21 Eylül 2010 Salı

Her mahalleye bir pota


Mevzuya canarino kardeşimizle uyanıp, Şurada duyurmuştuk.
Destek örgütlenmeye devam ediliyor, şu bloğa yolu uğrayanlardan mevzuya küçük bir el atmalarını rica ediyoruz.

Euroleague ön eleme maçları B grubu




Diğer gruptaki denk güçlere karşın bu grubu Khimki domine edecek gibi görünüyor.
Geçtiğimiz yıl Euroleague'deki ilk sezonu için ciddi paralar harcayıp oldukça iddialı bir giriş yapan Rus ekibi TOP 16'ya çıkmasına karşın orada tutunamamıştı. Rus takımlarının klasik hastalığına tutulup önce yüksek rakamlı kontratlar yapıp sonra da maddi sıkıntılar içerisine girince Euroleague'deki ilk sezonları hayli sıkıntılı geçti.
Ama buna rağmen yatırımı kesmeyip devam ediyorlar.
Geçtiğimiz yıl, kariyerinin önemli bölümünü ACB'de geçirmiş olan koç Scariola ve 2 İspanyol guardı Cabezas ve Raul Lopez önderliğinde hızlı, tempolu basketbol oynayan Rus ekibi bu yıl iki iyi guardından Cabezas'ı kaybetti. CSKA'dan Planinic ve Valencia'dan çok hareketli bir hücumcu ve keskin bir şutör olan Kelati'yi aldılar ama yine de Cabezas'ın oyun zekasını arayacaklardır.
Siena'nın savaşçılarından Benjamin Eze ve Dinamo Moskova'dan Sergy Monya diğer transferleri.
Bu grubu bizim için ilginç kılan Banvit'in Euroleague'e katılacak 3. Türk takımı olma şansını kovalayacak olması. Geçen sezon Euroleague'de kendinden beklenenin üzerinde performans gösterip vatandaşı PAO'ya TOP 8 yolunda çelme takan Maroussi'nin katılım hakkından feragat etmesi sonrası Ukrayna temsilcisi Budivelnyk'in doğrudan üst tura çıkacağı grupta Banvit ilk turda Avrupa'da eski günlerini arayan Le Mans'la karşılaşacak, Le Mans'ı geçmeleri durumunda yine bir başka Fransız Asvel ve Karadağ'lı Buducnost eşleşmesinden gelecek takımla oynayacaklar. Asvel geçen yıl Euroleague'e iddialı biçimde hazırlanmış olsa da skor gücü zayıf, atletik ama şutu kötü oyunculardan kurulu takımıyla hayal kırıklığı yaşamıştı. Fransız basketbolunun temsilcilerinden bu yılda fazla bir şey beklememek lazım. Bunun yanısıra Avrupa basketbolunun önümüzdeki yıllarda çıkış yapması beklenen ülkelerinden Karadağ'ın temsilcisi Buducnost'un genç kadrosuyla sürpriz yapması beklenebilir.
İnatçı ve oyun disiplininden kopmayan Karadağ'lılar bence Khimki'den sonra bu grubun favorisidir.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Euroleague ön eleme maçları A grubu


Euroleague'de grup maçları öncesi, gruplara katılacak son 2 takımı belirleyecek eleme maçları bugün başlıyor. İki grupta üçer tur oynanacak ve her iki gruptan birer takım Euroleague gruplarının bu sezonki 31. ve 32.katılımcıları olacaklar.
Euroleague grupları için son vagona atlamak isteyen takımları oldukça zorlu bir yol bekliyor.
A grubunda yer alan takımlar B grubu takımlarına oranla güç olarak birbirlerine daha denk gibi görünüyor.
A grubunda ilk eşleşme, Fransız Chorale Roanne ve Alman Alba Berlin arasında. Geçen yılın Eurocup finalisti Alba Berlin gerçek liginin Euroleague olduğu düşüncesinde ve yeni transferleriyle bu ligde mücadele edebilmek için kalifiye olabilecek bir kadro oluşturmuş gibi görünüyorlar. Geçen yılın takımını neredeyse baştan aşağı değiştirdiler.
Geçen yıl, Eurocup finalinde kaybettikleri Valencia'nın guardı Marko Marinoviç ve eski oyuncuları Amerikalı Hollis Price'ı aldılar. Takımın en yaratıcı oyuncusu konumundaki, çok hareketli ve ritmini bulduğunda durdurulması güç ve agresif bir hücumcu olan Jenkins'i de bu rotasyonun içinde sayarsak ön eleme grupları içerisindeki diğer takımlara kıyasla hatırı sayılır güçte bir guard rotasyonuna sahip oldukları söylenebilir.
Geçen yıl bizim buralarda Antalya'da oynayan Famerling'i ve bir 3 numara için oldukça sert ve güçlü bir fiziğe sahip olan, Kızılyıldız'da son bir kaç yıldır sergilediği başarılı performansla Euroleague takımlarının sürekli olarak ilgisini çeken Dragicevic'i de kadrolarına kattıklarını düşünürsek Alba Berlin'in Euroleague'e katılmak için ne kadar iştahlı olduğunu anlayabiliriz.
Albatrosların, kendisinden çok daha düşük bütçeli Chorale Roanne'ı geçmesi sürpriz olmayacaktır. Hatta sonraki iki eşleşme sonrası gruplara kalan takım olmalarıda...
Grubun ilgi çekici bir eşleşmesi ise son yıllarda Adriyatik liginin oyuncu yetiştirme fabrikası gibi çalışan Sırbistan temsilcisi Hemofarm ve İsrail basketbolunun yeni nesil ümit vaadeden oyuncularını kadrolarında barındıran Hapoel Gilboa arasında.
Hemofarm, Sırbistan ve Adriyatik liginin zorlu ve sert atmosferinde son 3 yılda ikisi Sırbistan biri Adriyatik liginde olmak üzere toplam üç final oynamış bir takım. 2007'de 19 yaş altı Dünya Şampiyonası'nı kazanan Sırbistan'ın altın jenerasyonunu oluşturan takımda onların yetiştirdiği Milan Macvan ve Stefan Markovic vardı bu oyuncuların yanısıra Petar Bozic, Boban Marjanovic gibi Sırp basketbolunun yeni nesil yıldızları Hemofarm'da yetişti. Euroleague'de mücadele ettikleri taktirde bu oyuncu fabrikasının çok daha verimli çalışacağını tahmin etmek güç değil.
Kazan ve Alba Berlin'den birisinin bu gruptan çıkacağını beklerken Hemofarm'ın aradan sıyrılıp yetenekli gençlerini Euroleague arenasında görücüye çıkarmaları ihtimalini de gözardı etmemek lazım.
Bu grupta, ilk turda en kolay kurayı çeken takım ise Unics Kazan oldu. Rusya liginde Khimki'yle beraber CSKA'ya kafa tutan Tatarların bu sezon için kurdukları kadroya bakarsak Euroleague'e katılmayı ne kadar önemsediklerini anlarız. Kariyerinde 2 Euroleague şampiyonluğu bulunan eski CSKA'lı guard Zakhar Pashutin'i kadrolarına katarken uzun rotasyonu için Euroleague takımlarından oyuncular almayı başardılar Maccabi'den Lasme ve Partizan'da özellikle geçen yıl önemli bir gelişme kaydeden Vranes'i aldılar. Rakiplerinin basketbolla pek ilgisi olmayan bir ülkeden Hollanda'dan olmasına bakarsak ilk turu rahat geçerler diyebiliriz. Hatta bir üst turda grubun diğer ayağında Hemofarm ve Alba Berlin birbirleriyle karşılaşırken onlar Çek temsilcisi Nymburk ve Belçika temsilcisi Spirou Basket'ten biriyle oynayacaklar. Bu iki takımında Kazan karşısında tutunabilmeleri güç görünüyor.

Affet bizi Naci amca...


Kadıköy'de bir maç günü. Bir gün önce, hayatını Fenerbahçe'ye hasretmiş, bizden önceki ve bizim nesile olduğu gibi bizden sonraki nesillere de Fenerbahçe'nin tarihini öğretecek cümleleri en güzelinden kurmuş bir insan Naci Barlas bu dünyadan göçüp gitmiş.
O maç gününün yaşandığı oyun alanında geçmişten bugüne yaşanan tarihi, Fenerbahçe'nin halk kitlelerinin kalplerinde taht kuruşunu an be an anlatırken her daim gözleri dolmuş bir büyük Fenerbahçe'li o gün ne kulüp tarafından ne de tribünleri dolduran Fenerbahçe taraftarı tarafından hatırlanmadan çekip gitti bu dünyadan.
Ne bir anma ne bir pankart...
Gelinen nokta budur, emeği geçenlere lanet olsun...

17 Eylül 2010 Cuma

Şırnak'ta Basketbol İçin ...

Şu aşağıdaki satırlar fenerbasket.com dan alıntıdır. Maddi manevi desteğe gerçekten ihtiyacı olan insanların çağrısına ses veren insanlar bir adım atıyor. Destekçisiyiz...

''Değerli kardeşimiz Barış Gerçeker, NTVSpor'a bir yazı yazıyor.

http://ntvspor.net/yazar/baris-gerceker/187/2010-hayali

Daha sonra bu yazıya gelen bir yorumu, blogunda paylaşıyor.

http://cizgiden-cikaran.blogspot.com/2010/09/srnaktan-mektup-var.html

Akabinde bir diğer saygıdeğer basın insanı S. Serdar Gürel de kendi sitesinde konuyu duyuruyor.

http://www.pota6.com/2010/09/15/sirnaktan-mektup-var/

Fenerbasket olarak, "Bu işler duyulur da durmak olur mu" diye düşünerek, bu sabah erken, Haymana ovasında bir garip kuş öterken, bu anlamda payımıza ne düşecekse yapmaya karar verdik.

Türkiye'de basketbolun ve sporun gelişmesi bu tip işlerin yapılmasından geçiyor. Naçizane bir çaba! ''

16 Eylül 2010 Perşembe

Fiba 2010'da kimden ne bekledik ne bulduk 1; Ponkrashov & Rubio



Bu iki arkadaşı aynı başlık altında değerlendirmemim sebebi bundan bir kaç sezon öncesinde her ikisinin de Avrupa basketbolunun en iyi guardlarının halefleri olarak gösterilmelerine karşın gelinen noktada kendileri hakkında büyük umutlar besleyenleri bir türlü tatmin edememiş olmalarıdır.
Rubio Badalona yıllarında; çabukluğu, yarı sahayı katetme becerisi, saha görüşünün derinliği gibi doğal yeteneklerine ek olarak uzun kolları ve zaman zaman sergilediği inatçı savunma performanslarıyla çok kişi tarafından Diamantidis'in veliahtı tahtına oturtulurken, ondan önceki jenerasyonun umut vadeden isimlerinden Anton Ponkrashov ise bir guard için uzun sayılabilecek boyu ve saha görüşünün derinliği sebebiyle Papaloukas'ın halefi olarak ilan edilmişti. Hatta CSKA Moskova forması giydiği yıllarda ardında beklediği Yunan oyuncudan çok şeyler öğreneceği düşünülürdü. O yıllarda kendisi için Rusların Papaloukas'ı diyenler bile herhalde bu dünya şampiyonasından sonra onun Papaloukas'la aynı formayı giydiği yıllarda salefinin oyun zekası ve insiyatif kullanma becerilerinden hiç nasiplenemediğini düşünmüşlerdir.
Ardımızda bıraktığımız Dünya şampiyonası, Diamantidis'in milli takımı bırakıp artık parkelere veda zamanının yavaş yavaş yaklaştığı, Papaloukas'ın yaşının iyice kemale erdiği bu günler için onların yerini bu ikilinin yavaş yavaş dolduracağı öngörülerini boşa çıkarmış görünüyor.
1990 doğumlu Ricky Rubio'nun hem geçen yaz oynanan Eurobasket'teki performansı hem de bu Dünya şampiyonasındaki etkisiz oyunu onun kariyerinde önemli fırsatların kaçışı olarak değerlendirilse de doğal yetenekleri ve özellikle hızlı, tempolu basketboldaki becerileri gözönüne alındığında ondan halen gelecekte çok büyük bir oyuncu olacağını beklemek mümkün.
Geçen yaz hem uzun süreli bir sakatlıktan sonra fizik olarak hem de NBA'e gitti, gidecek beklentileri altında mental olarak hazır olmadan katıldığı şampiyonada tam bir hayalkırıklığı yarattıktan sonra en azından şimdilik kariyerini Avrupa'da devam ettireceği belli olunca Barcelona formasıyla ACB'de çok başarılı bir sezon geçirmişti.
Oyun koşarak oynandığı, üzerine baskı kurulamadığı periyotlarda topu karşı tarafa çok çabuk geçirip fast-breakleri çok etkili biçimde organize edebilen, kafasını oyuna verdiğinde savunma becerilerini de üst düzeyde sergileyebilen bir oyuncu olduğunu kanıtladı. Oyun zekası övgüye değer ama onun için sorun oyunun temposunun düşüp takımı sete yerleşerek hücum etmek zorunda olduğunda başlıyor. Aslında oyun zekasının gelişmişliği ve soğukkanlılığını genellikle koruyabilen bir oyuncu oluşu gözönüne alınca ondan sadece koşarken değil durmak zorunda olduğunda da takımını doğru hücum ettirebilmesini beklemek yanlış olmaz ama halen seleflerindeki olgunluğa erişebileceğine dair bir ışık yakamadı.
ACB'de iyi bir sezon geçirmişken, takımı Barcelona'nın final periyodunda maçları tempoyu düşürerek ve fizik mücadeleyi öne çıkararak oynayan Caja Laboral karşısında dağılmasında onun temposuz ve sete set oynanan oyunlardaki yetersizliğinin de payı büyüktü.
Dünya şampiyonasında da benzer bir görüntü çizdi, tempo arttıkça ve açık alanda hücum etme şansı buldukça yine çabukluğu ve asist yeteneğini konuşturdu ama frene bastıktan sonra sanki tüm yeteneklerini kaybediyor gibi. Şampiyona boyunca 9 maçta forma giyip 226 dakika sahada kalarak 40 sayı atarak 46'da asist yapmış ama öyle bir istatistiği varki neden bir türlü üst düzey bir guard olamadığının sebebini haykırır gibi. % 12 3 sayılık atış isabetiyle oynamış ve 9 maçta sadece 2 kez 3 sayılık atış isabeti bulabilmiş. Şutu bu kadar kötü olan bir guardın Dünya şampiyonluğunu hedefleyen bir takımın 1. tercihi olması ve takımını hedeflerine taşıması pek mümkün gibi durmuyor.
şut tehtidi yaratamayan bir guardın rakip savunma yerleştikten sonra savunmanın dengesini bozacak oyunları oynatabilmesi de çok zorlaşıyor.
Yine de onun için halen sıçrama yapabileceği fırsatları bulacağını düşünebiliriz oysa Ponkrashov'un Rubio'dan 4 yaş büyük olduğunu ve selefi diye düşünülen Papaloukas'la bir dönem aynı takım forması giymiş olmasının dışında tek benzerliğinin yerden yüksekliği olduğunu defalarca gösterdiğini düşünürsek artık uluslararası turnuvalar öncesinde Ponkrashov bu kez patlama yapar mı acaba diye düşünenlerin sayısı da hayli azalacaktır.
Ponkroshov'da Rubio gibi şut tehtidi yaratamayan bir guard ama Rubio'da olan insiyatif alma becerisi onda yok. Bir guard için uzun sayılabilecek boyu ve seyreklikle denediği penetreleri sonrasında potaya yaklaştığında topu çemberden geçirebilme yüzdesinin yüksekliğine bakarak bu fizksel özellikleriyle bu delici hücumları neden daha fazla denemiyor diye düşünüyor insan. Ama onda ne zaman ne yapacağını bilemeyen bir hal varki bu derece insiyatif almaktan uzak bir oyuncudan Papaloukas olmasını beklemek hayalcilikten öteye gitmeyecektir.

7 Eylül 2010 Salı

Türkiye- Slovenya


Basketbol milli takımı, geçen yıl Eurobasket'te olduğu gibi yine beklentilerin çok üzerinde bir performansla yola devam ediyor. Dileğimiz geçen yıl orada olduğu gibi tek bir yenilgiyle herşeyin altüst olmaması.
Yıllardır hedef olarak gösterilen şampiyonaya hazırlık sürecinde kazanamamayı alışkanlık haline getirmiş takımın yenilgisiz biçimde yoluna devam ediyor oluşu bir yandan şaşırtıcı ama diğer yandan Tanjeviç'in bu tür sürprizlerine alışık olanlar açısından beklenir bir performans.
Takımın şu ana kadar oynadığı tüm karşılaşmaları kazanmış olması kazanırken de hemen hemen her maçın tüm periyotlarında savunma konsantrasyonunu hiç kaybetmeden ciddiyetle mücadele ediyor oluşu kalbimizdeki madalya ümitlerini yeşertiyor. Yalnız gözden kaçırmamak lazım ki; şampiyona boyunca oynanan tüm maçların senaryosu birbirlerine benzer biçimde bizim takımın skor olarak önde koştuğu, rakiplerin yetişmek için kovaladığı biçimlerde gelişti.
Şampiyonanın kendi evimizde oynanıyor oluşu kimseyi kandırmasın, salonu dolduran izleyicilerin sahada sergilenenin eğlence kısmından öte ilgisinin pek olmadığı aşikar.
Maçların gidişatı geride kalan maçlar gibi olduğu sürece bu eğlenceye eşlik etmekte sorun yok ama önümüzdeki maçların senaryolarının aynı tekdüzelikte gelişmeyeceğini tahmin etmekte güç değil. Bu durumda, takımı geri düştüğünde, kazanmaya dair umutları azaldığında yeniden oyunun içine sokacak, gerektiğinde rakibin sertleşmesine oyuna müdahaleleriyle izin verdirtmeyecek bilinçli bir taraftar baskısı ve desteği yaşanmazsa şampiyonanın kendi evimizde oynanıyor oluşunun avantajını yaşatacak en önemli dinamik kadükleşecektir.
Yine de, madalya kazanmaya dair yaratılan sinerji boşa değil. Bu takımın bu hedefi gerçekleştirecek hazırlığı ve hedefe dair inancı tam.
Gruptan lider olarak çıkmış olmakta yarı finale kadar olan eşleşmelerde önemli bir avantaj sağladı. Fransa iyi savunmacı ve inatçı kimliğiyle oyun bozan bir takım olsa da kalite olarak bizimkiyle bboy ölçüşebilecek seviyede değildi.
Slovenya ise Fransa'dan bambaşka bir kimliğe sahip; oyun zekası çok gelişmiş, saha görüşleri mükemmel, şut yetenekleri üst düzeyde ve oyun kurmayı çok iyi beceren oyunculardan kurulu ama katıldıkları hemen hemen her turnuvada kazanmaya dair inatçılıklarının ve savaşçı ruhlarının eksikliğini hissettikleri için kadro kalitelerinin paralelinde başarılar elde edememiş bir ekip.
Bu nedenle, mesela tam bir savaşçı ekip olan Sırbistan'a tercih edilebilirler. Ama turnuvanın çıkış yapan takımlarından birisi oldukları unutulmamalı.
Slovenya, yıllardır katıldıkları her turnuvada gönülleri fetheden takım olmayı becermiş olsa da geçen yıl Eurobasket'te kazandıkları 3. lük dışında önemli bir başarı elde edebilmiş değildi. Kuşkusuz, yumuşak bir takım oluşları bu durumu doğuran en büyük handikap olarak değerlendirilmeli.
Bu handikaplarının farkında olan koçları Memi Beciroviç'in takımı yüksek tempoda oynatmaktan ve oyunu sertleştirecek hamlelerden kaçınarak oyun kurma becerisi yüksek oyuncularının oyun zekalarını öne çıkartacağı sete set hücumları tercih etmesi bundan olsa gerek.
En önemli özellikleri, rotasyonlarında mutlaka oyun kurma becerisi çok yüksek olan 2 guardı aynı anda oynatıyor olmaları. Bu özellikleri, şampiyona boyunca bizim takımın en önemli becerilerinden olan alan savunmasının boşa çıkmasına sebeb olabilir. ,
Sete yerleştiklerinde topu çok akıllıca dolaştıran ve uzunları dahil olmak üzere saf şütorlere sahip bu takıma karşı bundan önceki maçlarda guardı baskı altına alıp önce düzen bozan ardından hareketli alan savunmasıyla rakibi paniğe sokan milli takımın yeni savunma taktikleri üretmesi gerekecek.
Lakoviç, Dragiç ve Beciroviç üçlüsünün oyun zekaları ve saha görüşleri Slovenya'nın oyununun temel direğini oluşturuyor. Kariyeri boyunca sakatlıklarla boğuşan Beciroviç'in şampiyonada beklenen seviyede oynamadığı düşünülebilir ama bu saçayağını oluşturan oyunculardan birisi olarak hala çok değerli.
Slovenya kolay kolay hücum düzenlerini bozabileceğiniz bir takım değil. Oyunu hızlandırabildiğiniz ölçüde oyun kurmadan hücuma çıkmalarını sağlamak oldukça zor. Yüksek tempodan kaçınıyorlar, hücumda insiyatifi mutlaka Lakoviç, Dragiç, Beciroviç üçlüsünden sahada olan ikisinin ellerine bırakıyorlar. Onlar dışında Nachbar gibi savaşçı özellikleri kısıtlı ama çok tehlikeli şutu olan bir skorere sahipler. Nachbar'ın şampiyonanın başından bu yana Slovenya'nın en iştahlı oyuncularından birisi olduğunu ve Slovenya'nın eksik kalacağı düşünülen bölgedeki, uzun rotasyonundaki oyunculara ribauntlarıyla hatırı sayılır yardımları olduğunu da unutmamak lazım.
Lakoviç'in sakin oyun kuruculuğu, Dragiç'in kendinden beklenen patlamayı yapıp rakip savunmanın dengelerini alt üst eden penetreleriyle kurulan setlerde Nachbar'ın boşa çıkıp bulacağı 3 sayılık atışlarla savunmamızı çökertme ihtimali göz korkutuyor.
Slovenya oyun zekası, saha görüşü ve hücumda topu paylaşmayı bilen oyuncularla öne çıksa da, oyun sertleştiğinde ve tempo arttığında düzeni bozulan bir takım. Sahada sürekli olarak çok becerikli ve hücum yetenekleri gelişmiş 2 oyunkurucuyla oynayabiliyor olmalarına rağmen pota altında güçlü takımlara karşı sorunlar yaşamaları muhtemel.
Lorbek kardeşlerin kadroda olmaması onlar için doldurulması çok güç bir boşluk doğuruyor.
İlk bakışta muhteşem bir pivot fiziğine sahip olduğu düşünülen Brezec, oyun zekası ve hücum becerilerine rağmen fiziksel mücadeleden kaçan yapısıyla o bölgeyi savaş alanına çevirmekten uzak bir oyuncu.
Şu ana kadar iyi bir turnuva geçiren Miha Zupan ve Uros Slokar'da savaşçı oyuncular, inatçı ve kolay kolay yenilgiyi kabul etmeyen oyuncular ama Vidmar dışında boyalı alanda rakibe gözdağı verecek oyuncuları yok. İşler oralarda kavga etmeye gelince bizim takımın Slovenya'ya önemli bir üstünlük kuracaktır.