21 Ekim 2009 Çarşamba

Olur mu Olur

Euroleague'de sezonu ligin kodomanlarından Barcelona'yla açıyoruz.

Euroleague'de önemli işler yaptığımız, değerli galibiyetler aldığımız ve artık Avrupa'nın bu en kaliteli ve en zor liginin zorluk derecesini kaldırabilen bir takım olabildiğimizi kanıtladığımız son 3 sezonda beceremediğimiz en önemli şey Euroleague'in zirvesindeki takımlarıyla oynanan 10'u aşkın maçtan 2'si hariç galibiyet çıkartamamış olmaktı.

Takımın Euroleague'de mücadele ettiği geride kalan 3 sezonda, deplasmandaki Partizan ve takımı çeyrek finale çıkaran maç olan İstanbul'daki TAU maçları dışında kendi sikletimizin üzerindeki takımlara karşı galibiyet alamamış olmak düşündürücü hatta bu maç öncesi de umut kırıcı olabilir ama yine de bu maç kazanılabilir.

Barcelona, Real Madrit'le beraber transfer döneminin en hızlı takımıydı. Geçen sezon bu kadar kaliteli bir kadro ve Euroleague'de final four hedefleyen bir takım için çok yetersiz bir koç diye küçümsenen Xavier Pascual başarılı bir sezon yaşadıktan sonra takımın başında kaldı ama kadroda yapılan önemli değişiklikler sonrasında henüz takımına derli toplu bir oyun karakteri verebilmiş değil.

Barcelona'yı İspanya süperkupasında ve ACB'nin geride kalan haftalarında gördük. Özellikle Lakoviç'siz oynadıklarında maçlarda tempoyu arttırıp, hızlı hücumlarla sayı bulamadıkları zamanlarda, hücumda sete yerleştiklerinde çok dağınık bir görüntü sergiliyorlar. Yerel liglerinde basketbol çok hızlı oynanıyor ve savunmalar Euroleague düzeyinde sert değil, bu sebeble savunmaya daha fazla önem verilen, oyunun daha sert oynandığı Euroleague'de bu konuda İspanya ligine oranla daha fazla sıkıntı çekeceklerdir.
Euroleague'in üst sınıf takımları arasında, İspanyolları yenebilmek PAO, CSKA gibi tüm dişlileri harika biçimde çalışan makinalara benzer takımları yenmeye göre daha olasıdır. Barcelona'nın oyuncu kalitesi ve derinlikli kadrosunu tartışmak bile anlamsız ama sadece onları değerlendirmeye aldığımızda onları yenebileceksek en uygun zaman Lakoviç'siz oyunlarıyla dağınık ve yeterince şuursuz oynadıkları bu zamandır diyebiliriz. Yalnız sorun şu ki; biz şu sıralar onlardan da dağınık ve bilnçsiz oynuyoruz.
Barcelona süperkupa finalinde de, oyunun sete yerleştiği maçın temposunun düştüğü ve özellikle de Real Madrit'in Prigioni önderliğinde oyuna nefes aldırdığı bölümlerde hep tıkandı. Lakoviç yokken organizasyon yeteneği olan, maç temposunu ayarlayan bir guarda sahip olmamanın sıkıntısını çekiyorlar. Viktor Sada'yı bu iş için kullandıkları oluyor ama onun düzeyi Euroleague'in çok altında kalıyor, Ricky Rubio ise topu rakip alana çok cabuk geçirip, mutlaka sayı olabilecek pozisyonları yaratan harika bir açık alan oyuncusu ama onda da savunmaya çabuk yerleşen ve yerleştimi de rakibine nefes aldırmayan savunmalara karşı başarılı olabilecek oyun zekasına ve tecrübeye sahip değil. Oyun yavaşlayınca sayı bulmak için tek seçenekleri Navarro'nun penetreleri oluyor ama onun içeriye dalmasına olanak sağlayacak yardımlar bile
yeterli olmuyor.
Ama buradaki kritik mesele bizim takımın, onların tekerine çomak sokacak türden düşük tempolu bir oyunu onlara kabul ettirebilecek sakinlikte oynayan, konsantrasyonunu hiç kaybetmeden ısrarla tempoyu koruyabilecek şekilde hücum ve savunma planlarına sadık kalabilen bir takım görüntüsü çizmemesidir.
Kinsey ve Lynn Greer zaten yeterince çabuk hücum eden, topu ellerine aldıkları anda mutlaka potayı düşünen oyuncularken Solomon'un Fenerbahçe'ye ara vermeden önceki 2 yılındaki oyununa, takımı oynatan, oyunun temposuna karar veren kimliğini yeniden kazanması belki bir çok sorunu çözecek ama onun bu kadar çok saçmalayıp, sürekli top kaybettiği, uzunların bir türlü istikrar sağlayamayıp bu kadar çok savunma ribaundu verdikleri bir ortamda Barcelona'yı yenebilmenin tek yolu olan onların hızını, temposunu düşürmeyi becermekte pek olası görünmüyor.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Bir geyiğin gerçeğe dönüşmesi


Fenerbahçe Zoran Erceg'le ilgileniyor dedikodusu bir internet geyiği olarak başladı zannediyordum. Sanırım bu konu o kadar çok konuşuldu ki taraflar birbirleriyle ilgilenmeye başladılar.
4 numaraya susamış Fenerbahçe'liler için şu an kim gelse Karl Malone muamelesi görür ama yine de Erceg bizim ihtiyacımız olan oyuncu mudur ? ve 6. yabancı oyuncuyu kadroya katmak doğru mudur ? sorularını sormadan olmuyor.
Öncelikle, yerel ligde 5 yabancı oyuncu sınırlaması varken 6. yabancı oyuncu tercihi risklidir. Zira Euroleague'de ve içeride farklı kadrolarla oynamak takım kimyası üzerinde bozucu etkiler yapabiliyor. Euroleague'de aldıkları süreler iyice kısalan yerli oyunculardan yerel ligde alacağınız verim düşebiliyor ya da zor maçların yükünü yabancı oyuncular çektikce o takımda zor zamanlarda maçları kopartıp almanızı sağlayacak aidiyet, savaşçılık gibi özellikler yumuşayıp, pörsüyebiliyor. Yine de koçun becerisi ve adaletli davranmasıyla bu sorunlar yaşanmayabilir.
Peki Erceg, bizim için doğru oyuncu mudur derseniz. orada durup düşünmek lazım. Bu yoklukta kadroya bir derinlik çeşitlilik getireceği yadsınamaz kaldı ki bu saatten sonra daha iyisini bulmak zor olurdu. Avrupa'da en iyiler ve kalbur üstü oyuncular zaten yerlerini bulmuş durumdalar, Real Madrit ve Barcelona gibi çuval dolusu transfer yapan takımların kadrolarında yapacakları traşlamadan bize faydası olacak oyuncu pek çıkmayacak gibi, Amerika'dan dökülecek oyuncuları beklemek bir tercih olabilirdi ama 4. numara tercihinde Tanjeviç'in kafasında yeni dünyadan gelecek uçan, kaçan, smaç yapıp şov yapan türden ama takım oyunundan bihaber, savunmada ve hücumda yardımlaşmayı pek önemsemeyen 4. numaralara yer yok.
Bu durumda, hem Euroleague tecrübesi olan hem basketbol tedrisatını Avrupa basketbolunda köklü bir geleneği olan Sırbistan'da almış hem de başarıya aç bir oyuncuyu tercih etmek doğru olabilir.
1985 doğumlu oyuncunun Olimpiakos'un genişten çok şişkin olarak değerlendirilebilecek kadrosunda gelişimi duraksadı ama hala kariyerindeki ikinci bir patlamayı yapabilir. Adriyatik'in son yıllardaki oyuncu fabrikası konumundaki takımı Zeleznik'le bir de Sırbistan kupası kazandıkları dönemde hayli iyi bir çıkış yapmıştı.
Yugoslav basketbolunun temel prensipleriyle eğitilmiş bir uzun oyuncu olarak, çabukluğu, yardımlaşmayı hem hücumda hem savunmada uygulamasıyla değerli bir takım oyuncusu. Yüksek post civarından iyi şut atar, pası ve driblingi 2.10'luk bir oyuncu için gayet iyidir.
Ama bu iyilerin yanısıra pota altı savaşlarına uzak durması, sertliğe pek dayanamaması gibi eksileride vardır.

13 Ekim 2009 Salı

İyi ama bu Tanjeviç'in takımı mı ?


Basketbol takımımızın, Teknosa kupası maçlarında oynanadığı tüm maçlardan galibiyetle ayrılması dışında geçen yıldan farklı olarak bilinçli ve hızlı hücum eder hali yüzümüzü güldürdü. Ama görünen o ki, bu turnuvadaki takım Tanjeviç'in aklındaki ve kalbindeki takım değil. Kanımca gelecek günler için asıl endişe etmemiz gereken mesele de bu olacaktır.

Geçen yılın ortalarından bu yana takım kadrosunun oluşturulması konusunda yönetim ile Tanjeviç arasında bir gerilim hadi tabir ağır kaçtıysa bir görüş farklılığı olduğu sır değil.

Yabancı oyuncu seçimleri konusunda Tanjeviç'in özellikle geçen yılki tercihleri açısından başarısız olduğu çoğumuzca kabul edilen bir gerçek. Keza Solomon ve sonrasında Lynn Greer transferlerinin Tanjeviç'in planlarında mevcut bulunan işler listesinde olmadığı da hepimizin malumu.

Topu kullanmayı ve özellikle de hücumlarda insiyatifi ele almayı, tempoyu delice arttırmayı bu kadar çok seven bir dolu kısa oyuncuya takım oyununu emanet edecek bir oyun anlayışı Tanjeviç'in kitabında hiç bir zaman yazmamıştır. Ama gelin görün ki, Teknosa kupasında geride kalan 3 maçtaTanjeviç'in kitabında yazan basketbol doğrularıyla hiçte paralel olmayan bir anlayışta; koşa koşa ve kısaların tempoyu hızlandırıp ipleri ellerine almasıyla oyunu domine ederek oynayan bir takım vardı sahada.

Tanjeviç'in son 2 yılda yabancı oyuncu transferleri konusunda doğru ve iyi tercihler yapmadığı ortada ayrıca geçen yıl özellikle Euroleague maçlarında düşük tempolu oyunda disiplinli ve konsantrasyonu yüksek savunmasıyla başarılı olup özellikle kısa oyuncuların kalite eksikliği sebebiyle yüksek tempoda bocalayıp, dağılması, hücumlarda şuursuz ve basiretsiz performansı ortadayken onun yanlış oyuncu seçimlerine müdahale etmek doğru gibi görülebilir. Ama bugünkü tabloda bir gariplik var.

Sahadaki takım belli ki onun takımı değil. Lynn Greer ve Kinsey gibi nefes almadan hızla hücum eden, Solomon gibi ayarı her an bozulabilecek ve Griçek gibi setleri onun üzerine yazmazsanız olmayacak dört top canavarı kısanın olduğu bir kadroya Tanjeviç'in tedrisatını kabul ettirmek zaten güç bir iş.

Zaten Tanjeviç'de muhtemelen Lynn Greer yerine oyuna nefes aldırmayı becerecek daha sakin ve topu daha fazla paylaşacak bir guard tercih ederdi.

Ama elbette Fenerbahçe'nin mevcut potansiyeli ve hedefleri doğrultusunda değerlendirildiğinde ''ölçü'' kabul edilebilecek maçlar değildi Teknosa kupasında oynananlar.

Bir kere oynanan 3 karşılaşmada da rakiplerin pota altı gücü bizim takımınkiyle kıyaslanınca hem fizik hem de kalite açısından hayli zayıftı.

Bir tek Banvit'in pota altı gücünün kuvvetinden bahsedilebilir ama onlarla oynanan maçta da Lance Williams kadroda yer almayınca pota altı gücü olarak çok düşük kalibreli takımlara karşı mücadele edildi.

Daha çok kısa oyuncuların kendi oyunlarını oynadıkları, hücumda Tanjeviç'in istediği türden yardımlaşmaların, özellikle uzunların aktif olarak katıldığı 2'li 3'lü oyunların yerine kısaların hızlı ve delici ve bireysel oyunlarının sergilendiği maçlar oynandı.

Bu tip maçlarda göze batmayan bir sorundur bu ama özellikle Euroleague maçlarında bu kadarçok kısaların temposuna ve bireysel oyunlarına güvenerek hücum planlarını yapan bir takımın o sert ve konsantrasyonu üst düzeyde savunmalar karşısında pek fazla başarılı olma şansı olmayacaktır.

Zaten uzunların fonksiyonunu savunma ve ribaunt gücü olarak sınırlayıp, hücumda onları atıl duruma atan bir anlayış Tanjeviç'in basketbol felsefesine asla sığmaz ama mesele kendisinin tercih etmediği çok da belli olan bu kadroya kendi tedrisatını benimsetip benimsetemeyeceği ile ilgilidir.

Basketbol takımımız için sezonun en kritik sorusu da şu anda bu gibi durmaktadır.


5 Ekim 2009 Pazartesi

Gracias a la negra mercedes

Lefter Ziyareti

Gençlerbirliği maçı öncesi gerçekleştirilen Lefter ziyaretinin fotoğrafları ve hikayesi Vamos Bien'den aymutlu arkadaşın kaleminden, objektifinden...

Geceden bir heyecan sardı yürekleri doğmuyor abi güneş doğmuyor, her zaman kalkmak istemediğim yatakta bu gece yatmak istemiyorum. beden bir an önce sabah olsun yola koyulalım heyecanı içinde, geceye inat uyumuyorum , uyuyamıyorum .ve havada ışık nihayet görünüyor hadi kalk gidiyorsun dercesine. hemen hazırlanıp yola koyuluyorum , yollar ıssız bomboş kimsecikler yok . kadıköye varıp arabayı park edip rıhtıma doğru hareketleniyorumyanıma yaklaşan bir büfeci çocuk abi bu gün fenerin maçımı var -evet , maç burdami abi -evet.salı pazarı iskele arası daha önce hiç bu kadar uzun gelmemişti bana git git bitmiyor . dilde bestelerle nihayet varıyorum iskeleye, henüz benden başka kimse gelmemiş bir bank üzerine oturuyorumLEFTER in hayalini kurarak. daha sonra Seenone (jr.barcode) yaklaşıyor yanıma ve başlıyoruz muhabbetehavada yağmur çiseliyor o an aklıma halı saha maçımız geldi inşallah diyorum öyle yağmur yağar.zaman yaklaştıkça herkez gelmeye başladı vapur saati yaklaştı artık adaya doğru yola çıkma zamanı geldivapur yanaşıyor en arkaya sıkışıyoruz hep beraber. herkezin karnı aç kimi poğaça kimi börek getirmiş yiyin abi yiyin ama çay yok kuru kuur olmazki, az ilerden bir ses çayları uzatın ileriye doğru oh sıcak sıcak çaylarda geldi keyfe diycek yok.vapur artık iskeleden uzaklaştı ve mabed takıldı gözümüze heryerden güzel görünüyor be abi.
Biz uzaklaştıkça mabed kayboluyor gözümüzden akşam gelicez haykırıcas sevgimizi diyemiyoruz.artık karınlar doydu son kalan poğaçalarıda atıyoruz martılara adeta birbirleriyle kavga edercesine doyuruyorlar karınlarını .zaman sessiz geçmez hareketlenmek gerek işte o an martılardan bir esinti geliyor dilimize inleyen nağmeler ruhumu sardı bilmiyorki orda hep şarkılar vardı , uçan kuşlar martılar .
Sonra kınalı ada limanda bir tekne görüyoruz adeta bizi beklermiş gibi öylece sallanıyor denizin üzerindedururmuyuz tabiki durmayız duramayız hemen giriyoruz besteyi, fener bahçe bayrağının gölgesi bize yeter , bazen sevinçli bazen kederli hayat seninle güzell.
nihayet büyük ada göründü hadi be vapur yanaş artık bırak bizi LEFTER in yanına gidelim. heyecanla ve istekle iniyoruz vapurdan dizlerimiz titreyerek . oracıkta açıyoruz dünden yaptığımız ver lefter'eyaz deftere pankartımızı, vapurdan inenler yanaşıyor yamacımıza bizde yürüyelim pankart ile birlikte diyerek.
hadi abi artık çıkalım iskeleden gidelim ordinaryus'un yanına .
sonra kınalı ada limanda bir tekne görüyoruz adeta bizi beklermiş gibi öylece sallanıyor denizin üzerindedururmuyuz tabiki durmayız duramayız hemen giriyoruz besteyi, fener bahçe bayrağının gölgesi bize yeter , bazen sevinçli bazen kederli hayat seninle güzell.

nihayet büyük ada göründü hadi be vapur yanaş artık bırak bizi LEFTER in yanına gidelim. heyecanla ve istekle iniyoruz vapurdan dizlerimiz titreyerek . oracıkta açıyoruz dünden yaptığımız ver lefter'eyaz deftere pankartımızı, vapurdan inenler yanaşıyor yamacımıza bizde yürüyelim pankart ile birlikte diyerek.
hadi abi artık çıkalım iskeleden gidelim ordinaryus'un yanına .
iskelden çıkıp adaya girdiğimiz andan itibaren neredeyse saraçoğlunda görmediğimiz kadar alkışlarla karşılaşıyoruz.inanın LEFTER in büyüklüğünü birkez daha anlatıyor bu alkışlar insana alkışlayan eller dert görmesin.

hadi abi ne taraftan gidiyoruz neresi abi hadi gidelim söylemleri arasında bir duraksama oluyor içimizi burkan heyecanımızı artıran bir duraksama bu, beyler LEFTER ile saat 4 de görüşüces.olsun zaman sevdamıza engel değil 4 de görüşürüz.hadi şurdan içicek bişiler alalım yukarda mesire alanları var gider otururuz, içicekler alınıyor yola çıkıyoruz adanın tepesine doğru yolda ilerledikçe yol yokuş ve at pisliklerinin kokusu insanın nefesini daraltıyor nefes almalar değişiyor geride kalanlar oluyor abi nerde siniz yürüyün biraz deniyor ön taraftan . oh be sonunda oturucak biyer bulupzamanın geçmezini bekliyoruz. burda yaklaşık üç buçuk saat konaklıyoruz sohbet muhabbet içilen biralar keyifler yerinde.
hadi arkadaşlar vakit geldi gidiyoruz toparlanın, o arada yağmur çiselemeye başlıyor oh be ne güzel istediğimde olduvamos seri bir şekilde toparlanıyor ve gidiyoruz limana doğru.
çiseliyen yağmur biraz hızlanmıştı artık iyice ıslanmaya başladık ama kafalar güzel yolda beste söylenmeden gidilmezdi başlıyoruz seviyorum seni bestesine.
ve ıslanmış bir halde varıyoruz limana az sonra lefter gelicek olum formayı imzalatalım lan birdaha ne zaman görücez lafları arasında işte o tarifsiz geçmesin bu an dediğimiz zamana geliyoruz.hemen makinalar çıkartılıyor fotoğraflar çekliyor, karşımızda lefter.
bizi karşıısında görünce çok seviniyor hoşgeldiniz çocuklar.
siz ıslanmayın ayakta durup yorulmayın diyoruz. dediği kelime şu sizde ıslanmayın çocuklar oturun ayakta durmayın oluyorişte o an kiminle olduğunu bir kez daha anlıyorsun .
sonunda ısrarlarımızı kırmayarak oturuyor bir sandalyeye ama çocuklar siz ıslanıyorsunuz diyerek. herkes elini öpmenin heyecanı içindeyiz bu isteklerimizide kırmıyor hepimize tek tek öptürüyor elini , çekilen fotoğraflar ve sohbet sonrası kendini fazla yormamak için yanındanayrılırken açıyoruz pankartımızı söylüyoruz bestemizi.
dillerden düşmez bu sevdayaşıyoruz her soluktalefter küçükandonyadisseninledir kalplerimiz. diyereköylece bize bakıyor çocuklar gitmeyin der gibi , gözleri ağlamaklı nemleniyor görüyoruz o an gidip sarılmak istiyorsun elden bişey gelmiyor. onun gözleri nemleniyor bizimkilerdehatta makine bile buğulu çekiyor fotoğrafı.


çok teşekür ederim elini öptürdüğün için , bizi kırmayıp yağmurlu havada limana kadar geldiğin için . Seviyoruz seni LEFTER KÜÇÜKANDONYADİS...






















2 Ekim 2009 Cuma

Supercopa 2009


Muhtemelen kıtanın en renkli ve keyif veren yerel ligi olan ACB'de sezon Supercopa'yla açılıyor.
Maçlar sezon boyunca ACB'yi de yayınlayacak TRT'de. Şifreli kanal manyağı olan bünyeler için iyi haber.
Supercopa önceki sezonun İspanya şampiyonunu, İspanya kupası sahibini, Avrupa'da en başarılı İspanya takımını ve organizasyonun düzenlendiği şehrin takımını bir araya getiren bir organizasyon.
Geçen yıl TAU kazanmıştı bu kupayı.
Bugün başlayacak maçlar için ilginç olan not şu; İspanya'nın en güçlü 3 takımı olan Real Madrid, Barca ve TAU ( yeni adıyla Caja Laboral ) öyle kadro revizyonlarına gittiler ki bu 3 takımda toplam 21 yeni oyuncu izleyeceğiz.
Takımlardaki değişiklikleri tekrar etmeye gerek yok aşağıdaki linkler takip edilebilir.
Ev sahibi Gran Canaria'nın işi zor.

http://tozluparkeler.blogspot.com/2009/08/al-de-alalm-messina.html
http://tozluparkeler.blogspot.com/2009/09/degisen-sadece-isim-degil.html
http://tozluparkeler.blogspot.com/2009/09/euroleaguede-grubumuzdaki-takmlarn-son.html

Maç programı şöyle;

2 Ekim Cuma 20:30 Regal FC Barcelona - Gran Canaria
23:00 Caja Laboral Baskonia (TAU) - Real Madrid

3 Ekim Cumartesi 20:00 Final maçı

En çok satan 3. forma


Dünaynın dört bir yanından basketbolseverler arasında en sevmediğiniz basketbol oyuncusu kimdir başlıklı bir anket düzenlense sıralamaya kesin gireceğini düşündüğüm isimlerin başında Pau Gasol gelir.
Gereksiz sertlik ve pislik yapar, rol keser, tiyatro oynar maçlarda. İtişip kakışması pozisyonunun gereğidir de, rakipleriyle ve rakip bencle diyalogları da itici kılar kendisini.
Ama gelin görün ki Avrupa'da en forması en fazla satan oyuncular arasında 3. sıradaymış kendisi.
1. sırada Kobe Bryant 2. sırada ise Kevin Garnett var.

1 Ekim 2009 Perşembe

Let's shoot the Sheriff



UEFA Avrupa ligi

FC. Sheriff - Fenerbahçe TSİ: 20.00