9 Mart 2009 Pazartesi

Nihayet Galibiyet


''Bu maç normal sezon değil final serisi maçıdır.''



Her iki takımın koçu da hafta boyunca oyuncularına bunu söylemiş olmalı. Fenerbahçe'nin maçı kazanmak için felaket derecede agresif oynayacağını düşünüyorduk zaten. Ergin Ataman'da bu beklentiyle kirli bir silah kullanmayı kafasına koymuş. Daha ilk hücumda kendini parçalarcasına hakemlere saldırması pek çirkindi.



Oyunu sertleştirip, direnç noktalarını fiziksel temaslar üzerine kuracak rakibinin basketbola dair hamlelerine karşı direnç noktalarını hakemlere baskı kurup maçın sertliğinin dozajını faul düdükleriyle düşürmek üzerine kurmak çabası işlemedi pek. Rakıya buz koymaya benzemiyor bu iş, maçın sertliğini böyle kolay yumuşatamazsın.



Efes'li oyuncular amatör tiyatro oyuncuları gibi hareket edip faul almak için kendilerini yerlere atarken bizimkiler topa sahip olmak için parkenin üzerine atıyorlardı kendilerini. Ve birden hiç beklemediğimiz kadar farklı bir skoru yakalayıverdik. Sonrasında frene basıp, savunma direncini hep üst düzeyde tutup düşük tempoyla hücum ederek 10-15 lerdeki farkın kolay kolay kapanamayacağı türden bir oyun formatının maça egemen olmasını zorlamak çok akıllıca bir hamleydi. Ama farkı azaltmak için 4 kısaya dönen Efes'e karşı hücumda belki de en iyi yaptığımız işin peşinde koşmamak yani 4-5 arasında ikili oyunlarla sayı bulmak için topu oralara taşımayı becerememek maçı zora soktu. Maçın gidişine göre sahada insiyatifi eline alacak bir dominant guardın, iyi huylu laf dinleyen çocuk Green'den farkı da buralarda ortaya çıkıyor işte.



Green demişken, hakkını yemeyelim son maçlarda iyi atıyor, daha fazla insiyatif alıyor. Ama olabileceği zaten bu kadar. Oyun kurucunuzun karakteri takıma yansıyor. Euroleague'de final four hedeflerinden sözeden bir takım o hedefleri gerçekleştiren takımların 10 da 1 i bütçelerle yola çıkıyorsa o düzeylerde tutunabilmek için sertliğini, kazanma azmini hiç kaybetmeyen bir takıma ve öncelikle karakteri kazanmak olan bir guarda ihtiyaç duyuyor.


Kazanılmış bir maçın kaybediliyor oluşuna ilk isyan Rasim'den geldi. Üst üste hücum fauller aldırıp, ortalığı karıştıracak pis hamleler yapınca maçın başındaki Ömer Onan'ın bu maç bizim diyen haykırışına ortak oldu. Kerem'le Kaya'nın onu oyundan attırışları okulda arkadaşından dayak yiyen çocuğun ertesi gün okula babasını getirmesi gibi bir sahneydi. Hem sert oynayacaksın hem de sürekli şikayette bulunacaksın. Yakışmadı. Kaldı ki, Rasim'den önce o her pozisyonda dirseğini kullanan Kaya'nın soyunma odasının yolunu tutması gerekiyordu.


Neyse ki kazandık. Ama Efes'i yendik diye bu takımın yetersizliklerini görmemek olmaz. Tamam hücumda bu kez sapıtmadık, topu Griçek'e teslim edip kenara çekilme garipliği yoktu takımda. Şuurlu hücum ettik, doğru şutları aradık. Efes gibi pota altı hayli kuvvetli ve sert oyunculardan kurulu bi takıma pota altında üstünlük kurduk, Green ve Smith bu kez faydalı oynadılar.

Ama geçen yıla göre oyun karakterimizin toptan değiştiği iyice ortaya çıktı. Artık iyiden iyiye düşük tempoyla rakibin hızını kesip, oyununu baltalayan bi takım haline geldik. Sezon başından beri Solomon-Kinsey-White 3 lüsünün gönderilmesinin takımın temel karakterini değiştireceğini düşünüyordum. Artık bu durum ayan beyan ortada. Savaşçı, iyi savunma yapan bir takımız ama şampiyonlukla sonlanan son 2 sezonun o hem sert ve iyi savunmacı hem de tempolu oyunda iyi hücumcu özellikleri olan takım artık yok. Bu kadro kalitesiyle de zaten o gözlerinden ateş fışkırarak oynayan takımı yaratamazsınız.





Hiç yorum yok: