen NBA kariyerine karşın adeta bir cam bebek olan Abdul-Rauf''un transferi zaten ağzımızı açık bırakmıştı da, kötü başlayan sezonun asıl bombası Marko Miliç'in transferiydi.
Hangi gazete olduğunu hatırlamıyorum, spor sayfasının ücra köselerinde Sloven Marko Miliç ve Hırvat Goran Kalamiza Fenerbahçe'de diye bir haber okuyup, demek Slovenya'da Marko Miliç isminde başka bir oyuncu daha var diye ilk tepkiyi verdiğimi hatırlıyorum. Haberin devamında ''NBA grevi sebebiyle grev bitiminde NBA dönme şartıyla Fenerbahçe'ye transfer olan Miliç...'' gibi bir ibareyi okuduktan sonra o günün tarihinin 1 Nisan olmadığından emin olup Avrupa'nın en sevdiğim oyuncusunun kutsal formayı giyeceği ilk maçı, Zalgiris Kaunas maçını beklemeye başladık. Bu güne dek izlediğim en iyi Fenerbahçe maçlarından birisiydi. Büyülü eller değmiş gibiydi takıma, atmaya doyamayan, iştahla oynayan felaket coşkulu bir takım seyretmiştik. O yıllardaki İzmir ikametgahı sebebiyle televizyondan izlemeye çabaladığım ama son dakikalarını trt nin haber saati geldiği ve maç yayınını haber bülteniyle kestikleri için cümle trt yönetimine en galiz küfürleri savurmama sebeb olan maçtır o.
Bir çoklarına göre ''overrated'' bir oyuncudur Miliç. Harika atletik yetenekleri ve spektaküler hareketleri sebebiyle zamanının en fazla ümit vaadeden oyuncularından biri olmasına rağmen ne NBA'de ne de Avrupa'da sürekliliği olan başarılar yaşayamamış olması böyle düşünenleri haklı çıkartabilir belki ama basketbolun yürek hoplatan, neşeli yüzüydü o.
Yüzünde naif bir gülümsemeyle sakin sakin penetre ederken faul çizgisine ayak basıp 2-3 insan azmanı pivot üzerinden uçup smaç basması, ya da çizgi film kahramanları gibi yüksek postta pası aldığında ileri bir adım dahi atmadan uçuşa geçip potaya sakin sakin asılışıyla ben sadece onu seyretmek için bile maça giderim diye düşündürtürdü insana.
Yukarıdaki fotoğraftaki otomobil üzerinden smaç basma ve smaç yaparken potayı parçalama eylemleri de vardır unutmadıklarımız arasında.
Yazık ki, yabancı kısıtlaması sebebiyle pek az maç oynadı bizde. NBA grevi sonlanır sonlanmaz da Phoenix yolları göründü kendisine.
Mc Rea gibi onun da bu takımın başında gördüğüm en uyumsuz ve itici koç olan Halil Üner'le anlaşmazsızlıklar yaşadığı söylendi ama zaten Fenerbahçe ve Türkiye onun için geçici ikametgah adresiydi. Yine de onun Fenerbahçe basketbol sevdalılarıyla buluşmasına sebeb olan NBA grevine bir kez daha teşekkürler.




Geçenlerde yine yolumuz kesişti, bebek yüzlüyle. Sadece 30 yaşında olmasına karşın erken emeklilik günlerini yaşadığı Union Olimpija'nın Fenerbahçe'ye iki uzatma sonrası yenildiği maçta ilk 5 başladı maça. Çok değil 10 yıl önce insanüstü atletik yeteneklere sahip olan bir oyuncunun henüz 30 yaşında o götü- göbeği nasıl böylesine şişirmiş olduğunu şaşkınlıkla izledik. Gençliğinde de gürbüz bir hali vardı gerçi ama parkede ayaklarını sürte sürte zorla yürür hali şaşırtıcıydı. Ve hayallerimizin yıkıldığı an; bir fast-break de topu alıp boş turnikeyi buluyor Miliç, hayatımda gördüğüm en harika smaçların sahibi olan insanüstü yaratık, abi ölüsü yeter şimdi yapar yapacağını derken hayatımda gördüğüm en komik turnikeyi yerden 1 cm bile sıçramadan atıveriyor.
Uzun süreli sakatlıklar geçirdi falan ama şaşırtıcı atletik yeteneklere sahip bu harika yeteneğin parkeye ayakları yapışmışcasına oynar halini açıklamak pek mümkün değil.


Hiç yorum yok: