4 Nisan 2010 Pazar

Rüyaları gerçekleştiren takım


2 yıl öncesine dek voleybol denen sporu seyretmekten zevk alabileceğimi düşünmezdim. Bir kaç kez, Fenerbahçe herhangi bir yerde çelik çomak dahi oynasa orada tribün yapmak lazım diyerek maçlara gitmişliğim vardır lakin tribünün her koşulda yüreğimizi ısıtması dışında bir tat almışlığımda olmadı sahada oynanan müsabakalardan.
İki takım arasına çekilmiş filenin, iki takım oyuncularının birbirleriyle fiziksel mücadeleye girişmelerini engelliyor oluşu bu oyuna hep uzak durmamın temel sebebiydi herhalde.
Voleybol oynayanlara hep anlamsızca bakarak bu hep aynı alanda stabil durarak oynanan oyundan ne keyif aldıklarını sorgular dururdum.
Çubukluyu sırtına geçiren her insan evladının peşinde destek adına ordan oraya koşturmayı seven bana şu iki takımı birbirinden keskin sınırlarla ayıran sporu; voleybolu 2 sezon önce Eczacıbaşı'na finalde kaybederken gözyaşlarına boğulan kızlar sevdirmişti.
Tüm sezon taraftarının kendisine gösterdiği sevgiye aynı duygularla mükabele eden ve hatta taraftarına besteler yapıp, tezahüratlar seslendiren; kendilerinden kat kat üstün bütçelerle kurulan takımlara karşı isyan eden bu takımın o sezon şampiyonluğu kaçırırken döktükleri gözyaşları en az diğer branşlarda kazanılan şampiyonlukların, başarıların yarattığı sevinç kadar değerliydi bizim için.
O gün takım sporları için geçerli olan şu gerçeği bir kez daha anlamıştık; Takım olmanın en önemli öğelerinden birisi birlikte kaybetmeyi becerebilmek, kaybedilen maçın sorumluluğunu ve üzüntüsünü birlikte taşıyabilmek, yaşayabilmektir.
O gün kaybettiklerinde akıttıkları gözyaşlarıyla kazanmayı ne kadar arzulamış olduklarını bize kanıtlayan sarı meleklerin bugünkü yenilmez armadanın harcını orada karmaya başladıklarını düşünmek yanlış olmaz sanırım.
Elbette, geçen yılın ortalarında takıma katılan ve yaratılan devrim niteliğindeki olayların mimarı olan Jan De Brant'ın hakkını vermek lazım. Takım sporlarında dağıldığınızda, planlarınızın işlememeye başladığını gördüğünüzde, eliniz ayağınız tutulmaya, inancınız sarsılmaya başladığında kenarda deneyimine, bilgisine ve kişiliğine güvendiğiniz bir koçun soğukkanlı, sevecen ve kendine güvenli müdahaleleri mucizeler yaratır. O hiç bitmeyeceğini düşündüğünüz düşüşler bir anda kesilir, takımın yenilendiğini, fizik olarak bir anda güçlendiğini, içinizdeki yenilgi korkusunu yok eden bir kazanma azminin birdenbire büyümeye başladığını görürsiniz.
İşte Belçikalı hocanın böyle bir etki yarattığını görebiliyorsunuz takımda.
Bu takımı kazanmayı bilen bir takımdan çok öte bir seviyeye çıkaran, geçen yıl deplasmanlı voleybol liginin kuruluşundan bu yana ilk kez müessese takımları dışında bir takımı şampiyon yaparak bir devrim yaratan bu yıl da memleket tarihinde ilk kez Avrupa'nın bir numaralı kupasını kazanmanın arefesine getiren şey kaliteden, kazanma azminden, takım olabilmekten çok daha ötesinde bir özelliktir. Bunların hepsini kapsayan ama bunların çok daha ötesinde bir şeyler var bu takımda; ilkleri yaratmayı, rüyalarımızın ötesinde duran başarıları yaşamayı kendilerine görev edinmiş gibiler.
Dün sahadaki herşey bu takımın aleyhine gelişti aslında. Ev sahibiyle oynamanın dezavantaj olabileceğini biliyorduk hatta tüm sezon maçlarını güle oynaya kazanan bir takımın özellikle maç 5. sete kalırsa bu gerilimle nasıl başa çıkabileceği konusu kafamızı kurcalıyordu ama bu kadar dağınık ve kendi kimliğinden uzak başladığı bir maçı özellikle de hiç alışık olmadığı şekilde kaybetmek üzereyken çevirmesi bu takımın her koşulda kazanabileceğini gösterip bugün kupa için daha fazla ümitlenmemizi sağladı.
Sezon başından bu yana, şampiyonlar liginde yeni bir takımız bu sezon biraz tecrübe kazanalım gibi ılıman sözler duymadık bu kızlardan, sabırsızlıkla sezon sonunda o kupayı bize getireceklerini günü bekliyor gibiydiler.
Bu alışıldık bir durum değil aslında. Hangi branşta olursa olsun takım sporlarında bu düzeyde; Avrupa'nın en iyi en üst düzey takımlarını biraraya getiren en prestijli en zor şampiyonasında mücadele eden takımlar için kadrosu ne kadar kaliteli olursa olsun, o düzeyde takım olarak deneyim kazanıp, gelenek yaratması final, şampiyonluk öncesi atlanılması gereken merhalelerdir.
Ama destansı yürüyüşleri seven sarı melekler için bu kural geçerli olmadı, onlar bildiğimiz, alışık olduğumuz takımlardan farklılar.
Üzerlerindeki formanın yüz yıllık geleneğindeki isyancı, başkaldırıcı ruhun vücut bulduğu bir takım oldular.

Her şeyden önce bu yüzden onları çok seviyoruz.

Hiç yorum yok: