Bilet fiyatının benim için ilk kez dert haline geldiğini hatırlayışım 103 gollü şampiyonluğumuzun yaşandığı sezonun sonuna tekabül eder. Şampiyonluk maçı için yeni açığın kapılarına dayandığımızda o güne dek 4 lira olan yeni açığa girişin 11 lira olduğunu ( rakamlarda yanılıyor olabilirim ama üç aşağı beş yukarı böyle bir şeydi ) duyunca şoke olmuştuk. Maraton 22, Kapalı 33 lira olmuştu. O tarihe dek ne görülmüş ne işitilmiş fiyatlardı bunlar. Bizim gibi öğrenciler için olduğu kadar, tribünleri her maçta tıka basa dolduran kitlenin çoğunluğu için de ödenmesi çok güç rakamlardı yeni fiyatlar. Sadece bir maçlığına geçerli olacağını düşündük bu fiyatların, el mahkum tüm arkadaşlar cebimizdekileri topladık, 8-10 kişiye 3-4 bilet alıp turnikelere dayandık, 1 e 2 klasiğiyle daldık içeriye. Özel güvenliğin, elektronik turnikelerin, müşteriden olabildiğince fazla kar etme mantığının olmadığı günler ne de olsa.
5 sezon sonra yaşanan, gol rekorlarının alt üst edildiği şampiyonluğun sarhoşluğunu yaşayarak hafta içi oynanacak kupa yarı finalini bekliyoruz. Biletler yine 11, 22, 33 lira deniyor. Oha diyoruz, ama okulu kırıp gidiyoruz Kadıköy'e.
Efsane 1988-89 sezonunun sonları, o sezon her maçı tıklım tıklım tribünlere oynamışız, stada girebilmek için otobana uzanan sırada 6-7 saat beklemek artık alışılagelmiş bir olay. Şampiyonluğa susamış, arkayı fenerleyin espirileriyle densizlik yapanların dillerini bi taraflarına sokmaya ant içmiş taraftar her deplasmana binlerle değil on binlerle akıyor.
Bugün bile hala anlatılan stada giremeyenlerin panzerlerle bile dağıtılamadığı, tüm şehri istila eden 100-150 bin kişilik taraftar akını o sezona denk gelir. Ankara'da stada giremeyip panzerlerden sıkılan suyla sırıl sıklam olup, sokaklarda binlerce donuna dek ıslak taraftarın radyo başında maçı dinlediğini hatırlarım. O dönemler tribünlerde koltuk olmadığı için 70 bin kişi alan İzmir Atatürk stadını 70 binin çok üzerinde bir kalabalıkla doldurup dışarıda bizden daha kalabalık bir kitleyi dağıtmak için panzerlerle Fenerbahçe'li kardeşlerimize saldıran polise stadın beton merdivenlerini kırıp attığımızı da.
Kadıköy altıyoldan iskeleye inen cadde her maç sonrası insan seline uğrar trafik 1-2 saat kilitlenirdi.
Ama o gün stadın etrafı tüm bir sezonun aksine, havası alınmış balon gibi. Tadımız kalmıyor, zaten cepte para yok. Maratona tırmanıp girmeyi falan mı denesek diyoruz ama ortalık o kadar sakin o kadar boş ki yakayı kesin ele veririz.
Taraftar şoke olmuş, fiyatlar hepimizi şaşırtmış, dehşete kapılmışız bu fiyatlar buralarda kalırsa seneye napıcaz lan diye birbirimize soruyoruz.
''Oğlum Avrupa'da böyle, büyük takım olucaz'' laflarını ilk o zaman işittim herhalde, endüstriyel futbol diye bir şeyi duymamış olsam da endüstriyel futbolun beni dehşete düşürdüğü ilk anda o andır.
Sonrasında bilet fiyatları oralarda kaldı, diğerleri de bizimkileri izledi. Maça gitmek artık masraflı bir iş haline gelmişti. Ama bugün gelinen noktayla yine de kıyaslanamaz o günlerdeki fiyatlar.
Dipten gelen bir dalganın Fenerbahçe'yi nasıl sevdiğini, kitlelerin tutkuyla bağlı olduğu bu camianın ömrüm boyunca terketmeyeceğim, terkedemeyeceğim sevdam olduğunu düşünüp hep gururlanmışımdır.
Bugün gelinen noktada bu dipten gelen dalganın üzerinde yükselen, milyonların sevgisinden beslenen büyüklükten bahsederken duraksıyoruz. Ekonomik açıdan iyi yönetilmek, zengin kulüp olmak, modern tesislere ve stada sahip olmak, başarılı takım haline gelmek gibi kıstaslar revaçta. Alım gücü yüksek olanların eğlencesi haline gelme yolunda hızla ilerleyen futbol endüstrisi gerçeğinde alım gücü ne olursa olsun geniş halk kitlelerinin akınına uğrayan stadlardan bahsedemiyoruz.
Ödediği paranın karşılığında iyi futbol seyretmeyi düşünen değil, formasının hakkını vermesini beklediği futbolcularının sahada gücü tükendiğinde onları nefesiyle ileri iten, kalbi onlarla atan taraftarı günden güne eriten, futbol mabedlerinden uzaklaştıran bir sistem teslim alıyor futbolu.
Yıllar önce stadın önünde niteliğini anlamasam da irkilmeme sebeb olan endüstriyel futbol olgusu bugün ete kemiğe bürünmüş, plana programa kavuşmuş saldırıyor da saldırıyor.
Futbolun bu derece para etmesinin en temel sebebi, takımlarına tutkuyla bağlı milyonlardır kuşkusuz. Ama git gide sokağın dinamiklerinden uzaklaştırılan, alım gücü yüksek kitlelere satılan bir eğlenceye dönüştürülen futbol endüstriyel gücünü de geniş kitlelerden ve sokaktan kopartıldıkça kaybetmeye yüz tutacaktır bence.
Canımız sıkılıyor elbet. Onlarca yıldır bildiğimiz, sevdiğimiz, yaşadığımız, hayatımızın her anında iliklerimize kadar içimizde hissettiğimiz bir kültür öldürülüyor.
Takımdan bir diriliş sezonu yaşamasını bekliyoruz. 88-89 gibi mesela, Parreria dönemi gibi ya da 2000-01 sezonu gibi. O sezonların en temel ortak özelliklerinden birisiydi, takımın adelelerinde güç kalmadığında, geriye düşüp umudu kırıldığında, kazanacağına dair bir ışık görmediğinde tribünlerin adeta sahaya inip Fenerbahçe yenilmez gerçeğini haykırıp, gitti denilen maçları döndürmesi. Tıklım tıklım olmaktan öte takım iyi oynarken coşan değil, yenilgiyi hiç bir zaman kabul etmeyen ve ölü takımı dirilten taraftar diriliş sezonlarının olmazsa olmazıdır. Ama sezon başlarken en ucuz bileti % 25 zamla 55 tl yapan bir yönetim taraftarı kombine almaya teşvik etmek, daha iyi transferler için para kazanmak, modern stada yakışan paralı taraftarı stada çekmek ya da benzer gerekçeleri düşünürken bu konuda hiç zihin çalıştırmıyorsa üzüntümüz ve kaygımız kat be kat artar.
Geçen yıl zaten tribünlerin kalbine kalbine saplanmıştı bıçaklar. Sezon sonunda öpüşüldü, barışıldı falan ama gel gör ki pek bir mesafe katedilememiş.
5 sezon sonra yaşanan, gol rekorlarının alt üst edildiği şampiyonluğun sarhoşluğunu yaşayarak hafta içi oynanacak kupa yarı finalini bekliyoruz. Biletler yine 11, 22, 33 lira deniyor. Oha diyoruz, ama okulu kırıp gidiyoruz Kadıköy'e.
Efsane 1988-89 sezonunun sonları, o sezon her maçı tıklım tıklım tribünlere oynamışız, stada girebilmek için otobana uzanan sırada 6-7 saat beklemek artık alışılagelmiş bir olay. Şampiyonluğa susamış, arkayı fenerleyin espirileriyle densizlik yapanların dillerini bi taraflarına sokmaya ant içmiş taraftar her deplasmana binlerle değil on binlerle akıyor.
Bugün bile hala anlatılan stada giremeyenlerin panzerlerle bile dağıtılamadığı, tüm şehri istila eden 100-150 bin kişilik taraftar akını o sezona denk gelir. Ankara'da stada giremeyip panzerlerden sıkılan suyla sırıl sıklam olup, sokaklarda binlerce donuna dek ıslak taraftarın radyo başında maçı dinlediğini hatırlarım. O dönemler tribünlerde koltuk olmadığı için 70 bin kişi alan İzmir Atatürk stadını 70 binin çok üzerinde bir kalabalıkla doldurup dışarıda bizden daha kalabalık bir kitleyi dağıtmak için panzerlerle Fenerbahçe'li kardeşlerimize saldıran polise stadın beton merdivenlerini kırıp attığımızı da.
Kadıköy altıyoldan iskeleye inen cadde her maç sonrası insan seline uğrar trafik 1-2 saat kilitlenirdi.
Ama o gün stadın etrafı tüm bir sezonun aksine, havası alınmış balon gibi. Tadımız kalmıyor, zaten cepte para yok. Maratona tırmanıp girmeyi falan mı denesek diyoruz ama ortalık o kadar sakin o kadar boş ki yakayı kesin ele veririz.
Taraftar şoke olmuş, fiyatlar hepimizi şaşırtmış, dehşete kapılmışız bu fiyatlar buralarda kalırsa seneye napıcaz lan diye birbirimize soruyoruz.
''Oğlum Avrupa'da böyle, büyük takım olucaz'' laflarını ilk o zaman işittim herhalde, endüstriyel futbol diye bir şeyi duymamış olsam da endüstriyel futbolun beni dehşete düşürdüğü ilk anda o andır.
Sonrasında bilet fiyatları oralarda kaldı, diğerleri de bizimkileri izledi. Maça gitmek artık masraflı bir iş haline gelmişti. Ama bugün gelinen noktayla yine de kıyaslanamaz o günlerdeki fiyatlar.
Dipten gelen bir dalganın Fenerbahçe'yi nasıl sevdiğini, kitlelerin tutkuyla bağlı olduğu bu camianın ömrüm boyunca terketmeyeceğim, terkedemeyeceğim sevdam olduğunu düşünüp hep gururlanmışımdır.
Bugün gelinen noktada bu dipten gelen dalganın üzerinde yükselen, milyonların sevgisinden beslenen büyüklükten bahsederken duraksıyoruz. Ekonomik açıdan iyi yönetilmek, zengin kulüp olmak, modern tesislere ve stada sahip olmak, başarılı takım haline gelmek gibi kıstaslar revaçta. Alım gücü yüksek olanların eğlencesi haline gelme yolunda hızla ilerleyen futbol endüstrisi gerçeğinde alım gücü ne olursa olsun geniş halk kitlelerinin akınına uğrayan stadlardan bahsedemiyoruz.
Ödediği paranın karşılığında iyi futbol seyretmeyi düşünen değil, formasının hakkını vermesini beklediği futbolcularının sahada gücü tükendiğinde onları nefesiyle ileri iten, kalbi onlarla atan taraftarı günden güne eriten, futbol mabedlerinden uzaklaştıran bir sistem teslim alıyor futbolu.
Yıllar önce stadın önünde niteliğini anlamasam da irkilmeme sebeb olan endüstriyel futbol olgusu bugün ete kemiğe bürünmüş, plana programa kavuşmuş saldırıyor da saldırıyor.
Futbolun bu derece para etmesinin en temel sebebi, takımlarına tutkuyla bağlı milyonlardır kuşkusuz. Ama git gide sokağın dinamiklerinden uzaklaştırılan, alım gücü yüksek kitlelere satılan bir eğlenceye dönüştürülen futbol endüstriyel gücünü de geniş kitlelerden ve sokaktan kopartıldıkça kaybetmeye yüz tutacaktır bence.
Canımız sıkılıyor elbet. Onlarca yıldır bildiğimiz, sevdiğimiz, yaşadığımız, hayatımızın her anında iliklerimize kadar içimizde hissettiğimiz bir kültür öldürülüyor.
Takımdan bir diriliş sezonu yaşamasını bekliyoruz. 88-89 gibi mesela, Parreria dönemi gibi ya da 2000-01 sezonu gibi. O sezonların en temel ortak özelliklerinden birisiydi, takımın adelelerinde güç kalmadığında, geriye düşüp umudu kırıldığında, kazanacağına dair bir ışık görmediğinde tribünlerin adeta sahaya inip Fenerbahçe yenilmez gerçeğini haykırıp, gitti denilen maçları döndürmesi. Tıklım tıklım olmaktan öte takım iyi oynarken coşan değil, yenilgiyi hiç bir zaman kabul etmeyen ve ölü takımı dirilten taraftar diriliş sezonlarının olmazsa olmazıdır. Ama sezon başlarken en ucuz bileti % 25 zamla 55 tl yapan bir yönetim taraftarı kombine almaya teşvik etmek, daha iyi transferler için para kazanmak, modern stada yakışan paralı taraftarı stada çekmek ya da benzer gerekçeleri düşünürken bu konuda hiç zihin çalıştırmıyorsa üzüntümüz ve kaygımız kat be kat artar.
Geçen yıl zaten tribünlerin kalbine kalbine saplanmıştı bıçaklar. Sezon sonunda öpüşüldü, barışıldı falan ama gel gör ki pek bir mesafe katedilememiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder