26 Temmuz 2010 Pazartesi

Küçük dev adamın yükselişi


Siena'nın Bo McCalebb'i, Euroleague'in son 4-5 yıldaki en başarılı guardlarından Mc Intyre'ın yerine transfer etmesi transfer sezonunun en ilginç hamlelerinden birisi oldu.
2 yıldır ha dağıldılar ha dağılacaklar diye beklenen ama bir biçimde mevcut ve birbirine sıkı sıkıya bağlı kadrolarını elde tutmayı başaran İtalya şampiyonu açısından geçen yıl beklendiği kadar iyi geçmedi.
Son 10 yılda yaptıklarıyla ''Siena modeli'' adlı mütevazi bir gelişim modeli ortaya çıkaran, Euroleague'in dev bütçeli ekipleriyle başa çıkacak bütçelere erişmesi hayal olan bizim memleketin takımları için Euroleague'de başarı için izlenebilecek belki de en doğru yolu çizmiş olan italyan ekibi için son bir kaç yıldır iyice yoldan çıkan dev bütçelerle baş edebilmek en büyük sorun.
Zaten geçen yıl İtalya ligini yine silip süpürmüş olsalar da Euroleague'de final four mücadelesinin uzağında kaldılar.
Geçen yıl makine gibi işleyen sistemlerinin oyun zekasıyla en önemli dişlilerinden birisi olan Kaukenas'ı kaybettiklerinde onların tıkır tıkır işleyen sistemleri için endişelenmiştik. Ama işler bu sezon daha da kötüye gidebilir.
Euroleague'in en izlenesi takımlarından birisi olan Siena geçen yıl Kaukenas'ı kaybettikten sonra kısa rotasyonunda bu yıl da önemli kayıplar yaşıyor, Romain Sato'nun gidişi onlaraçısından önemli bir kayıp. Bireysel yetenekleri her daim tartışma konusu olan ama birarada müthiş işler yapan Siena kadrosunun, son 4 yıldır, çabukluğu, oyun zekası ve asist becerisiyle maestrosu konmundaki Mc Intyre'ı kaybetmek ise gıptayla bakılan bu model takım için hakikaten acı bir durum.
Siena, Mc Intyre'ın yerini doldurabilecek bir guardı alabilecek bütçeyi ayıracak olsa zaten onu kaybetmezdi. Bu koşullarda kendi yükselişleri gibi harika bir yükseliş hikayesine sahip Bo McCalebb'le anlaştılar.
Sadece 2 yıl önce Türkiye liginin orta sıralarına tutunma mücadelesi veren Mersin BSB'de forma giyen, atletik özellikleri, sayı potansiyeli ve çabukluğuyla göz doldursa da üst düzey bir oyuncu olacağı konusunda pek bir ışık vermeyen Ammerikalı oyuncunun Partizan'a transfer olması bir çoğumuzu şaşırtmışken, geçen yıl Partizan'ın Euroleague'de final four oynamasındaki katkılarıyla şaşkınlığımızı bir kat daha arttırdı.
Final four da, Vujoseviç'in safkan Yugoslav takımında, Partizan'ın alışılagelmiş oyunundan farklı bir stile farklı bir basketbol anlayışına sahip guardı olarak yaptıkları takdire şayandı. Mc Intyre gibi bir oyuncunun yerini doldurmak kolay olmasa da, Siena topraklarında her oyuncunun yeteneklerinin üzerinde işler yapabildiğini unutmamak lazım. Kaldı ki, Mc Intyre'ın Siena'da Avrupa'nın en iyi guardlarından biri haline gelmeden önce parlak bir Avrupa kariyeri olmadığının, tanınırlığının İtalya yerelliğiyle sınırlı olduğunun altını çizmek lazım.
İlginç ve beraberinde soru işaretlerini taşıyan bir transfer.
Bo McCalebb'in yükselişinin devam edip etmeyeceği bir kenara, kan kaybeden Siena'nın güçlü modeliyle dev bütçeli takımlara rağmen Avrupa'nın zirvesi için mücadeleye devam edip edemeyeceği soruları da sezon boyunca sorulacak gibi.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Spahija'nın takımı


Erkek basketbol takımının şampiyonluğu sonrası önümüzdeki yılın takımının nasıl şekilleneceği konusunda somut adımlar atılmaya başlandı.

Öncelikle önümüzdeki yıl, geride bıraktığımız sezonki gibi Euroleague tarzı ve standartının dışında, atmasına bağlı olarak kazanacak bir takım oluşturulmayacağı belli oldu.

Ya da şöyle söylemeli; bu sezon hocası farklı telden kadroyu kuranların başka bir telden çaldığı bir kakofoniyi dinlemek zorunda kalmayacağız gibi görünüyor.

Aydın hocanın dönüşü hem şubeyi yeniden yüzü gülen, işlerini severek yapan, başarı için birbirine kenetlenen ve güvenen insanlarla dolu bir ortama büründürücek hem de havaya sıkılmış kurşunların vızıldaması gibi amaçsız ''bu sezon hedef final four'' lakırdılarının yerini plana, programa kavuşmuş gerçek hedeflerle yol alınacaktır.

Ayrıca, takımın hocası ne tarz bir basketbol oynatacaksa ona göre bir kadro yapılanması ve oyuncu seçimi konusunda ısrarcı davranılacaktır.

Geçen yıl başlarken, Tanjeviç'in artık zihninde kemikleşmiş olan basketbol tarzıyla kurulan kadronun ve sahada oynanan oyunun arasındaki uzlaşmaz karşıtlıklardan bahsetmiştik. Daha o günlerden Euroleague'de tutunması çok güç olan, o düzeyde rahatlıkla dağılabilecek, dirençsiz, top kullanma becersine sahip oyuncuların gündelik performanslarına bağlı olarak kazanaıp-kaybedecek bir takım görüntüsü çiziliyordu.

Kazanılan şampiyonluktan dolayı, özellikle final serisi boyunca hem oyuncuların gösterdiği dirençli mücadele hem de Ertuğrul hocanın takıma derleyip, toplayan sevgi dolu disiplinini defalarca övdük. Ama doğrusu bu takımın bu dağınık ve kötü geçirdiği bir sezonda dahi bu ligin finalinde oynayabilecek kapasiteye sahip olduğu ve play-offlar süresince takım olma adına birbirleriyle yardımlaşarak ve sahaya kazanma azimlerini koyarak oynadıklarında şampiyon olmalarının önünde bir engel olmadığıdır.

Oysa bu takım, yerel ligin finalisti/şampiyonu olmaktan çok öte bir misyonu omuzlayabilecek kapasiteye sahip. Euroleague'de geçen yıl yaşanan bozgun yine bu takımın temizlemesi gereken bir hata olarak ortalıkta duruyor.

Önümüzdeki sezon için önemli işler yapılıyor, şube bu işin ehli ve Fenerbahçeliliğiyle güven yaratan bir isme teslim edildi, Avrupa basketbolunun son yıllardaki değişimini ve gelişiminin aynası olan bir hoca takımın başına getirildi.

Ama neyse ki bu kadar olumlu gelişmeyi görmeyi bir anda sindiremeyecek bünyelerin, panzehir niteliğindeki Kaya Peker transferiyle şoka girmesine engel olundu.

Taş gibi bir takım kuruluyor, dahası nihayet doğru işler yapılıyor, şubede sevgi dolu bir ortam yaratılıyor derken kafamıza düşen Kaya'nın etkisiyle kendimize geldik.

Elbette Kaya'nın takımdan ayrılması muhtemel uzunların yerini doldurabilmek açısından yapılabilecek en doğru transfer olduğu iddia edilebilir, bu transferin gerekliliğine dair bin türlü argüman anlatılabilir. İsteyen istediği argümanı savunmakta özgürdür ama bizim bu konuda görüşümüzü tekrar etmeye, bir kez daha savunmaya gerek yok.

Bu formayı giymeye hakkı olmayan insanlar listesinde yer alması gereken adamlara inatla bu formayı giydirmenin haklı gerekçesini ''bir gün herkes Fenerbahçe'li olacak, parayı basar herkesi alırız'' kibirliliğiyle açıklayanlarla aramızda kalın çizgiler olduğunu zaten her fırsatta dile getirdik.

Kısa bir dönemde bünyemizi mutluluklara gark eden gelişmelerini peş peşe yaşamışken; önümüzdeki yılın taş gibi takımı kuruluyor derken, cartman kardeşimizin deyimiyle ''kayalara gelerek'' bir anlamda kendimize geldik.

Kaya transferini bu kadar olumlu gelişmenin bünyelerde yaratması muhtemel zehirleyici etkilere karşı panzehir görevini göreceğini düşünerek devam edelim.

Spahija'nın basketbol anlayışını anlayabilmek için Avrupa basketbolunun son yıllarda katettiği yolu izleyebilmek lazım. Spahija'yı tam da Avrupa basketbolunun bugününü temsil eden bir koç. Tempolu, sahadaki tüm oyuncuların hem savunmada hem hücumda sorumlulukları paylaştığı ve yardımlaşmanın üst düzeyde sergilendiği bir oyun vardır kafasında.

Sertdir, disiplinlidir; bu anlamda klasik yugodur. Ki belki de, bu durum bazen Aydın hocayla havuç sopayı oynamalarına sebeb olacaktır. Zira fazla sertlik bu topraklarda moral bozucu olabiliyor.

Tanjeviç'in basketbolu Spahija'nınkine oranla daha tutucuydu. Tanjeviç döneminde özellikle Euroleague'in üst sınıf takımlarıyla oynanan maçlarda rakiplerin oyunu yüksek tempoda oynamayı başarması durumunda kolayca teslim olup, dağılmasının sebebi büyük oranda buydu.

Tanjeviç'in takımı Euroleague'de tempoyu düşürüp, rakibi uyutmayı başardığı ölçüde başarılı olabilse de bu ligin en iyilerini bu şekilde uyutup, kilitlemek mümkün olmuyordu.

Spahija'nın Fenerbahçe'sinin daha hücumda daha agresif olmasını, oyun temposunu daha yüksek tutmasını bekleyebiliriz.

Öncelikli mesele elbette, Spahija'nın oyununu oynayabilecek kadroyu kurabilmekte. Bu geçiş sancılı olabilir. Takım geçen yıl, türkiye liginde tempolu oyunu iyi oynayarak rakiplerine üstünlük kurarken, Euroleague'de bu durumun aksine tempolu oyunda dağılıyordu. Bu, iki lig arasındaki düzey farkıyla açıklanabilecek bir durum elbette. Sonuç olarak tempo arttıkça iyi takımlarla daha zayıflar arasındaki farklar belirginleşiyor.

Bu sezonun kadrosunun sağlam temelleri olduğunu da unutmamak lazım. Geçen yılın Euroleague performansını ne kadar eleştirirsek eleştirelim, son 4 yılda 3 yerel lig şampiyonluğu kazanmış ve yine bu periyotta sürekli olarak Euroleague'de oynamış bir takım var elde.

Geleceğin takımının omurgasını oluşturacakları düşünülen bir kaç sezon öncesinin ''genç uzun rotasyonu'' dağılmış durumda olsa bile, kazanma geleneği olan, zor zamanlarda sorumluluk üstlenmesini bilip takımı ateşleyebilen oyunculardan kurulu bir temel var elde.

Spahija'nın tempolu ve üst düzey yardımlaşmalı oyununu organize edebilecek guard rotasyonunun elde olup olmadığı bu kadroyla ilgili ilk soru işareti gibi duruyor.

Ukiç'i Spahija elde tutuyorsa elbette bir bildiği vardır. Rakip alana çabuk geçen, tempolu oyunda çabukluğu, dribling yeteneği ve penetre özelliğiyle başarılı olan ama rakibin guarda baskı yaptığı, savunmayı sertleştirdiği bölümlerde silikleşen Ukiç'in geçen yıl NBA dönüşü sendromuna rağmen kazanılan şampiyonlukta önemli bir rolü olduğu yadsınamaz.

Ama savunma sertliğiyle fark yaratamayan, rakip guardı bozma becerisi olmayan, hücumda özellikle rakip savunmanın yerleştiği oyunlarda takımını kombine savunmaları dağıtacak yardımlaşmalı hücumlara sevk edemeyen bir oyun kurucunun birinci tercih olduğu takımların Euroleague'in üst düzey takımları arasında yer alması pek mümkün değil.

Spahija'nın iyi tanıdığı ve güvendiği Ukiç'in geçen yıla oranla ciddi bir gelişimi göstermesi şart gibi görünüyor. Geçen yıla oranla daha dengeli ve defosuz bir takım yaratma konusunda atılan önemli bir adımda kısa forvet olarak sadece hücum özellikleriyle ön plana çıkan değil komple bir takım oyuncusu olan Marko Tomas'ın tercih edilmesiydi. Skorer özellikler olarak sadece iyi şut atmayı artılar hanesine yazabilen oyuncuların Avrupa basketbolunda üst düzey takımlarda yer alabilmeleri git gide güçleşiyor. Bunun yerine konsantrasyonu yüksek, yerleşik savunmayı iyi yapan takımlara karşı kendi şutunu yaratabilme özelliklerine sahip olan, bunu yaparken de topla ilişkisini ''sevda'' düzeyine yükseltmeden yardımlaşmayı ve topu paylaşmayı becerebilen bir anlamda kendi pozisyonu yaratabildiği kadar takımına pozisyon da yaratmayı becerebilen oyuncular bu düzeydeki oyunun tercih edilen aktörleri oluyor. Marko Tomas bu özellikleriyle ve özellikle İspanya macerası sırasında kazandığı savunmacı becerileriyle Griçek ve kadroda kalıp kalmayacağı hala belirsiz olan Greer'in takım oyununda yarattıkları handikapları yaratmayacaktır.

Kendisi gibi, yaratıcı yetenekleri çok gelişkin Emir'le birlikte seyri de doyumsuz oyunlar oynayabilirler. Spahija'nın kendisine yaratılan şutu sokan keskin nişancılardan çok yemeği birlikte hazırlayıp, bir arada yemeyi seven türden adamların üzerine oyununu kurduğunu biliyoruz. Marko Tomas-Emir ikilisi bu anlamda onun kadrodaki kilit oyuncuları olabilir.

Eldeki kadronun en büyük değişimi uzun rotasyonunda yaşadığı açık. Aslında geride kalan 3 yıldır o bölgede bir zenginlikten ziyade gelişimleri beklendiği ölçüde olmayan oyuncuların yarattığı bir şişkinlik var. Giden oyuncuların kayıp hanesine yazılacak boşluklar doğuracağı açık ancak bu durumun Spahija'nın istediği türden kendisine daha fazla seçenekler sunan bir uzun rotasyonu yaratması için elini güçlendireceği de düşünebiliriz.

Spahija, Lavrinoviç dışında bir uzun daha alınacağını söylüyordu. Vidmar'ın sözleşme durumu bu isteğini zora soksa bile kafasındaki uzun rotasyonunun geçen yıllarda sahip olduğumuzdan daha fazla topu eline yakıştıran ve şutu, driblingi daha düzgün oyunculardan oluşturmak istediği belli.

Vidmar'la yolların ayrılması durumunda, uzun rotasyonunda savunma sertliği ve disiplini konusunda sorunlar yaşayacağımız açık. Mirsad bir yaş daha yaşlanmış olacak, kaldı ki artık iyice istatistik yaparak maç kazandıran oyuncu rolüne bürünmüş durumda. Oğuz bu konuda geride kalan yıllarda çok fazla gelişme sağlayamadı, Spahija'nın elinde final serisinde olduğu gibi rolü doğru biçimde çizilip hücumda sahip olduğu muazzam yeteneklerinden maksimum verim alınabilir ama savunma konusunda hem ayak çabukluğunu, hem doğru pozisyon alma becerisini hem de dayanıklılığını geliştirmesini beklemek pek doğru değil. Lavrinovic'in de ortalama bir savunmacı olduğunu düşünürsek pota altında caydırıcı bir savunma oyuncusu özellikle Euroleague'in kavgacı ortamı için şart gibi dgörünüyor.

Bu sezon dikkatle izlenmesi gereken bir isim; Boban Marjanovic


Boban Marjanovic, Euroleague'de sezonun patlama yapması muhtemel isimlerinden birisi. 1988 doğumlu, 2.21 boyunda. Partizan'da son 5 sene içerisinde Euroleague'in en önemli yeni nesil uzun oyuncularını yaratan Vujosevic'in yeni takım CSKA onu çok başarılı bir sezon geçirdiği Hemofarm'dan transfer etti.
Son yıllarda Avrupa basketboluna, Pekovic, Maric, Jan Vesely, Slavko Vranes gibi birbirinden değerli uzun oyuncuları kazandıran Vujosevic'in Sırbistan basketbolunun altın jenerasyonundan gelen Boban Marjanovic'e de sınıf atlattırıp onu Avrupa'nın adından en fazla söz edilen oyuncularından birisi haline getirmesi sürpriz olmaz.
Marjanovic, Sırbistan milli takımının altın madalyayı kazandığı 2007 19 yaş altı dünya şampiyonasında ve 2008'de 20 yaş altı Avrupa şampiyonasında Miroslav Raduljica, Stefan Markovic ve Milan Macvan'la beraber takımın en fazla ümit vaadeden oyuncusuydu. Hemofarm'ın geçen yıl Sırbistan ligi finali başarısında önemli bir pay sahibiydi.
2.21'lik boyuyla elbette atlet değil ama hücumlarda hareketli, çabuk ve sahip olduğu koordinasyon yeteneğiyle dengeli olduğunu söylemek lazım. Ayrıca bir aygır kadar güçlü.
Geçen yıl jan Vesely'den final fourda harikalar yaratan bir oyuncu çıkaran Vujosevic'in elinde Marjanovic ne hale gelir kimbilir.

Vujosevic vs. Panathiniakos


Euroleague'de Efes Pilsen'in yer aldığı D grubunun ne kadar zorlu olacağını tahmin etmek güç değil.
Her şeyden önce 2. torbadan gelen takım Panathiniakos oluyorsa orada talihinize tükürmeniz gerekir.
Elbette hedefiniz gruptan çıkmaksa aslında 1. ve 2. torbadan gelen takımların hangileri olduğu o kadar da büyük bir önem taşımıyor. Hedef gruptan çıkmak olunca sizinle aynı hedefi güdenleri yani aslında ilk 2 torba dışında gelenleri altına almanız gerekiyor.
Ama bu grubun hikayesini, hoş sürprizini Efes Pilsen'in grupta altına almaya çalışacağı rakipleri değil grubun kodamanları CSKA Moskova ve Panathiniakos oluşturuyor.
Euroleague'de sezon başlarken ''sezonun final four adayları'' listesine ilk elden yazılacak bu iki takımdan PAO son 4 yılda sadece 2 kez final four oynayabildi. Aslında Avrupa'nın son 10-15 yıldaki en başarılı takımı oldukları su götürmez bir gerçek, hele de başlarında Euroleague'in en fazla şampiyonluk görmüş koçunun bulunduğunu hesaba katarsak bu başarı ve şampiyonluk timsali takımın son 4 sezondaki Euroleague verimliliğinin hiç de tatmin edici olmadığı söylenebilir.
Ama 4 ayrı takımın başında toplamda 7 Euroleague şampiyonluğu yaşayarak bu alanda Messina'nın önünde yer alan Obradovic'in kendisi gibi yenilmeyi kolay kolay kabul etmeyen takımı PAO'nun diş geçirmekte zorlandığı bir takım vardı; kıtanın belki de en iyi kurucu hocası Vujoseviç'in Partizan'ı. Final fourların gediklisi PAO'nun son 4 yılda iki kez TOP 16 gruplarında tökezlemesinde başrolü oynayan takımdı Vujosevic'in Partizan'ı.
Neredeyse her sezon başında Euroleague'in devlerinin kadrolarını takviye etmek için ilk planda baktıkları havuz olan Partizan'ı yeniden genç ve tecrübesiz oyuncularla zirve yarışı yapan takım haline getiren Karadağ'lı hoca 9 yıldır çalıştırdığı Partizan'dan ayrılıp bu kez yüksek bütçeli, üst düzey bir takımın başına geçti, CSKA Moskova'nın koçu oldu.
D grubu sadece PAO ve CSKA gibi iki şampiyonluk adayı dev takımın aynı grupta yer alması açısından değil, Avrupa basketbolunun son 15 yıldaki en başarılı takımın yoluna çıkan en büyük engel olan koçun bu kez elinde güçlü ve iddialı bir kadroyla yine PAO'ya karşı mücadele edecek olmasıyla ilgi çekecek.
Geçen yıl dağıldılar, dağılıyorlar denilirken Euroleague'de final four yapmayı yine başaran özellikle kısa rotasyonunda korkutucu bir güce sahip olan CSKA'nın, eski Yugoslavya toprakları dışında İspanya ve İtalya'da koçluk deneyimi olsa da 17 yaşında başladığı koçluk kariyerinin büyük bölümünü Sırbistan ve Karadağ'da geçiren ve genellikle düşük bütçeli takımlarda, kendi tırnaklarıyla kazıyarak yol alan, genç oyuncuları yetiştirerek müthiş işler yapan Vujosevic yönetiminde neler yapabileceğini merakla bekliyoruz.
Kıtanın en iyi hocalarından ikisinin bu kez eşit güçte kadrolarla girişecekleri mücadelenin de tadı bir başka olacaktır.

11 Temmuz 2010 Pazar

Fenerbahçe'sinin direnen çocukları

Arsamızda yeni bir stad, içinde ise bizden yani Fenerbahçemizden çok uzak yoz ve endüstriyel bir oluşum var. Bu oluşuma karşı direneceğiz.

http://palsokagi.blogspot.com/

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Rastgele

Euroleague kura çekimi öncesi torbalar; kura çekimi yarın saat 13.15'de. Gruplar belli olduktan sonra kısa bir değerlendirme yazarız.
Lligde toplamda 5 İspanyol takımı olduğu için bir grupta 2 İspanyol birden olacak. Bunun dışında aynı ülke takımları eşleşemeyecek. Tabii, elemelerden gelecek iki takım bu durumu değiştirebiliyor.

4 Temmuz 2010 Pazar

Lavrinoviçgillerden Darjus


Erkek basketbolda gelecek yılın kadrosu yavaş yavaş şekilleniyor. Son olarak Lavrinoviç biraderlerin Darjus olanı geldi.
Uzun rotasyonunda Semih Erden ve Ömer Aşık'ın ayrılması sonrası ilk bakışta biraz da zorunlu olarak yapılıyor gibi görünen değişiklikler aslında Tanjeviç basketbol anlayışından Spahija'nınkine geçişin altyapısını oluşturuyor gibi.
Spahija'nın oyununda, tempo ve topu kullanma becerisi başat önemdedir. Sahadaki beş oyuncudan en az dördünün oyun zekası, pas, dribling ve şut yetenekleri üst düzeyde olmalı ve hücumlarda haraketli olabilmelidirler.
Uzunların ribaund hakimiyeti dışında ribaund sonrası topu hızla oyuna sokup, hızlı hücuma katılabilmeleri de kendilerinden istenir.
Bu durumda aslında mevcut uzun rotasyonumuzun bizim takımı yıllardır Euroleague'de zorlayan şişkinliğin ve bu şişkinliğe bağlı yetersizliğin Spahija'nın basketbolu için engel teşkil edeceğini düşünmek yanlış olmazdı.
Şu anda kadroda Oğuz ve Kaya yer alacaksa, Semih'in kalması hatta kazanılan şampiyonluğun belki de kilit adamı olan Vidmar'ın elde tutulması uzun rotasyonunda yine bir şişkinlik yaratabilir.
Spahija, Avrupa basketbolunun yeni nesil tarzını temsil eden koçlardan.
5 numaralardan bozma 4 numaralar onun tempolu oyununu öldürür. Şöyle düşünelim, Semih, Vidmar ve Kaya üçlüsünden ikisinin sahada olduğu yani şutu olmayan, oyunu oynatma becerisinden yoksun, sahanın bir tarafından diğer tarafına geçerken ağır iki oyuncunun aynı anda kullanıldığı bir 5 ona göre değil.
Bu yüzden, Oğuz ve Kaya gibi orjini 5 olan iki oyuncu ona yeter. Diğer uzunlar mesela çok beğensem de Vidmar gibi olmamalı.
Alaattin'in cini gelse, dile benden ne dilersen dese; herhalde Mirsad'ı gençlik günlerine döndürebilmek Spahija'nın ilk isteği olurdu.
Darjus birader, Spahija'nın istediği türden uzun oyuncuların prototipi diyebileceğimiz bir oyuncu.
Bir kere Litvanya'lı. Şut ve oyun zekası genlerinde var. Euroleague kariyeri boyunca % 35 civarında üçlük yüzdesi var, geçen yıl real Madrit formasıyla % 41 üçlük isabeti tutturmuş. yıllardır Euroleague'de dış şutu olan uzunlardan çuvalla sayı yiyen Fenerbahçe için ilginç bir transfer.
Hem 4 hem 5 oynayabilir. ne 5'den devşirme 4 gibi durur ne de 4'den devşirme 5 gibi. Aslında ikisi birdendir.
Hücumda arkası dönük oynamayı beceriyor. Hem aygır gibi güçlü, hem fundementali gelişkin, hem oyun zekası var, hem bileği düzgün hem de dayanıklı olunca pivot olarak hücumda çok başarılı. Mirsad dışında hücumda güvenilir ve istikrarlı bir oyuncu sıkıntısı çeken takım için ideal.
Bu noktada, oyun zekasını, oynatma becerisi ve isteğini, fundementalini ve bileğinin yumuşaklığını hep övdüğümüz Oğuz'un Spahija'nın elinde ihtiyacı olan dayanıklılığı ve sertliği kazanma ihtimalini de düşünmek lazım. O da olursa önemli bir hücum tehditi oluşturacaklardır.
Darjus'un yaşlandıkça ağırlaşmaya başladığı söylenebilir. Eskisi kadar çabuk değil, bu durum özellikle savunmada dert olabilir tecrübesiyle önemli bir eksiği kapatacaktır.
Semih ve Ömer Aşık'ın gidişi sonrası Vidmar'ın ayrılma ihtimalini de düşünürsek Darjus transferine rağmen pota altı rotasyonunda önemli bir eksiklik göze çarpıyor.
O bölgede tehditkar, agresif bir savunmacı, pis bir oyuncu ihtiyacı beliriyor. Daha önce de dilediğimiz Valencia'lı Matt Nielsen gibi mesela.