21 Mayıs 2010 Cuma
Seri başladı, vidalar sıkıldı
Normal koşullarda bomboş şutların bile çemberden geçmeye direndiği bu salonda bu kadar dağınık ve yardımlaşmadan hücum eden bir takımın bir çoğu çalışılmış, planlanmış hücum organizasyonlarına dayanmayan zorlama dış şutlarının nasıl bu kadar yüksek yüzdeyle girdiğine şaşırmalıyız; ama dünkü sıradışı hücum yüzdesini şans faktörü dışında açıklayacak etkenler var.
Maçın bitimine 4 saniye kala artık 10 küsür sayı fark varken ve maç kesin olarak kazanılmışken Rakoçeviç'in boş turnikesini engellemek için kendisini yerlere atan ve o hiç bir anlam ifade etmeyen son sayıyı engelleyen Ömer Onan'ın gözlerinde parlayan ateş anlatıyordu bu durumu. ya da hantallığı ve yumuşak oyunu sebebiyle eleştirdiğimiz Oğuz'un hücumda kaybettiği bir topun ardından topu geri kazanmak için yüksek posttan orta saha çizgisine doğru uçusu, hele savunma yapmayı bilmeyen Greer'in Thornton'u, Charles Smith'i savunmak için gösterdiği çaba özetliyordu dün neden kazandığımızı.
Sezon başında farklı galibiyetler alınırken, bu takım hakkında, kısa oyuncuların tempoyu arttırıp, kendinden zayıf takımlar karşında bireysel yeteneklerini önplana çıkartarak sonuca giden bir kimliğe bürünüyor değerlendirmesini yapmıştık.
Görünen şuydu; birincisi hücumda sadece paylaşmayı değil daha da önemlisi yardımlaşmayı hiçe sayan ve birebir oyunlarla potaya gitmeyi isteyen kısaların bu yetenek gösterilerine dayanan hücum tarzı git gide başıbozuk bir takım görüntüsü yaratacaktır ve bu durumun Tanjeviç'in basketbol felsefesiyle taban tabana zıt olması ortada büyük bir sorun olduğunun işaretidir. Belli ki takım hocanın takımı değil. Hem zaten hocada bu takımın hocası olmamalıydı.
İkincisi; bu takım için içeride tüm sezonun anlamı Efes'le oynanacak final serisiyken sezon boyunca mücadelesini esas olarak ortaya koyacağı, kendini sınayacağı arena Euroleague olmalıyken, uzun oyuncularının katkısını ribaunt ve savunmayla sınırlayan hücumlarda onları kısalarla yardımlaşmaya ve ikili oyunlara fazlaca taşımayan bu başıbozuk hücum düzeniyle ve en önemlisi alamet-i farikası atmak olan, atarak kazanan bir takımla Euroleague gibi sertlik düzeyiyle, savunma konsantrasyonu ve organizasyonlarıyla başka bir dünya olan Euroleague'de başarılı olmak mümkün değil.
Euroleague'de beklendiği gibi direnemedik. Sezonun yerel ligde neredeyse tek anlamı olan final serisi öncesi ise kaygılıydık. Zira, iyi oyuncular alıp kötü bir kadro kurmayı beceren yönetim zihniyetinin bir eseri olarak 3 yıl önceki, ön alan savunmasıyla rakibi yıpratan, onun tüm hücum planlarını alt üst eden ona gözdağı veren ve savunmacı, direnişçi kimliğiyle ön plana çıkan takımdan bu gün elde kalan hücumda topu eline alanın kendi oyununu oynamaya çalıştığı, yardımlaşma ve paylaşımın dibe vurduğu, savunmada konsantrasyonun ve fizik direnişin iyice zayıfladığı yumuşak ve kolay kaybeden bir takımdı.
Tüm sezon kötü hücum eden, hücumda yardımlaşmayı hiçe sayan bir takımın bu alışkanlıkları bir günde bırakıp final serisinin zorluk derecesine uygun olarak hareketli ve paylaşarak, uzunlardan maksimum verimi almaya çalışarak, en doğru şutu bulma düşüncesini öncelik haline getirerek hücum etmesini beklemek hayalcilik olurdu.
Yine de, sonuç olarak final serilerinde vidaların sıkılması, şampiyonluğu isteyen oyuncuların sahada yakacağı direniş ateşi işleri yoluna koyabilir diye düşünüyorduk.
İlk maç sonunda görünen şey, takımın sahanın ortasında bu ateşi yakışıydı. İlk yarıda 20'lere çıkan farkı başka türlü açıklamak mümkün değil, o zor çemberlere sahip salonda hiç olmadığı kadar yüzdeli atabilmenin bir sebebi de bu olmalı; kazanacağına inanmış olmak, kazanmak için parkeleri yiyecek kadar çaba göstermeye hazır olmak.
Final serisinin başladığı kadar kolay süreceğini düşünmeyelim. Bir kere hala kötü hücum ediyoruz. Bu yanlış kurulan kadronun sadece 1 tane oyun kurucusu var. Zorunlu olarak Greer'i orada oynattığınızda hem hücumda nefes almadan, plan yapmadan ve oyun kurmadan oynamak zorunda kalıyoruz hemde topu Greer'a potadan çok uzaklarda vererek onun verimini azaltıyoruz. Greer 1 numara oynarken dribling yapması gerekn yerlerde refleks olarak topu tutup potaya bakıyor ve o an tüm hücum düzeni bozuluyor.
Hücumlarda halen, içeriye top indirmek dışında uzunları hücum düzeninin içine sokamıyoruz. Pick n roll yapmadan, uzunların perdelemelerinden faydalanmadan Efes gibi yüksek konsantrasyonla savunma yapabilen bir takıma üstünlük kurmak zor.
Efes'in 4 kısalı oyununa karşı nihayet çözüm bulabildik. Hem de Vidmar ve Semih'le oynadığımız sürelerde. Burada savunmada hareketlilik kadar hücumda Vidmar'ın Efes'in tek uzununu arkasına alıp ısrarla Schumpert'ı içeri gömen Semih'e topu taşımasının rolü büyük. Vidmar'a kazma, akılsız gibi sıfatları hak görenler utansın.
Eğer seriyi şampiyon olarak noktalarsak bu durumda, Griçek'in gidişi ve Vidmar'ın dönüşünün önemli bir rolü olacaktır. Zira Griçek'in gidişiyle kısa rotasyonunda savunma zaafiyetli oyuncuları 5'er 10'ar dakikayla mutlu etme zorunluluğu ortadan kalkarken pota altında tam anlamda pis işlerin adamı olan Vidmar'ın dönüşü o bölgede direnci arttırdı. Yoksa dünkü Kasun'un karşısında direnmek Oğuz ve Semih için hayli zor olurdu.
Efes dünkü maçta bitmedi. Mutlaka 2. maçta daha dirençli ve hücumda tıkanıklıklarına çözüm bulan bir rakip çıkacaktır karşımıza.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder