3 günlük maratonun 2. gününde havlu attık. Kaybetmek her zaman üzücüdür, finale çıkabilseydik, kısıtlı kadrosuyla 2 gün içinde yapabileceğinin maksimumunu yapan Erdemir'i geçer kupayı da alırdık düşüncesi üzüntüyü katlıyor ama Çarşamba günkü Cibona maçının önemini düşününce de bu turnuvamsı şeyden 1 gün erken dönmek kardır diye düşünmüyor değilim.
İlk gün çok kolay bir galibiyet oldu, sadece tüm maçı skor olarak önde götürdük diye söylemiyorum bunu. Telekom'un kazanmak için oyunun iki yönünü de oynaması gerektiğinden bihaber olmasından bahsediyorum. Geçen yılın iyi hücum eden, tempolu oynayıp, çok atan takım bu yıl savunma ve maç kazanma direnci noktalarında iyice ipi una sermişe benziyor. Fenerbahçe gibi artık Euroleague seviyesinde bir takıma karşı ise hep koşup, hep atıp, savunma ve sertlik yapmadan, topu kazanmak için savaşmadan maç kazanmak mümkün değil.
El-Amin, Blakney değişikliği ve pota altında Asım Pars takviyesiyle geçen yıla göre daha dengeli oynayacak bir takım olmasını beklediğm Telekom beni yanıltıyor.
Telekom karşısındaki rahat galibiyetin git gide özüne dönüş yaşamaya başlayan Efes 'e karşı oynanacak yarı final maçı için hiç bir şekilde ölçü olamayacağının farkındaydım. Ama yine de bu kadar kötü ve ne yaptığını bilmeden hücum edeceğimizi de düşünmemiştim. Geçen yılın hücum takımı oluyoruz denemesinin yarattığı travmadan sıyrılmaya başlayıp bildiğimiz sert ve kazanmayı bilen Efes olma yolunda adım atmaya başlayan rakip karşısında 60 sayıda kalmak zaten sezon başından bu yana Euroleague maçlarında başgösteren hücumda şuursuzlaşmanın tepe noktasına vardığımızı gösteriyordu.
Griçek'in dönüşü sonrası artık bileğine güvenebileceğimiz bir şutörümüz var, hücumda insiyatif alacak, setleri olgunlaştıracak elimiz o diyorduk ama hayallerin gerçeğe dönüşmesi zaman alacak belli ki.
Bu takımın hücumda en iyi yaptığı iş uzunları hareket halinde yüzü potaya dönükken, onlara top indirebilmek, özelikle 4 ve 5 numaralar arasındaki pas trafiği durdurulması güç bir hücum silahı. Ama öncesinde top oralara gelmeden hücum süresini dış oyuncuların ne yapacağını bilmeden harcaması, şuursuzca topu birbirlerine verip geri almaları ciddi bir sorun. Domestik ligde pek yaşanmasa da Euroleague'de sezon başından bu yana bu sorunu yaşıyoruz. Şimdi bu sorun, hücum sıkışınca topu Griçek'e emanet edip oyunu seyre geçmek olarak yeni bir boyuta taşınıyor, onun akıl dışı son saniye sayıları Telekom karşısında iş gördü ama Efes gibi daha sert takımlar karşısında bir dünya yıldızı bile böylesine akıl dışı one-man-show la sayı bulamıyor işte. Aynı CSKA ve Siena maçlarında yaşadıklarımız gibi.
Aklıma yine şu soru takılıyor; geçen yılın takımının temel karakteristik özelliği baskıcı ön alan savunmasıyken bu işi yapan 4 oyuncudan 3'üyle yolunuzu ayırırsanız ortaya ne çıkar.
İlk gün çok kolay bir galibiyet oldu, sadece tüm maçı skor olarak önde götürdük diye söylemiyorum bunu. Telekom'un kazanmak için oyunun iki yönünü de oynaması gerektiğinden bihaber olmasından bahsediyorum. Geçen yılın iyi hücum eden, tempolu oynayıp, çok atan takım bu yıl savunma ve maç kazanma direnci noktalarında iyice ipi una sermişe benziyor. Fenerbahçe gibi artık Euroleague seviyesinde bir takıma karşı ise hep koşup, hep atıp, savunma ve sertlik yapmadan, topu kazanmak için savaşmadan maç kazanmak mümkün değil.
El-Amin, Blakney değişikliği ve pota altında Asım Pars takviyesiyle geçen yıla göre daha dengeli oynayacak bir takım olmasını beklediğm Telekom beni yanıltıyor.
Telekom karşısındaki rahat galibiyetin git gide özüne dönüş yaşamaya başlayan Efes 'e karşı oynanacak yarı final maçı için hiç bir şekilde ölçü olamayacağının farkındaydım. Ama yine de bu kadar kötü ve ne yaptığını bilmeden hücum edeceğimizi de düşünmemiştim. Geçen yılın hücum takımı oluyoruz denemesinin yarattığı travmadan sıyrılmaya başlayıp bildiğimiz sert ve kazanmayı bilen Efes olma yolunda adım atmaya başlayan rakip karşısında 60 sayıda kalmak zaten sezon başından bu yana Euroleague maçlarında başgösteren hücumda şuursuzlaşmanın tepe noktasına vardığımızı gösteriyordu.
Griçek'in dönüşü sonrası artık bileğine güvenebileceğimiz bir şutörümüz var, hücumda insiyatif alacak, setleri olgunlaştıracak elimiz o diyorduk ama hayallerin gerçeğe dönüşmesi zaman alacak belli ki.
Bu takımın hücumda en iyi yaptığı iş uzunları hareket halinde yüzü potaya dönükken, onlara top indirebilmek, özelikle 4 ve 5 numaralar arasındaki pas trafiği durdurulması güç bir hücum silahı. Ama öncesinde top oralara gelmeden hücum süresini dış oyuncuların ne yapacağını bilmeden harcaması, şuursuzca topu birbirlerine verip geri almaları ciddi bir sorun. Domestik ligde pek yaşanmasa da Euroleague'de sezon başından bu yana bu sorunu yaşıyoruz. Şimdi bu sorun, hücum sıkışınca topu Griçek'e emanet edip oyunu seyre geçmek olarak yeni bir boyuta taşınıyor, onun akıl dışı son saniye sayıları Telekom karşısında iş gördü ama Efes gibi daha sert takımlar karşısında bir dünya yıldızı bile böylesine akıl dışı one-man-show la sayı bulamıyor işte. Aynı CSKA ve Siena maçlarında yaşadıklarımız gibi.
Aklıma yine şu soru takılıyor; geçen yılın takımının temel karakteristik özelliği baskıcı ön alan savunmasıyken bu işi yapan 4 oyuncudan 3'üyle yolunuzu ayırırsanız ortaya ne çıkar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder