16 Eylül 2010 Perşembe

Fiba 2010'da kimden ne bekledik ne bulduk 1; Ponkrashov & Rubio



Bu iki arkadaşı aynı başlık altında değerlendirmemim sebebi bundan bir kaç sezon öncesinde her ikisinin de Avrupa basketbolunun en iyi guardlarının halefleri olarak gösterilmelerine karşın gelinen noktada kendileri hakkında büyük umutlar besleyenleri bir türlü tatmin edememiş olmalarıdır.
Rubio Badalona yıllarında; çabukluğu, yarı sahayı katetme becerisi, saha görüşünün derinliği gibi doğal yeteneklerine ek olarak uzun kolları ve zaman zaman sergilediği inatçı savunma performanslarıyla çok kişi tarafından Diamantidis'in veliahtı tahtına oturtulurken, ondan önceki jenerasyonun umut vadeden isimlerinden Anton Ponkrashov ise bir guard için uzun sayılabilecek boyu ve saha görüşünün derinliği sebebiyle Papaloukas'ın halefi olarak ilan edilmişti. Hatta CSKA Moskova forması giydiği yıllarda ardında beklediği Yunan oyuncudan çok şeyler öğreneceği düşünülürdü. O yıllarda kendisi için Rusların Papaloukas'ı diyenler bile herhalde bu dünya şampiyonasından sonra onun Papaloukas'la aynı formayı giydiği yıllarda salefinin oyun zekası ve insiyatif kullanma becerilerinden hiç nasiplenemediğini düşünmüşlerdir.
Ardımızda bıraktığımız Dünya şampiyonası, Diamantidis'in milli takımı bırakıp artık parkelere veda zamanının yavaş yavaş yaklaştığı, Papaloukas'ın yaşının iyice kemale erdiği bu günler için onların yerini bu ikilinin yavaş yavaş dolduracağı öngörülerini boşa çıkarmış görünüyor.
1990 doğumlu Ricky Rubio'nun hem geçen yaz oynanan Eurobasket'teki performansı hem de bu Dünya şampiyonasındaki etkisiz oyunu onun kariyerinde önemli fırsatların kaçışı olarak değerlendirilse de doğal yetenekleri ve özellikle hızlı, tempolu basketboldaki becerileri gözönüne alındığında ondan halen gelecekte çok büyük bir oyuncu olacağını beklemek mümkün.
Geçen yaz hem uzun süreli bir sakatlıktan sonra fizik olarak hem de NBA'e gitti, gidecek beklentileri altında mental olarak hazır olmadan katıldığı şampiyonada tam bir hayalkırıklığı yarattıktan sonra en azından şimdilik kariyerini Avrupa'da devam ettireceği belli olunca Barcelona formasıyla ACB'de çok başarılı bir sezon geçirmişti.
Oyun koşarak oynandığı, üzerine baskı kurulamadığı periyotlarda topu karşı tarafa çok çabuk geçirip fast-breakleri çok etkili biçimde organize edebilen, kafasını oyuna verdiğinde savunma becerilerini de üst düzeyde sergileyebilen bir oyuncu olduğunu kanıtladı. Oyun zekası övgüye değer ama onun için sorun oyunun temposunun düşüp takımı sete yerleşerek hücum etmek zorunda olduğunda başlıyor. Aslında oyun zekasının gelişmişliği ve soğukkanlılığını genellikle koruyabilen bir oyuncu oluşu gözönüne alınca ondan sadece koşarken değil durmak zorunda olduğunda da takımını doğru hücum ettirebilmesini beklemek yanlış olmaz ama halen seleflerindeki olgunluğa erişebileceğine dair bir ışık yakamadı.
ACB'de iyi bir sezon geçirmişken, takımı Barcelona'nın final periyodunda maçları tempoyu düşürerek ve fizik mücadeleyi öne çıkararak oynayan Caja Laboral karşısında dağılmasında onun temposuz ve sete set oynanan oyunlardaki yetersizliğinin de payı büyüktü.
Dünya şampiyonasında da benzer bir görüntü çizdi, tempo arttıkça ve açık alanda hücum etme şansı buldukça yine çabukluğu ve asist yeteneğini konuşturdu ama frene bastıktan sonra sanki tüm yeteneklerini kaybediyor gibi. Şampiyona boyunca 9 maçta forma giyip 226 dakika sahada kalarak 40 sayı atarak 46'da asist yapmış ama öyle bir istatistiği varki neden bir türlü üst düzey bir guard olamadığının sebebini haykırır gibi. % 12 3 sayılık atış isabetiyle oynamış ve 9 maçta sadece 2 kez 3 sayılık atış isabeti bulabilmiş. Şutu bu kadar kötü olan bir guardın Dünya şampiyonluğunu hedefleyen bir takımın 1. tercihi olması ve takımını hedeflerine taşıması pek mümkün gibi durmuyor.
şut tehtidi yaratamayan bir guardın rakip savunma yerleştikten sonra savunmanın dengesini bozacak oyunları oynatabilmesi de çok zorlaşıyor.
Yine de onun için halen sıçrama yapabileceği fırsatları bulacağını düşünebiliriz oysa Ponkrashov'un Rubio'dan 4 yaş büyük olduğunu ve selefi diye düşünülen Papaloukas'la bir dönem aynı takım forması giymiş olmasının dışında tek benzerliğinin yerden yüksekliği olduğunu defalarca gösterdiğini düşünürsek artık uluslararası turnuvalar öncesinde Ponkrashov bu kez patlama yapar mı acaba diye düşünenlerin sayısı da hayli azalacaktır.
Ponkroshov'da Rubio gibi şut tehtidi yaratamayan bir guard ama Rubio'da olan insiyatif alma becerisi onda yok. Bir guard için uzun sayılabilecek boyu ve seyreklikle denediği penetreleri sonrasında potaya yaklaştığında topu çemberden geçirebilme yüzdesinin yüksekliğine bakarak bu fizksel özellikleriyle bu delici hücumları neden daha fazla denemiyor diye düşünüyor insan. Ama onda ne zaman ne yapacağını bilemeyen bir hal varki bu derece insiyatif almaktan uzak bir oyuncudan Papaloukas olmasını beklemek hayalcilikten öteye gitmeyecektir.

Hiç yorum yok: