28 Mayıs 2010 Cuma

Şampiyonluk geliyor......


Birbirlerini çok iyi tanıyan ve tüm sezon bu seriyi bekleyen oyunculardan kurulu iki takım birbirinin aynısı senaryoyla başlayıp, sona eren maçlara izin vermiyorlar.
Serinin 3. maçında Fenerbahçe bu sezon en iyi yaptığı işi rahatlıkla yapıp; kısalarının tempoyu delice arttırmasıyla ve hızlı hücumlarla rakibinin savunması yerleşmeden sayılar bularak kazanmıştı.
4. maçta Efes Pilsen, final serileri dışında unutulan adam olan Sinan Güler'le başlayıp kontra hamlesini yaptı. Guarda yapılana baskıyla ve ilk 3 maçtakinin aksine hücum ribauntlarını kovalamaktan ziyade geriye çabuk koşmaya yoğunlaşan takım oyunuyla Fenerbahçe'yi sevmediği hücuma zorladılar. yerleşmiş, konsantrasyonu yüksek savunmalara karşı kısaların penetrelerinden öte hücumda yardımlaşmayı öne çıkartmak gerekiyordu Fenerbahçe için. Zaten böyle yapınca potaya yüzük dönük ve hareketliyken uygun pasları aldıklarında bunları sayıyla bitirme yüzdesi çok yüksek olan Fenerbahçe'li uzunlar takımın maçta kalabilmesini sağlıyorlardı.
Maçın başında, serinin durgun adamı Kerem'in sahne alışı ve Efes Pilsen'i Fenerbahçe karşısında hakim kılan oyun anlayışını, sabrederek, düşük tempoda, Fenerbahçe'yi uyandırmadan oynatmakta ısrar edişini gördük.
Buna karşılık Fenerbahçe iç sahada yapması gerekeni; daha ilk dakikadan itibaren rakibini bunaltacak ve buradan size ekmek yok mesajnı veren baskılı ön alan savunmasıyla başlayacak savunma sertliğini ve hızlı oyunlarla sonuca gidişini göremedik.
Burada; kısa bir paragrafı tribüne ayırmak lazım. Dile getirilmesi gereken, tepki gösterilmesi gereken bir mesele vardı. Buna karşı yapılan yapıldı. Ama 3. periyoda kadar tamamına yakını dolu tribünlerin maç üzerinde bu kadar etkisiz oluşu hiç bir şekilde açıklanamaz.Fark adım adım açılırken ne çalan düdüklere tepki gösterildi, ne de takımı ateşleyecek türden bir coşku vardı.
Sahada oynanan oyundan tamamen bağımsız, oyunda ne olup bittiğiyle ilgilenmeyen ve takım açısından kötü başlayan bir akşamda oyuna müdahale etmeyi düşünmeyen etkisiz bir performans vardı tribünlerde.
Ne zamanki, tribünler maçla, çalınan düdüklerle ilgilenmeye takımı savunmada direnç göstermeye sevketmeye başladı orada da maç zaten dönmeye başladı.
3. çeyrekte başlayan geri dönüş hakikaten muazzamdı.
O dakikalara kadar hem savunmada hem de hücumda berbat bir performans gösterirken bir anda rakibi üst üste bir kaç kez kendi yarı sahasından çıkmadan top kaybına zorlayacak dek iyi savunma herşeyi değiştirdi.
İyi ve baskılı savunma Fenerbahçe'nin istediği gibi tempolu oyunu getirdi, normal koşullarda rakip savunma yerleşmişken hücumda şuursuzlaşan takım, Preldziç'in ve nihayet Greer'in devreye girmesiyle Efes Pilsen savunmasını dağıttı. Tam takım hücumda tekrar aksamaya başlamıştı ki Vidmar'ın topla beraber Rakoceviç'i sahanın dışına yollayan bloğu geldi. Bu hareket, Fenerbahçe'nin bu maçı ne kadar çok kazanmak istediğinin ve kazanmak için neler yapabileceğinin işaretiydi.
Efes Pilsen korkutucu silahlara sahip bir takım dün akşam bir kez daha görduk bu gerçeği. Rakoceviç, Smith ne kadar iyisavunursanız savunun atabilecek oyuncular, Schumpert bence her ne kadar üst düzey bir oyuncu olmasa da onun neredeyse tek önemli özelliği Fenerbahçe'nin yıllardır çözemediği savunma zaaflarını cezalandıracak türden tepeden atışlardaki yüksek yüzdesi olunca bizim için tehlikeli bir eleman oluyor, Nachbar'ın müthiş bir şutör; yumuşak stili ve bileği, şut anında nefesini ve vücudunu doğru kullanıyor oluşu, soğukkanlılığı onu en az Rakoceviç ve Smith kadar tehlikeli kılıyor. Korkunç derecede iyi atabilen bir takım Efes ama aynı zamanda korkunç derecede kötü yönetiliyor.
Benim nazarımda, Nachbar ve Rakoceviç gibi iki büyük oyuncudan bu kadar az verim alınabilmesi hatta halen onları takımın asli unsurları arasına sokamamış olmak bile başlı başına bir koç yetersizliğidir.
Fenerbahçe tüm çarkları tıkır tıkır işleyen bir takım değil aksine yanlış kurulmuş bir kadronun defolarıyla başladığı final serisinde yürekli mücadelesinin örtmeye yetmediği açıkları gün gibi sırıtıyor.
Guard sorunu başlı başına bir dert; Ukiç geldiği günden bu yana özellikle takımın daha bilinçli hücum etmesini ve hücumda uzunları da oyunun içine sokan yardımlaşmalı oyunları daha çok oynamayı sağladı. Ama mücadele düzeyinin arttığı şu seride gördük ki tek başına asla yeterli değil. Bir kere bir guarddan beklediğimiz ölçüde sert ve baskılı savunmayla rakip guardın oyun düzeni dışına çıkmsını sağlayamıyor.
Vidmar'ın sahada olmadığı dakikalarda boyalı alan savunmasında zaaflar hala aynı şiddetiyle yaşanıyor, tepeden atılan üçlüklere çözüm bulunmasını beklemiyorduk öyle de oldu.
Rakip tempoyu düşürdüğünde ve savunmaya çabuk yerleştiğinde hücumda şuursuzlaşma başlıyor.
Fenerbahçe'nin bu defolarına rağmen Efes Pilsen hep aynı şeyleri deniyor. Hep iyi atıcılarından medet umuyor. Bu kaliteli kadronun kötü yönetiliyor oluşu bizim için bir şans. Ama seriyi buralara getiren en önemli faktörün rakibin kötü yönetiliyor oluşu olduğunu sanmamalı.
Aksine kötü ve başıbozuk geçirilen bir sezonun finalini vidalarını aşırı derecede sıkmış ve takım olmanın gereklerini sonuna dek ifa etmeye çalışan bir ekip var.
Hücum planlarına sezon boyunca bu derece uymaya çalıştıklarını hiç görmemiştik. Efes kısalınca içeriye top indirme ısrarı takdir edilmeli, takımın en kariyerli oyuncularından Greer'in ilk 3 maçta hiç alışık olmadığı türden az süreler almasına rağmen bu takımın parçası olmaktan hiç gocunmayıp son maçta önce atmayı değil attırmayı düşünerek yaptığı patlama da çok önemli, savunma direncini sürdürme ısrarı bu sezon hiç olmadığı kadar yüksek.
Bu takımın kötü geçirdiği bir sezonun finalinde şampiyonluğu kazanmak için kendi içinde yaşadığı değişim takdire şayan.

Hiç yorum yok: