26 Şubat 2009 Perşembe

Helvaya dönmek


Kupada yarı finalde elenmenin ardından, Euroleague'e 1 gün erken dönebilmenin iyi olduğunu düşünmüştüm ama Efes karşısındaki dağınık ve dirençsiz oyun özellikle de Griçek'in dönüşü sonrası yeni bir boyut kazanan şuursuzca hücum etmek aklımı iyice karıştırmıştı.

Esasen henüz sezon başında kadro kurulurken aklımı kurcalayan temel sorun şuydu. Geçen yılın takımının temel karakteristik özelliği baskılı dış alan savunmasıyken bunu rakiplere kan işeterek yapan takımın dış oyuncularından 3 ünü birden gönderip yerlerine onlar gibi sert ve baskılı savunma yapamayan 3 oyuncu alırsanız bu tedbil nasıl bir alt üste yol açar.

Sezon başından bu yana takımın istikrarsız görüntüsünün altında bu sorunun da ciddi ciddi etkili olduğunu düşünüyorum. Aslında Euroleague'de zor deplasmanlarda rakibi uyuta uyuta oynanan bir tempoyu oturtup maç sonlarını başabaş götürüp sonlarda darbeyi vurduğu deplasman maçlarında takım adına umutlanmadık değil. Badolona ve Cibona deplasmanlarında bu şekilde alınan galibiyetler hem ümit telkin edici hem de pek değerliydi.

Ancak bu galibiyetlere rağmen özellikle tempolu oyunun gerektiği iç saha maçlarında takımın günden güne daha şuursuz hücum ediyor oluşu hep can sıkıcı oldu. Dün Cibona karşısında yine bu ne yaptığını bilmeden topu dolaştırıp, süre dolarken allah ne verdiyse sallamak hali artık bu takımın bir hafıza değil bit guarda sahip olması gerektiğini tartışmasız biçimde ve bir kez daha gösterdi.

Mahmut Uslu bir süredir ''Solomon'un gitmesini biz istemedik, sezon başında Mc Intyre'a transfer teklifinde bulunduk, Kerem'i bizde istedik ama Efes'e gitti'' falan diyerek Green'in Euroleague'deki hedefler için yetersiz olduğunu kabul eder açıklamalar yapıyor ama Tanjeviç'in dominant guard istemediği saha içinde topu herkese eşit biçimde dağıtacak ve insiyatif almak yerine her koşulda kendi çizdiği setlerin dışına çıkmayacak bir guarddan yana tercihini kullandığı için Green'de bu kadar ısrar ettiği de bir gerçek.

Elbette dünkü berbat oyunun tek sorumlusu, Euroleague düzeyinde bir guarda sahip olmamamız değil. Ama bir kalemde Solomon-Kinsey-White üçlüsüyle yollarınızı ayırdığınızda bu üç oyuncunun Ömer Onan'la birlikte geçen yılki takımın temel karakteristiği olan ön alan savunmasının temel taşları olduklarını, bir anlamda takımın omurgasını oluşturduklarını hesaba katmayıp onların sertliğinde olmayan dış oyuncuları tercih ederseniz dünkü kırılgan, dağınık takımın hali şaşırtıcı olmamalı.

Bu takımın kötü oynamaya, hele de Euroleague'de farklı yenilmeye hakkı var elbette. Her kötü sonuçtan sonra yabancı haklarımızın ikisi niye 3-4 yıl sonra üst düzey oyuncu olabilecek Emir'le Vidmar'dan yana kullanıyoruz diyenlerle de aramıza kalın ayrım çizgilerini çekelim, son 1-2 yıldır özellikle Yunan ve Rus takımlarının şişirilmiş dev bütçelerle dengeleri sarstığı Avrupa basketbolunun bu en üst düzey liginde onların bütçeleriyle başa çıkamayacağınıza göre başka bir yol bulmanız gayet doğal. Temel olarak kariyerinin zirvesinde, birbirleriyle sorun yaşamadan bu dirençli ve finalleri iyi oynayan takımın temel taşlarını oluşturan tecrübeli yerli oyuncularla henüz gelişim süreçlerinin başlarında olmalarına rağmen Euroleague'in bile hatırı sayılır pota altı gücünü oluşturan gençlerin oluşturduğu kadro ve sürekli alttan gelicek oyuncularla kadro kalitesinin sürekliliğini sağlama.

5 yabancı hakkınızı bu düzeyde size sınıf atlatacak oyuculardan yana kullanma şansınız da hele de fiyatlar böylesine çıldırmışken hiç yok. Tutulan yol doğrudur ama geçen yılki takımı bu sezon özellikle tempolu maçlarda böyle helva gibi dağılan bir forma sokmanın sorumluluğu da bu yolu tuttururken alkışı hakedenlere aittir.

He dünkü maç için hafifletici sebebler sıralanabilir. Zagrep'te düşük tempoda afallayıp nedeyse hiç atamayan Cibona'nın her attığının girmesi, hiç bir savunma hamlesinin akı dışı şutların girmesine engel olamaması, Griçek'in dönüşü sonrası hücum planlarının henüz oturmaması, Preldziç'in bu şaşırtıcı derecede formsuz günlerinde bir de Smith'in sakatlığı falan. Ama eğer bu bahanelerin ardına sığınacak olursanız, Green'in bugüne dek oynadığı tüm Euroleague maçlarında top çaldığından dem vurup ön alan savunmamız yeterli derseniz bu harika kadronun günden güne yumuşak ve dağınık bir takım olma yolunda gidişine, erezyonuna müdahalesiz kalırsınız.

3 yorum:

PVH dedi ki...

tozlu parkeler papazincayiri'na yaptigin yorumu takdirle okudum. Blogun da cok guzel. papazincayirin'da amator branslara daha fazla ilgi gostermeye calisiyoruz ama ben yurtdisinda oldugum icin takip edemiyorum, aramizda sadece Fatih yaziyor. Eger aramiza katilip yazmak istersen guzel olurdu, bizim blog amator branslarla istedigimiz seviyede ilgilenemiyor. Eger bu blogu sadece basketbola ayirmak istiyorum diyorsan o da mantikli tabii ki, link veriyorum simdi bloguna.

Saygilar

tozlu parkeler dedi ki...

Yorumun için teşekkürler PVH. Bu bloğun genel içeriğinin fenerbahçe basketbolu olması, dilinin, düsturunun ise başarı dönemi taraftarlığının değil aşık olduğu renkleri şampiyonluk günleri kadar yenilgi günlerinde de yalnız bırakmayan gönülden taraftarlığın aynası olmasına çabalıyorum. Zaten spor sergide filizlenen fenerbahçe basketbol taraftarlığının köklerinde yıllar boyu kılpayı kaçan şampiyonlukların hüzünleriyle büyüyen bir sevgi olduğunu düşünüyorum.
Papazın çayırına da elimden geldiğince basketbol konusunda katkı yapmaya seve seve uğraşırım.

PVH dedi ki...

Tabii ki, sadece yorum olarak degil yazi yazarak da katkida bulunmak istersen e-mail adresini papazincayiri'ndaki e-maila gonderirsen yazar olarak da eklerim seni.