10 Mayıs 2010 Pazartesi

Neresinden tutsan elinde kalan takımla finale


Erkek basketbolda yarı final serisi, sezon başında yanlış hamlelerle geçirilen transfer sezonunun ve dağınık, amaçsız, başıboş oynanan maçlarla geçirilen koca bir sezonun yarattığı defoların tüm açıklığıyla ortaya çıktığı bir maçla başladı.


Takımın normal sezondaki; boşvermiş, amaçsız, dağınık görüntüsü play-offların başlangıcıyla birlikte vidaları sıkılmaya başlanmış bir takım görüntüsüne doğru evrilmeye başladı.
Bornova serisi, vidalarını sıkmaya, işin ciddiyetini bilince çıkarıp oynamaya başlayan Fenerbahçe'nin bu haliyle normal olarak kolayca kazandığı maçlara sahne olmuştu.
Yine de, sezon boyunca özellikle savunma direnci ve zorluk derecesi yüksek maçları kazanma becerisi konusunda fazlaca kendini geliştiremeyen takımımız açısından Bornova serisindeki görüntü şampiyonluk konusunda ümitlenmemizi sağlamaya yetmedi.


Kendisinden daha zayıf ve dar kadroya sahip takımlara karşı oyunu hızlandırmayı becerdiği zaman kolayca kalite farkını ortaya koyan bir kadro var. Ama sezon başından bu yana oturtamadığı hücum düzeni bir kenara, zayıf ve dağınık savunmasıyla final serisi için hazır bir takım görüntüsü vermiyor. Sezon başında iyi oyuncular alıp kötü bir kadro kurmuş olmanın defolarıyla başa çıkmak kolay değil tabii. Bu defolar Euroleague'e kapasitemizin, beklentilerimizin çok altında bir sonuçla veda etmemize sebeb oldu. Muhtemelen Efes'le oynanacak final serisinde de, yanlış kurulan kadro en büyük handikabımız olacaktır.
Defoların en önemlisi; bu takımın 3 yıl içerisinde yaşadığı karakter değişimidir.


Herşeyden önce savunma direnciyle kazanma arzusunu sergileyen ve takım olarak hem hücumda hem de savunmada yardımlaşmayı en üst seviyede uygulayabilen bir ekip buharlaşıp giderken bugün elimizde kalan ancak yüksek tempoyu tutturabildiği zaman kadro kalitesinin farkıyla kendinden daha zayıf ekiplere üstünlük sağlayabilen, kazanma arzusunu sadece tempolu ve kolay sayı bulunabilen maçlarda sergileyebilen, bu görüntüsüyle sadece Türkiye ligi için iddialı olabilecek yumuşak ve sadece ''hücumcu'' sıfatını hakeden bir ekiptir.
Önemli bir başka defo ise bu takımın Euroleague'den çok erken elenmiş olması sebebiyle kendisini zorlayacak, geliştirecek türden maçları fazlaca oynayamamasıdır. Ki, zaten yukarıda anlattığımız gibi sadece yüksek tempoda ve geniş alanda oynadığında etkili olabilen bir takıma dönüşmekte bu durumundan önemli bir katkısı var.


Yanlış kurulan kadronun, rotasyonu verimli biçimde kullanmaya engel olması da önemli bir dert. Sezonun önemli bir bölümünde oyun kurucusuz oynayıp, hücum düzenini bir türlü oturtamamış takıma Ukiç gibi çabuk oynama becerisi dışında takım arkadaşlarını oynatmayı becerebilen ve savunma becerileri de yüksek bir oyun kurucu transferi koca sezon boyunca yönetimin yaptığı tek doğru hamleydi. Ama oyun kurucu konusunda hala büyük bir dert var. Bu takımın Ukiç dışında oyun kurucusu yok, bu durumda aslında bir oyun kurucuyla beraber 2 numara olarak oynadığında ve özellikle istediği tempoyu bulduğunda durdurulması çok güç olan Lynn Greer çok zaman Ukiç'in dinlendirilmesi için kullanılıyor.


Oyunu Greer gibi tek düşüncesi potaya ulaşmak olan bir oyuncuyla kurmak hem zaten hücum anlayışında takım olgusunu hiçe sayan, topu alanın hiç bir yardım almaksızın kendisine şut pozisyonu yaratmaya çalıştığı bir takımın hücum düzensizliğini içinden çıkılmaz bir karmaşaya sokuyor hem de Greer'in verimini azaltıyor. Greer'in refleksleri oynatmak üzere gelişmemiş ama en iyi savunmalar karşısında dahi ekmeğini taştan çıkartıp sayı bulabilecek müthiş bir silah. Onu oyunkurucu olarak oynattığınızda, rakibi darmadağın edebilecek olan silahınız sizin düzeninizi de dağıtabiliyor. Tabii bu durumda koçun değil oyuncuların takımı yönetiyor oluşu da önemli bir etken.


Hücum düzenin oturtulamaması ve yaşanan başıbozukluğun, hareketli ve özellikle de potaya yüzü dönükken durdurulması çok güç hücum silahları olan uzun oyuncularımızın verimli kullanılamamasının da önemli bir sebebi olduğunu söyleyebiliriz. Oysa hem Ukiç hem de Preldziç penetre yapmayı iyi bilen yaparken de rakip savunmanın yanlış kaymalarını görebilen çok zeki asistçiler. Ama hücum düzeni oturmamış, hücum setlerini iyice çalışmamış takım genelde bireysel olarak hücum ediyor.


Bu hücum düzensizliğiyle Banvit serisini de geçebiliriz ama Efes gibi takım savunması Eurolegue seviyesinde sınanmış bir ekibe karşı yardımlaşmalı, uzunların penetreleriyle kısalara koridor açıp, kısaların hareketli uzunları besleyebildiği hücumlara ihtiyaç duyacağız. Ama sorun tam da şu noktada düğümleniyor; tüm sezon boyunca topu elinde tutanın savunmacısını geçip kendine pozisyon yaratmaya çalıştığı garip bir düzensizlikle hücum eden takım bu alışkanlıklarından vazgeçip yardımlaşmalı bir hücum düzenine nasıl kavuşacak.

Bu takım Banvit serisini zorlansa da geçecektir. Kadro kalitesi de zaten bunu gerektiriyor. Ama bu kadar savunma zaafiyetiyle daha da önemlisi savunma yaparak maç kazanmayı düşünmeden oynamaya alışmışken final serisini kazanması için gerekli oyun karakterini bu kısa süre içerisinde nasıl kazanacak orası da soru işareti olarak kalacak.

Hiç yorum yok: